Agra Fort;
Sabah erken saatte kaleye geldik. Kırmızı ve beyaz kumtaşından yapılmış heybetli bir kale ile karşılaşıyoruz. Çok görkemli gözüküyor. Akbar (yerel rehber bizim gibi Ekber demiyor) tarafından 1565 yılında yapılmaya başlanmış ve çeşitli eklerin inşasıyla oğlu Şah Cihan tarafından bitirilmiş. Kapıda yerli turist öğrenci grubuyla selamlaşıyoruz.
700 yıllık bu kaleyi Ekber Şah kendi için yeniden yaptırıyorsa da sevmiyor ve 40 km mesafede daha korunaklı ve küçük olan Fatehpur Sigri de yaptırdığı sarayda yaşamayı tercih ediyor. 7 tane ana giriş kapısı varmış. Kaleye, bir duvarı Yamuna nehrinin kıyısında bulunduğu için sadece güneyindeki (sanırım bizim girdiğimiz kapı) Amar Singh Kapısından girilebilirmiş.
İmparatoru’nun 3 eşi varmış, birinin Hindu birinin Hristiyan birinin de Müslüman bir Türk olduğunu ama binanın süslemelerinde tüm dinlere ait ayrıntılar olduğunu anlatıyor. Gerçi biz pek bir şey göremedik. Tam şato girişi gibi zincirli bir asma kapıdan geçiyoruz. Heyecanlanıyorum. 🙂
İçeride 2. bir tahta kapı daha var zaten kale çift duvar sistemiyle yapılmış, güvenliğe fazlasıyla önem verilmiş. 2. bir kapı daha üstelik ooo hayli yüksek. Zaten kalenin çevresi 2,5 km. Uzunluğundaymış ve duvarları da 20 metre yüksekliğindeymiş.
Muazzam bir kapı daha. Ekber buraya gelirken elbette bütün ordusu ve teçhizatıyla gelmiş. Güvenlik çok önemli. Top ve tüfekle, hatta bir dönem top atışlarından ürken filler kendi ordusunu telef etmiş. 🙂 🙂 🙂
Tam bitti derken bir kapı daha…
Eveet nihayet güzel bir bahçe ve karşımızda sarayın girişi.
Saraya giriş kapısında kocaman bir çanak diyeyim alıştık ya susuzluk durumunda nehir suyu mu konuyor dedik. Cihangirin özel banyosuymuş. Tabii daha önceleri yarıya kadar toprağa gömülüymüş yandaki basamaklarla içine giriliyormuş. Boyum yetmedi göremedim ama içinde de basamaklar varmış. Cihangir lükse çok düşkünmüş (Hangisi değil ki) bir de üzüm suyuna. 🙂
Saray kapısına geldik.Kapıda hemen her dinde rastladığımız Davut yıldızı vardı.
Güvercinli pencere. Arada böyle enstantene yakalarsam hiç kaçırmam. 🙂
İçerdeyiz taş kemerler çok güzel. Her yer kırmızı ve çok güzel işlenmiş. Bir de kardeşi ile gelmiş kız çocuğu. Her yerde olduğu gibi dilenmeye mecbur kalan çocuklar. 😦
Amaaa sarayın içinde hüsran. 😦 Bomboş kırmızı duvarlı odalar ve bütün duvar resimleri kazınmış. Rehbere, bu nasıl saray diye sorduğumda; Moğolların istila ettiği dönemde ne kadar altın varakla işlenmiş duvar süsleri varsa hepsini talan etmişler, geri kalanlarda son dönemde İngilizler götürdü dedi… 1761’de şehir Jat’ların eline geçtiği zaman birçok anıt yıkılmış, bu sırada Tac Mahal bile çok zarar görmüştü. Bu anıt eserlere 1770’de Maratha’lar ve 1857’de İngiliz’ler zamanındaki şiddetli çarpışmalar da zarar vermiş.
Yan kapıdan çıkıyoruz ortada yine havuz görünümlü bir çukur, bu da yağmur sularının drenajı için yapılmış. Kısaca, saraylar var ama heykel, resim ya da eşya hiç birşey yok içlerinde.
Kalenin içinde birbirinden güzel bahçeler var birinden geçip bu kez beyaz mermerden yapılmış bir saraya giriyoruz.
Ve oradan da Cihangir için yapılan saraya geçiyoruz. İşte burası çok güzel. Ama yine bomboş.
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz havuz tek parça mermerden yapılmış.
Her tarihi yapının bir hikayesi vardır. Buradaki Hikaye bence daha da elim.
Şah cihan Ekber’in tek oğlu. Şah Cihan doğduğu zaman babası Ekber onun adına bu Agra kalesi içindeki sarayı yaptırıyor. Cihangir de babası Ekber ölüp Şah olunca ülkesini buradan yönetirken yanından ayırmadığı aşkı Begüm için de Oktagonal kuleyi yaptırıyor. Şah Cihan eşi Begüm ölünce devlet işlerini aksatmaya başladığını biliyoruz. Oğlu Alemgir bunu fırsat biliyor aklını da yitirdi deyip babası Şah Cihanı tahtan indirip uzaktan da olsa Taç Mahali gören bu kuleye kapatıyor. Mümtaz Mahalin ölümünden tam 8 sene sonra 74 yaşında hayatını kaybeden Şah Cihan oğlu Evrengzip tarafından Taç Mahale hayatının aşkının yanına defnediliyor.
Ve nihayet Taç Mahal’i Sisler içinde ilk gördüğüm yer. Ağzım açık hayranlıkla izledim. Şah Cihan’ın penceresini simgelediğimi düşünerek bu kareyi çektim.
Hüzünlendik. Ama olsun tarihi tekrar yaşar gibi hissetmek olağanüstü bir duyguydu.
Dışarı çıktık karşımıza gelen yapı; Kralın halkın dileklerini dinlediği yer Divan-ı Has. Eskiden altından yapılmış Tavuskuşu tahtı da varmış ve şimdi İran da parçalanmış halde sergileniyormuş. Divan-ı Hasın içinde eski tarihi anlatan posterler sergileniyordu.
Hindistanın küçük sevimli sincaplarını bu amca (bizim İstanbuldaki güvercinleri beslememiz gibi) yemliyor bir yandan da bize para ver işareti yapıyordu.
Kaleden çıkıyoruz güzel bir mezar gördük. Hindistan İngiliz işgali altındayken askerler burayı kullanmış. Bu mezar da o zaman ölen yüksek rütbeli bir kumandanın mezarı imiş.
Rehber bizi alışveriş için bir mağazaya götürdü. Çaputlarla işim olmaz. 🙂 Mağaza sahibi çok eski ve köklü bir aileymiş ipek üzerinde söz sahibiymiş. Özel koleksiyonunu gösterdi. Camekan içinde sır gibi saklamış. Fotoğraf almamıza sadece bu ipek halı için izin verdi. Kabartma işlenmiş. Nasıl muhteşem değil mi?.
Ve Delhi’ye yolculuk başladı. 202 km ve 4 saat… 🙂
Delhi ‘de buluşmak üzere sabrınıza teşekkür ederim. Esenkalın. Gezmiş kadar olduk demeyi unutmayınız. 🙂
valla gezmiş kadar olduk iki yazı diziside çok güzeldi. teşekkürler
BeğenBeğen
Beğenmenize sevindim, ben teşekkür ederim okuyup yorumlamanız incelikti..
BeğenBeğen
Gezmiş kadar olmayı geçtim,aklımı yitirdim oralarda ama bu kesinlikle anlatımınızdan kaynaklı ciddi ciddi orada gibiydim. Bir şeyi merak ettim. Agra Fort avlusu önünde yıldız şekline benzer zeminde bir derinlik vardı dikkatimi çekti neydi o?
BeğenLiked by 1 kişi
Yağmur sularının aktığı yer fiye hatırlıyorum
BeğenBeğen
Evet yağmur suları drenajı diye yazmışım
BeğenBeğen
Çok estetik geldi gözüme;)
BeğenLiked by 1 kişi