Sicilya’dan batan akşam güneşi tam on beş saat sonra 30 Eylül 2014 saat 08:30’da sabah güneşi olarak Napoli Limanı’ndan bizlere günaydın dedi. Napoli denince aklıma hemen Vezüv yanardağı gelir. İlk okulu Ağrı Karaköse’de okuduğum zamanlarda 5. sınıfta öğretmenlerimiz konulara göre topluca film gösterisi yaparlardı. Orada volkanik olayların nasıl geliştiğini öğrenmiş, Vezüv yanardağının patlamasının filmini izlemiştik. Unutmak ne mümkün. Neyse rutin 4. kat buluşmasında günlük program konuşuldu. Rehberimiz Enis Aslan eşliğinde ilk rotamız olan Pompei’ye gitmek üzere otobüsümüze bindik.

Napoli şehrini dönüşte gezmeyi düşündük. Pompei’ye kadar 25 km kadar bir yolumuz var. Yeşillikler içinde gideceğiz diyen rehberimizi dinlerken otobüsün camından görebildiğimiz kadarı ile görüntüsü sessiz ve sakin ama *çılgın dev* adını tarihteki patlamasıyla hak eden Vezüv yanardağı *Monte Vesuvio *solumuzda bize bakıyor. 🌋 1281 metre yüksekliğindeki bu volkan şu anda bile aktif ve bizden sadece 9 km kadar uzaktaymış.
Vezüv’ün böyle sessiz olmasına bakmayın çok uzun yıllar ufak patlamaların haricinde sesi soluğu çıkmadığı için her an patlayabilir deniyor. Ki Nasa, Vezüv patlarsa bu kez Napoli’yi gömer diyormuş. İlk doğuşunun tarihi 17.000 yıl önce diye tahmin ediliyor. İlk vukuatı M.S 79 yılında Pompeii ile Herculaneum ve Stabiae şehirlerini tarihe gömmesidir. Son vukuatı da 1944 yılında San Sebastiano şehrini yok etmesidir. Günümüze kadar çok kez patlamış ama bu kez vukuatı fazla olmaz sadece ufak tefek yıkıntılara sebep olur. En bildik yakın ufak patlaması hatırlayanlar vardır 1979 ve 1980 yılındadır. Hala ufak ufak homurdandığı söylendi. Avrupa Kıtası’nın 100 yıllık bir dönem içinde patlayan tek yanardağıdır. Genelde üstünde onu böyle tüter gösteren bulutlar olurmuş.

Pompeii; Yazılışı öyle okunuşu Pompei. Kime sorsak bilir ama nasıl? Yaşadıkları sapkın hayat nedeniyle cezalandırılıp insanları taş olan şehir derler. Biz de öyle biliyoruz. Unesco’nun Dünya Mirası listesine 1977 yılında aldığı Pompei bakalım öyle miymiş? 🤔 Pompei iki bin yıl önce sadece 15-16 bin arası nüfusu olan bir şehirdi ve sakinleri aristokrat ailelerdi. Evet yani zenginler rahat bir hayat sürebilecekleri, yaşamak, sanat ve ticaret yapacakları hatta çılgınlıklar yapabilecekleri lüks evlerden kurulu bir şehir az buz değil 163 hektarlık bir alanda oluşturmuşlardı. Ta ki, M.S 79 yılına kadar. Hikaye başlayacak ama önce antik kente geldik otobüsten indik ve girişte bilet için bekliyoruz. Az ötede tarih sayfalarından fırlamış gibi karşıma dikilen Gladyatörden bir kare çektim malum daha çok çekince para diye peşime düşebilir. Ve ağaçlıklı şu güzel yoldan ilerliyoruz. Büyük fotoğrafta görülen kalıntılar şehir surları. Eskiden Pompei bir liman kentiymiş, Vezüv’ün ufak tefek püskürmeleriyle de tarıma elverişli topraklara sahip olmuş.
Asıl hikaye M. Ö 7 sonları ile 6. yüzyılda Pompei’nin İtalyan kökenli Osci veya Opic denen tarımla uğraşan toplulukların yaşam alanı aramalarıyla başlar. Vezüv’ün lavlarının oluşturduğu ve Sarno Nehri vadisine bakan deniz seviyesinden sadece 30 metre yukardaki bu platoda (sonra adı Pompeii olacak olan burada) evler inşa etmeleriyle başlar (tahmini bir tarihmiş). Yani bir liman şehridir. Bir müddet şehir Etrüskler ve Yunanlıların işgalinde kalır.
M. Ö 70-80’li yıllara gelindiğinde de Romalı asker Lucius Cornelius tarafından işgal edilince Roma Cumhuriyetinin resmi şehri olur. Romalılar şehri her yönden özellikle İmparator Augustus döneminde ticaret alanında hayli geliştirirler. Lav taşları ile döşedikleri geniş yollarla kamu binaları, lüks evler yapar ve tüccarların geldiğinde rahat etmeleri için birçok özel evler açarlar. 😉
M.S 62 yılında çok büyük bir deprem olur ve birçok ev yıkılır. Romalılar yoğun bir şekilde restorasyon işine girişirler. Tam olarak enkazların dahi kaldırılamadığı ortamda, M.S 79 yılında Vezüv yanardağının patlamasıyla ikinci facia Pompei’yi derinden sarsar. Bu kez sonuç korkunçtur ve Pompei ile ona yakın Herculaneum ve Stabiae diye 2 şehirde kül ve lavların altında kalır. Tarih 27 Ağustos 79’dur ve Pompei sadece 2 günde yer ile yeksan olur tarihten de silinir. Pompei’nin bulunması yüzyıllar sonra bir tesadüf eseri 1748 yılında olur.
Vezüv’ün yok ettiği Pompei antik kentinin iki giriş kapısı var, Nocera Gate ve Stabia Gate. Biz Stabia’dan başlıyoruz. Ayrıca dolaşması kolay olsun diye antik şehir gezilebilir 9 bölgeye (Regio) ayrılmış turunuzu ona göre ayarlıyorsunuz. Bölgelerde bir şehirde ne olması gerekiyorsa çoğu var bir tek okula rastlanmamış ama genelev var. 🤭 Biz yine kısa bir zamanda gezeceğiz. Rehberimizle birlikte VIII regiodan başladık. Çok geniş bir alandayız burası bir arena girişi, alttaki ilk fotoğrafta arkada büyük tiyatro görünüyor karşıda görülen bölümler muhtemelen tiyatro sanatçılarına ait odalar olabilirmiş.
Alttaki fotoğraf M.Ö 3. yüzyılında taştan yapılmış ilk Roma tiyatrosu. 5000 kapasiteli Teatre Grande – Büyük Tiyatro diye geçiyor. Yunan sitilinde yapılan tiyatro üç ana bölümden oluşuyor. Fotoğrafta görülen basamaklı yerler malum seyirci oturma yeri, turistlerin bulunduğu daire orkestranın yeri ve kırmızı duvarların önü de sahneydi. Ve sahne orkestradan 1 metre yüksekteydi. Tiyatro Roma halkı için sosyal ve kültürel olarak çok değerli yapılardı. Hemen yanında da müzikli oyunlar sergilenen odeon var es geçiyoruz. 🎶 😁

Tiyatroya girmeden soldaki merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Alttaki ikinci ve son fotoğraflardaki yolların taşları hep volkanik. Son karede görülen 3 tane yüksek taş özellikle konmuş. Şehirdeki binalardan çıkan her türlü su önlerindeki oluklar vasıtasıyla yollardan akıp mazgallara gidiyor. Şehir halkı ayakları kirlenmeden yürüsün diye böyle yüksek taş konuyor dolayısıyla kirli sulara basmadan karşıya gidebiliyorlar.
Boş sokakları görünce aklıma zamanın çocukları geldi acaba bu kadar iç içe evlerin olduğu yerde nasıl oynuyorlardı. Tahminimce zengin ailelerin kendi bahçelerinde. Şimdi ki apartman çocuklarından pek de farklı değildi herhalde. Neyse yine son fotoğrafta gözüken çeşme bütün sokak başlarında mevcut.
Genelde hep boş odalar ve mutfaklar olunca geçtik. Başka yerleri ve genelevi de es geçtik. 😉 Via Dell’Abbondanza – Bereketin bolluğun (ikinci fotoğraf) yolundan devam edip Forum’a geldik (üçüncü fotoğraf). Şehir zenginleri önemli konuları hep forumda toplanıp konuşurlardı yani forum bir iş merkeziydi. Çok büyük bu alan şehir yaşamının kalbi sayılır çevresinde adalet, kamu binaları, ticaret merkezleri ve pazarlar vardır.
Pompei, zengin ve ticaretiyle ünlü bir liman kentiydi. Tüccarların geliş gidişlerinde her hafta burada eğlenceler yapılırdı. Siyasi bir arena olarak da kullanılan forumda seçim zamanı adaylar tapınaklara gelir sonra seçmenlerini beklerdi. Forum aynı zamanda halkın dini törenleri izleme yeriydi.
Forumun hemen solundaki alan da Basilica Pompeiana- Pompei Bazilikası (ilk fotoğraf). Forum şehrin iş merkezi bazilika da onun borsası ve adaleti yürütme merkezi diyebiliriz ve şehrin en eski ve en güzel binasıydı. M.S 62 yılındaki depremde hayli yıkıma uğramış sonrasında yeniden restore edilmiş. Fotoğraflara tıklamayı unutmayın. 😁
Forumdan Vezüv’ün manzarası ise harika. Özellikle cephesini Vezüv’ü görecek şekilde tasarlamışlar. Alttaki fotoğrafın sol tarafında görülen üstü kapalı yer zamanın tahıl ambarı şimdilerde antik bulguların sergisi-deposu olarak kullanılıyor. Gezerken tekrar uğrayacağız.

Üstteki fotoğraf görülen yüksek sütunların olduğu yer Temple of Giove- Jüpiter tapınağı. Vezüv’ün bulutları tapınağın yüksek sütununu tüten baca yapmış. Alttaki fotoğrafta daha net görülüyor.
Jüpiter Tapınağı *Tempio di Giove* Jüpiter, eşi Juno ve kızları Minerva’ya adanmış. Tapınağın kutsal alanı iyonik kolonlarla çevriliymiş. Bu arada Aydın-İzmir sahilinin, Gediz nehrinden Küçük Menderes nehrine kadar olan bölgede yerleşen İyonya’lıların o yöreye verdikleri ad. Onların mimari stilleri de iyonik kolonlar oluyor. Tapınak ayrıca kutsal eşyaların ve şehrin hazinesinin saklandığı bir özel odaya sahipti. Ben yine dışardan görünen şeklini çekebildim.
Alttaki fotoğrafta görülen Apollon Tapınağının bugünkü buluntuları tapınağın M.Ö 2. yüzyılda yapıldığını bildiriyor. Apollon heykelinin hemen karşısında da Venüs heykeli var. Apollo-Yunan’da Apollon olarak bilinir. Sanat, şiir ve kehanetin tanrısıdır. Hastaları iyileştirir her yere güneş gibi doğar. Dini olarak Hıristiyanlığa dair tek bir şeye bile rastlanmazken Yahudi tapınağı varmış.

Sağından yine Foruma geçip kuzeydeki Neron kapısından geçeceğiz ama önce hemen sağda görülen yuvarlak üçlü kemeri görüyoruz. Marcellum Scavi zamanın marketi diyebiliriz kazılarda çok sayıda terazi bulunmuş. O dönemde üstü kapalıymış ve fotoğrafta görülen sütunlar çatıyı taşıyormuş. Ortada bir yuvarlak yer var çekemedim tabii muhtemelen balık satış yeri veya pazarıymış. Of hava ne sıcak inanılmaz.
Nero kapısını geçtik sola dönüp küçük bir bahçeden geçip antik banyo daha doğrusu saunalı meşhur Roma Hamamları‘na geldik. Bu hamamların çok büyük özellikleri de var. Kesinlikle kadın ve erkeklerin bölümü ayrıydı. Hamama halk da girerdi ve sınıf farkı gözetilmezdi. Elbette Pompei dekiler M.Ö yapılan hamamlardı.
Pompei’de hamam sayısı beş taneymiş ama önümüze çıkan hamam Terme Forum olunca onu gezdik. Duvar freskleri güzeldi. Freskler Tanrı Atlası temsil ediyordu. Yunan mitolojisinde Zeus’un ceza olarak Dünyayı omuzlarında taşıması görevini verdiği tanrı Atlas. Okyanuslara bile adı verilen Atlas. İlk fotoğraftaki yüz Roma mitolojisinde Neptün’ün yüzü alttaki Atlas’lara bakıyor. 😁 Taşıyın Dünyayı der gibi. İkinci karedeki duvar deliklerinden soğuk hava geliyormuş adına da frigider deniyor. Bizim zamanımızda da buzdolaplarına Frijder derdik. Üçüncü fotoğraf mangal. Ayrıca çok zenginlerin evlerinde bu özellikte hamam varmış.
Az çok tarihten bizim Efes harabelerinden bildiğimiz gibi hamamlar aynı zamanda bir sosyalleşme yeriydi. Gerçi Roma’lılara göre her yer sosyalleşmeye uygundur, tuvaletler bile. 😁 Efes’i hatırlayınız. Romalıların bu durum için önemli bir sözleri vardır *her ne ki, doğaldır yakışıksız değildir*. İş çıkışı girilen hamamdan akşam çıkarsan sadece yıkanılmaz tabii yemek yenir, oyun da oynanırdı. Neyse sıra ev gezmesine geldi. Bakalım misafir edilecek miyiz? 😁
Hala birçok yer kapalı restorasyon veya usta yokluğundan kapalı oluyormuş. Tıpkı önünden geçip gittiğimiz şu ev gibi. İlk fotoğraf adı *Casa del Poeta Tragico* Hüzünlü şairin evi diye biliniyor ama yine de adı bilinmeyen zengin bir tüccarın evi olduğu bulgusu mevcut. Kapının iki yanındaki boşluk dükkanmış. 1824 yılında ortaya çıkarılmış. İçinde Yunan mitolojisinden duvar mozaikleri ile freskleri varmış. Dışındaki tanıtım tablosunda bir de köpek resmi vardı ve kapıdan girebilseydik yerde *dikkat köpek var* yazılı mozaik varmış görecektik.
Pompeii önceleri bir liman şehriydi ve bu kalıntılar da zenginlerin semti, sayfiye yeriydi. Az çok ayakta kalmış bir yazlık evi gezdik. O dönemlerde zenginlere ait evlere *Domus*denirdi ve Pompei’de ailece oturulan bu tip ev örnekleri çokmuş. Ve çoğu villa tipi 6 odalı. Çatısız iç avlulu evlerin avlu kısmında misafir ağırlanırmış bizim Osmanlı tipi sofa yani.
Sıradaki işte bu tip bir evdi. Casa Del Fauno 1830 yılında ortaya çıkarılmış. Çok güzel bir bahçesi ile ikinci avluda bir de heykeli var. Fauno Villası adını da bu heykelden almış. Fauno, Roma mitolojisinde yarısı insan diğer yarısı keçi olan tanrı. Sonradan burada gördüğümüz gibi çıplak adam olarak tasvir edilmişler. Buradaki dans eden Faun heykeli kopya, aslı Napoli müzesindeymiş. İkinci fotoğraftaki mozaik Büyük İskender ile Pers Kralı Darius’un savaşını anlatıyor.
Geldiğimiz yollardan geri dönmeye başladık. Ve sonunda Granai del Foro– Forum Tahıl Ambarlarına geldik. Yukarda bahsetmiştim antik çağda tahıl ambarı olmuş şimdilerde antik eşyaların deposu durumunda. Kazılardan çıkan amforalar, çanak çömleklerden ziyade bizim en çok merak edip heyecanla beklediğimiz taşlaşmış insanlardan bir iki tane görebilmekti. İşte onlarda burada. Ve öğrendik ki, insanlar taşlaşmamış, üstlerine akıp onları örten lavlar zamanla taşlaşmış altında kalan insanlar sadece iskelet olarak kalmışlar. Evet soru şu peki neden taş gibiler. Cevabı vermeden önce fotoğraflarını görelim derim. İlk fotoğraf *Granai del Foro* ikincisi bir köpek ve son karede çıkan diğer kalıntılar ile daha sonra uygun yerlerine tekrar taşınmak üzere burada depolanan eşyalar. Onları yerlerinde gezdiğimiz evlerde hayal etmeye çalıştım keşke yerlerine konabilseler dedim.
Evet insanlar neden taş. Önce Pompei’nin nasıl yok olduğuna ondan önce de tarihte böyle bir faciaya yol açan Vezüv’ü biraz tanımamız lazım. Vezüv zamanında da şimdiki gibi etrafı bağlık bahçelik yemyeşil, yamaçlarında kurulu güzel şehirler olan volkanik bir dağ. İşte bu şehirlerden biri olan Pompei zengin insanların köleleriyle yaşadığı zamanın bir şehriydi.
Şu güzelim manzarası ile sessiz ve sakin görünen Vezüv yüzyıllardır püskürmemiş. Kraterine yakın yerlerdeki kayaların haricinde faciayı hatırlatan bir durumu da yok (hala aktif bir volkan). Oysa Vezüv facia öncesinde püskürmüştü ama hiç kimse fark etmemişti. Hatta M.S 62 yılındaki yıkıcı depremin sebebi Jeologlara, Vezüv’ün patlamaya hazırlandığını için için homurdanıp patlamadan ağzını mühürlemiş olduğunu düşündürmüş. Ve elbette ki konu bilgisi olmayan daha önce Vezüv’ün patlamasına şahit olmamış Pompei halkının da bir felaket olacağı aklına gelmemiş zaten yıllardır süre gelen depremleri de artık kanıksamışlardı.
M.S 79 yılının 24 Ağustos’una gelindiğinde Vezüv ilk haberi vermiş dumanını tüttürmeye başlamıştı. İlk defa bir patlama olacağını hisseden akıllı zenginler şehri hemen terkeder. Birçoğu da neme lazımcılıkla olayı önemsemez. 25 Ağustos’ta görgü şahitlerine ve jeolojik incelemelere göre öğlene doğru beyaz kül denen *Piroklastik akıntı*-içeriği volkanik taş, cam ve minerallerden oluşur düşmeye düştüğü yerde patlamaya başlar ve insanları öldürür evlerin çatılarını yıkar şehrin sokakları taşlaşan bir tabakayla kaplar.
Bir süre sonra tahmini 20 dakika diye belirtiliyor Vezüv korkunç bir sesle patlar. Gücü Hiroşima’ya atılan atom bombasından kat ve kat fazladır. Gökyüzüde bulut nedeniyle kapkara olunca insanların çoğu limana kaçmaya başlar ama Vezüv’ün lavları akmaya başlamıştır önlerini göremedikleri için karanlıkta lavlara doğru gidip ölürler. Bir kısım halk da kendini eve kapatıp kapıyı pencereyi kilitleyip kendilerini korumaya çalışırlar. Ama korkunç patlamayla oluşan sıcaklıkla havanın oksijeni karbon gazına dönüşünce boğularak ya da çöken çatılarının altında ezilerek hayatlarını kaybederler. Birkaç saat içinde tahmini 2 bin insan ve diğer canlıların üstü küller tarafında örtülünce de Pompei bir mezarlığa dönüşür.
Vezüv 3 gün daha kızgın küllerini Pompei üzerine yağdırır ve şehir iyice sessizliğe, tarihe gömülür ta ki, 1748 yılına gelene dek. Aslında 1599 yılında Sarno nehrinin akış yönü değiştirmek istendiğinde bulunmuş. Ama çağırılan mimar, fresklerdeki resimleri çok açık hatta erotik bulunca tekrar bulunduğu yere gömmüş. 🤭 Sonraki ilk keşif 1700 lü yıllarda diğer şehir Herculaneum’da başlamış.
Pompei’nin bulunuşu 1748 yılında Napoli ve Sicilya kralı olan III. Carlos de Borbon tarafından gerçekleştirilmiş. Çok ani ve feci ölümü düşünmek bile çok acı ve korkunç. Bu felaket sonucu insanlar o an ne yapıyorlarsa hangi şekilde öldülerse o şekilde bozulmadan taşlaşan lav tabakasının altında kalıyorlar. Aynen alttaki fotoğraftaki gibi. Pompei’de görmedikçe olanlara inanmak çok zor. Özellikle ilk karedeki insan muhtemel sözünü ettiğim evinde kendini korumaya almış biri. Ağzını kaşkol gibi bezle sarmış bir köşeye çömelmiş. Diğer ikisi muhtemelen uyuyorlardı.
Evet nasıl taşlaşmışların cevabını vereyim. İlk buluntularda insanların iskeletleri çeşitli pozisyonda otururken, yatarken bulunmuş. Zira külün altında kalan vücutların yumuşak dokuları çürümüş yok olmuş ama onları kaplayan kül taşlaşmış ve vücudun her detayını görünür kılmış. Arkeolog Guiseppe Fiorelli kısa zamanda insanların duruş şekillerini bozmadan çıkarmak için açılan deliklerden içeri alçı doldurması gerektiğini keşfetmiş. Ve sonuç; İnsanlar cezalandırıldıkları için taşlaşmamış onları taş yapan Arkeologlarmış. 👍
Tüm bu olayların oluş şekli de bulunan materyallerden ve zamanın görgü tanığı olan genç Pliny’in arkadaşına yazdığı mektuplardan öğreniliyor. Genç Pliny’in amcası olan yaşlı Plinius Roma donanmasının komutanıydı ve o sıralarda gemileri ile Herculaneum’un yakınında demirliymiş. Amcası ile birlikte kalan genç Pliny Vezüv’ün patlamasını ve amcasının gemileri ile insanların yardıma koşması sırasında ölümüne de şahit olmuş hatta kayıt altına almış.
Öyle ki, bu tip volkanik patlamaya Pliny’nin anlattığından dolayı *Plinian patlaması* diye atıfta bulunulmuş. Geldiğimiz yoldan geri otobüsümüze biniyorken biz de elveda Pompeii yaşadıkların hiçbir şehrin başına gelmesin diyoruz.
Rotamız İtalya’nın fiyortları Amalfi kıyılarının batı sahilindeki en renkli köşesi Sorrento’ya doğru. Pompei ile Sorrento arası 30 km toplamda 1 saati buldu. Napoli körfezininin sunduğu harika manzaralar eşliğinde Sorrento gözüktü.

Sorrento’ya geldik, merkeze doğru yürüyoruz. Renkli bir ortam var henüz deniz gözükmüyor.

İtalya’nın Campania bölgesindeki en nadide şehirlerinden biridir diyen Enis rehberimiz; Size Amalfi kıyılarının unutulmaz güzelliklerini sunan bir yere götüreceğim sonra zaten bir avuç olan şehri keyfinizce gezin. Ve haydi Falezlere gidiyoruz ama denize yakın olmak istiyorum diyorsanız ücretli asansöre bineceksiniz ya da epey bir basamağı göze alıp yürüyeceksiniz dedi. Alttaki fotoğrafta görülen La Piezzetta buluşma yerimiz oldu hemen sağındaki yoldan Via Luigi de Maio’dan yürüyoruz ve seyir terası olan halk bahçesine geliyoruz.
Amalfi kıyıları 40 km uzunluğunda ve Salerno’dan Sorrento’ya kadar uzanan sahil yoludur. Kıyıların falezleri mimarı efsaneye göre Herkül’müş. Herkül Yörenin en güzel kızı Amalfi’ye aşık olur. 💘 Ama vuslata eremeden Amalfi genç yaşta hayatını kaybeder. Aşkının yokluğuna çok üzülen Herkül Amalfi için and içer ve ey Amalfi seni senin kadar güzel bir yere gömeceğim diyerek bu muhteşem falezli kıyıları oluşturur. Aşk bu her şeyi yaptırır. Alttaki ilk fotoğrafta falezlerden muhteşem manzara ve görünen liman Marina Piccola. İkinci fotoğrafta yürüyerek gidilen yol görünüyor. Son kare de evlerin kayalardaki konumu çok güzel. Bu kayalar suların erozyonu ile oyulmuş tüf denen volkanik kayalıklardır.
Şehri gezmek daha cazip geldi. Haydi dedik buluşma saatine kadar dolaşalım. Aynı yoldan geri döndük. Küçük bir park vardı Piazza Sant’ Antonino meydanı. Buradaki bankta bir süre oturduk. Ben arkadaki heykeli çektim. Şehrin koruyucu azizi Sant’Antonino’nun heykeli. Hemen karşısında bazilikası ara sokakta da Bazilika isimli restoran vardı malum yemek için değil el yıkamak için gerekti. 😉
Via Luigi de Maio’dan devam ediyoruz. Küçük ve dar sokaklar yani klasik İtalyan şehir planlaması, dar balkonlu mimari yapılar ve renkler yöreye uygun. Sorrento limon bahçeleri ve limondan yapılan likör diyeyim *Limonçello* ile meşhur. Bizim Aydın’ımızda olduğu gibi sokaklar Turunçtan geçilmiyor ama madem limonları meşhur sokakta çok Limon ağacı olabilirdi.
Şu sokaklardan geçince köşede gördüğümüz Santuario del Carmine Barok tarzı Katolik kilisesiymiş. Yarısı nerde dedik yanındaki bina ile yapışık yapılmış binada da bar işletiliyor ve adı Bar del Carmine. 😁 Hemen yanındaki Corso İtalya Caddesi. Marka satan lüks mağazaların olduğu cadde. Eğer limon bahçelerine ve aşağıdaki plajlara gitmek isterseniz her yere işleyen tren şeklinde yerel araçlar ile hop on hop off otobüsler de var.
Alış veriş yapmadığımız için Piazza Sant’ Antonino’ya dönerken geçtiğimiz güzel sokaklar.
Bu kez Sant’Antonino’nun heykeli solundaki sokaklara girdik. Karşımıza önce S. Antonino Pizza çıktı ambiyansı çok beğendim. Az ötesinde harika tablolar var. Tabelasında ahşap boyama workshopları düzenlenir yazıyor.
Sokağın az ilerisinde restoranın bitişiğinde harika bir market, inanılmaz renkli ve hepsi el yapımı makarnaları var. İtalya’yı severdik biraz daha sevdik. Sokağın adını da öğrendim Via Santa Maria delle Grazie. Zaten bu güzelim sokaklar bana karşılıklı sohbet eden samimi arkadaşların varlığını hatırlatıyor. İçim sevecenlikle doluyor zaten yapım gereği gülümseyerek gezince yanımdan geçen herkes de otomatikman bana gülümser. 😊
Yine el yapımı sandaletleri meşhurmuş. Sorrento’da denize girmeyecekseniz, limon bahçelerini gezmeyecekseniz şehir içinde gezi bu kadar bir de tarihi Katedralleri varmış görülebilirmiş. Ah elbette Pizza yemeden dönülmez burası İtalya. 🍕🍕Bunca geziyi bile yerel rehberler 2 saatte bitiriyorlarmış. Evet yani biz de ufaktan buluşma yerimize dönebiliriz.
Buluşma yerine geldik çevrede görülen ünlü pizzacı ve barlar ile son bakışlarla hoşçakal Sorrento diyoruz.
Yolumuz Napoli günlük rotamız henüz bitmedi. Geldiğimiz gibi gideceğiz yolumuz malum 1 saat.
Napoli,Benim için Sophia Loren‘in şehridir. İtalyan sinemasının hatta bizim artistlerimizin bile film çektiği muhteşem şehir. Evet Campania bölgesinin başkenti olan Napoli tarihi dokusu ile ihtişamlı M. Ö 4. yüzyılda Romalı’lar tarafından fethedilince Neapolis adını almış çok eski bir şehirdir. Her ne kadar yoğun nüfusu ve suç oranı çokluğu ile tanınsa bile her şehir güzeldir. ☺️
Ve en muhteşem yanı da Napoli’nin arka planındaki büyüleyici duruşu ile Vezüv yanardağının varlığıdır. Sırasıyla; Normanlar, Aragonlular, Bourbonlar ve Fransızlar tarafından yönetilmiş. 1997 yılında Unesco Dünya Mirası listesinde de yerini almıştır.
Gemiden ilk çıktığımızda dikkatimiz sağlam duruşu ile Castel dell’Ovo kalesi çekmişti. Sorrento dönüşü otobüsten limana yakın Piazza Trieste e Terento meydanında indik. Aman dedi rehberimiz çarpılmayın çantalara dikkat dedi. Gündüzleri pek sorun yok ama yine de ara sokaklar Napoli’nin mafyası Camorra’nın mekanıdır girmezseniz iyi olur dedi… Biz de aklımızda dedik 😁 ve fazla ara sokaklara girmeyiz zaten yorgunuz. Benim aklım kalede zaten tüm şehir tamirata alınmış binaların hepsinde iskele kurulu. Evet Fontana Del Carciofo Çeşmesi’nin etrafı kafe ve barlarla dolu, gezi için faytonların durağı da burasıymış. Bu arada Carciofo -Enginar demekmiş.



Vakit çok dar kaleyi de görmeliyim çeşmenin fotoğrafını çekip hemen Vittorio Emanuele III. caddeden yürüyerek kaleye gittik. 1279 yılında yapılan tipik bir Orta Çağ kalesi. Denizin üzerine inşa edilen kale Kraliyet sarayı olarak kullanılmış. Kral I. Charles merkezi Palermo’dan Napoliye aldığında adını yeni kale anlamında Castel dell Nuovo koymuş.

Görüntüsü çok heybetli Castel Dell’Ovo’nun içinde pek bir şey bulamadık. Ama kale girişi harika. Ve kapıdan bir detay.
Vakit de dar üstelik kale yolunda siyahi çanta vs. satanların yoldan insanları çevirmelerinden etkilenmeden gemiye doğru gidiyoruz. Artık Napoli’ye ve dolayısıyla Vezüv’e de elveda diyoruz.
Son Vezüv karesiyle,
Yeni bir limanda buluşuncaya dek sağlık ve sevgiyle kalınız.💞💞💞