BİRLEŞİK KRALLIK ve İRLANDA-İSKOÇYA-4-*Gretna Green*

Merhabalar güzel İskoçya gezimize kaldığımız yerden devam ediyor Glasgow’dan yola çıkıyoruz tarihimiz 4-Ağustos-2019.

Güzel bir otoban yolculuğu yapacağız yolumuz Liverpool’a ve iki mola halinde 5 saatlik bir yolculuk olacak. Bir buçuk saat sonra ilk mola yerimiz aynı zamanda İskoçya’dan çıkacağımız, İngiltere-İskoçya sınırı diyebileceğimiz Gretna Green Köyündeyiz. Gretna Green’den iki saat sonra da Manchester City’de mola vereceğiz. Gretna Green çok büyük bir mola yeri, ayrıca kaçak sevgililerin evlenme mekanı. Tabiki şimdilerde güzel kır düğünü yapılan, her türlü organizasyonu isterseniz planlayan bir yer. Lokantası, alışveriş yapmak için de yöresel eşya satan butikleri var. İlk dikkatimi çeken park yerindeki demirden yapılmış hayli büyük deve dikeni sembolü oldu malum Thistle -Devedikeni İskoçya’nın milli çiçeğidir.

1-IMG_0985

Uzun bir mola değil o nedenle bir yandan anlatayım bir yandan da fotoğraflamaya bu kare ile başlayayım; el eleyiz diyor.

2-IMG_4522
İskoçya-Gretna Green

Gretna Green İngiltere sınır sayılabilecek bir yerleşim yeri 1700’lü yıllarda köydü. Kaçak sevgililerin evlenme mekanı olarak ünlenen Gretna Green’in iki de hikayesi var.

      İlki; Orta çağın feodalite sisteminde mal ve toprak sahibi Senyörler vardı. Köylü eker, biçer hasılatın hepsini senyöre verir ölmeyecek kadarı kendine kalırdı. Kralın verdiği ünvanlarla bu senyörlere en aşağıdan itibaren sırasıyla Baron- Kont-Marki ve Dük denirdi. Toprak sahibi oldukları gibi köylünün de sahibi olur her türlü yaşamlarına müdahale ederlerdi. Evlenmek gibi 😉 Evlenmek isteyen gençler Senyörden (burada Kont diyeyim) izin alırlardı ve Kontların evlenecek kızlarla ilk geceyi geçirme hakkı vardı. Şayet gençler bu hakkı vermek istemezlerse… İşte hikaye tam burada başlıyor; Gretna Green’de yaşayan bir demirci varmış ve aynı zamanda bir din adamıymış. Gretna Green de İngiltere sınırına çok yakın, İskoçya’nın son sınır köyü üstelik anayol üzerinde. Kaçak aşıklar sabaha karşı gizlice sınırı geçer buraya gelir iki de şahit bulur evlenirlermiş. Demirci din adamı nikahlarını kıyarken örsüne vurur sizi mühürledim diyerek evliliği onaylarmış. 

İkincisi; İngiliz Lord’lar evlilikleri kısıtlamak için bir yasa çıkarıp, ebeveynin izni olmadan ve 21 yaşı doldurmadan evlenmeyi yasaklar. Üstelik kilisede evliliği zorunlu tutarlar. Kaçamak yapan gençler de İskoç yasasının iki tanıklı söze dayalı evlilik yasasını fırsat bilip sınıra en yakın İskoç köyü olan bu Gretna Green köyüne kaçarak iki tanık eşliğinde evlenip geri dönerlermiş. İngiltere’deki Kontun burada hükmü olmadığı için de bu evlilik geçerli olurmuş.En güzel örnek anlatım, okuyan varsa İngiliz kadın yazar Jane Austen bu kaçak aşıkların evliliklerini ‘Gurur ve Önyargı’ romanında işlemiştir. 

Gretna Green 1724 yılından bu zamana kadar hala evlilikleri örs ile onaylarmış. Hatta birkaç başka düğün mekanı da nikahları demirci örsüyle mühürlüyormuş. Hala her yıl onlarca genç -yaşlı çift evlenmek için bu şirin İskoç köyüne geliyor. Örs içerde bir yerdeymiş ben bulup fotoğrafını çekemedim. Ama çiftlerin fotoğraf çekildikleri dekorları pek güzeldi. Bir not daha girişte 30 küsur dilde yazılanların biri de türkçe *Hoş geldin* idi. 👏👏👏💞

Grup arkadaşlarımızdan Akyüz ailesi’ne buradan selam ve sevgilerimi iletiyorum. 💞

4-IMG_0980
İskoçya-Gretna Green

Evlenmeden önce sanırım veya mühürlendikten 😁 sonra bu aşk duvarına kilit asıyorlar ki, aşkları sonsuz olsun. Köprüde kilit çok gördük ama duvarda hiç görmemiştim. 

5-IMG_0982
İskoçya- Gretna Green

Demircinin örsünü bulamasam da  tarihten kalma demircinin yaptığı tarım aletlerini buldum.☺️

6-IMG_4528
Gretna Green

Bahçe düzenlemesi güzel bir yerdi.

IMG_4527

IMG_4523 kopyası

Bu da aşkımız aynı kilt içinde daim olsun diyor sanırım. 🤷‍♀️💞😁

6-IMG_4518

İlk Molamızla birlikte İskoçya gezimizin de sonuna gelmiş olduk. İki saatlik bir yolculuk sonrasında Birleşik Krallık’ta Manchester City’de olacağız. Bol kiltli gaydalı olmayan bu gezimizden yine de çok güzel yaşamlar, anılar ve bilgilerle dolu olarak dönüyoruz. İskoçya’yı çok sevdik. Birleşik Krallık’ta daha göreceğimiz birlikte gezeceğimiz çok güzel yerler var. Elveda İskoçya diyor yeniden Manchester City’de buluşana dek sevgiyle kalın. ❤️❤️❤️

BİRLEŞİK KRALLIK-İSKOÇYA-3- Edinburgh

Merhabalar, hala 3-Ağustos-2019 dayız ve Kelpies atlarından ayrıldıktan 35 dk. sonra Edinburgh’a geldiğimizde saat 12.30 olmuştu. Panoramik şehir turuna başlıyoruz. Öncelikle yine yol boyunca Sinan Ercan rehberimizden Edinburgh hakkında edindiğim bilgileri vermeye başlıyorum.

Edinburgh

Unesco-Dünya Miras listesindeki Başkent Edinburgh 1400’lerden beri neredeyse 700 yıldır İskoçya’nın başkentliğini yapıyor. Çok önce 800’lü yıllarda İskoç krallığının başkenti Stirling idi. Ayrıca şehrin en eski yapısı Edinburgh kalesinin içindeki Azize Margaret şapelidir ve 1100’lü yıllardan kalmadır. Şehir; önce çok tepede olan ancak şimdilerde şehrin içinde kalan Edinburgh kalesinin çevresinde, etkileyici bir volkanik kayanın -Castle Rock deniyor-tepesinde kurulmuş. 1700lere kadar sadece o kalenin içindeydi ve o tarihten itibaren önündeki Royal Mile denen cadde ile bilinir. Şehir daha sonraları III. ve IV. George’lar döneminde aşağıya iniyor.

Birleşik Krallık, bilinen Kral ithalinde; (bu benim kişisel görüşümdür öyle ama krallar, kraliçeler hep dışardan olunca ithal olmuş sayılır 😁) İngiltere tahtına Almanya’dan gelen George isimli birçok kral vardır. Bu dönemlere Georgelar dönemi denir. 1700’lerin ortasında İskoçya’ya Kral III.George gelir. Her ölümlü gibi adı bu dünyada baki kalsın diye kendi adıyla anılan yapılar, mahalleler, anıtlar inşa etmeye başlar. Kale yani şehir tepede inişi, çıkışı zor, George’da Almanya’dan gelmiş şehircilik bilgisi var. Aşağıdaki boş arazide yeni bir şehir kuralım benim adımı taşısın diyor. Şimdi tek gibi iç, içe geçen şehir o dönemlerde de iki taneymiş. İngiltere’de gördüğümüz gibi George dönemi mimarisi tam bir ortaçağ havası hakim, sadece volkanik taş olduğundan renkler siyah gibi. Otobüsümüz güzel bir yerde durdu binalar muhteşem. İlerde görülen saatli bina The Balmoral şimdilerde otelmiş.

Calton Hill Edinburgh’un en güzel manzaralı ve meşhur yarım kalmış Atina Akropolü ile tanınan, İskoçların her türlü kutlamaları yaptığı, mesire yeri bile diyebileceğimiz bir tepe.

IMG_0830a
Edinburgh- Princes street-The Balmoral-Regent Road

Tepeye merdivenle 5 dk’lık yolumuz var burası güney tarafı. Kuzeyde de bir girişi var diyen rehberimiz ile yürürken bir yandan anlattıklarına kulak veriyoruz bir yandan foto çekiyoru(m)z. Haydi buyurun birlikte gezelim.

3-IMG_0860
Edinburgh- Calton Hill çıkışı

       Arada bir anıt vardı Önder’in gözünden kaçmamış. Dugald Stewart Monument. Dugald Stewart 1786-1828 yılları arasında Edinburgh Üniversitesinde 42 yıl ders vermiş Ahlak Felsefesi (Etik) Profesörü, çok iyi bir hatip, zamanının da en iyi filozofuymuş.

4-IMG_4411
Edinburg-Calton Hill- Dugald Stewart Monument

Yeşillikler içinde gidiyoruz önümüze ilk defa gayda çalan iki genç çıktı. Yine fotoğraf çekmek isteyenlerin çokluğu nedeniyle ancak bu kareyi alabildim. 🤷‍♀️ İyiki kaçırmamışım görüp göreceğimiz etekli İskoçyalı anca bu kadarcıkmış. 😔😔😔 Tam bir hayal kırıklığı.

6-IMG_0833
Edinburgh- Gayda çalan grup

5-IMG_0832
Edinburgh-Old Observatory hause

Tepeye çıkmak üzereyiz karşımıza bu tarihi bina çıktı. Önceleri şehir gözlemevinin misafirhanesi gibi yapılmışsa da kısa bir süre gözlemevi olmuş. Şimdilerde otel olarak kullanılıyor. Güneşi gören herkes çayır-çimen yayılmış. Biraz yürüyünce karşımıza yıkık bir Yunan akropolü çıktı, şaşırdık tabii. 😳😉 Zira buralara Roma ve Yunan hiç gelmemiş yaşamamıştır.

IMG_0857
Edinburgh- Calton Hill-Atina Akropolü-“National Monument”

İskoçlar aydınlanma çağına Avrupa’dan yüzyıl sonra çok geç girdiler ama arayı çabuk kapattılar. Antik Yunan ve Roma buraya hiç gelmemiş dolayısıyla da hiç etkileri görülmez. Ama aydınlanma döneminde yani 1700’lerde dönemin en önemli yapısı olarak yapılmıştır. Akropol bitmemiş anıttır. Waterloo zaferinden bir yıl sonra yapımına başlanan anıt; savaşta ölenlerin anısı içinmiş. Atina’daki Panteonun benzeri replikası olması; antik Yunan ve Roma kültürüne bir selam, bir göndermedir. Mali nedenlerden yarım kalıyor. Sonraları da tamamlanması için destek görmeyince böyle kalmasına karar veriliyor. Merdivenlerinde yayılmak herkesin hoşuna gidiyormuş. Kısaca İskoçlar için *National Monument* ulusal bir anıttır. 🏴󠁧󠁢󠁳󠁣󠁴󠁿🏴󠁧󠁢󠁳󠁣󠁴󠁿🏴󠁧󠁢󠁳󠁣󠁴󠁿🏴󠁧󠁢󠁳󠁣󠁴󠁿🏴󠁧󠁢󠁳󠁣󠁴󠁿

Calton Hill’de yapıları iyice gözlemlemek ve fotoğrafını çekmek için koşturuyorum. Bir tepe bulduk manzara olağanüstü güzeldi. Öyle ki, deniz bile görünüyor. Edinburgh festivallerinin Ağustos ayında bir araya geldiğini öğrendik ve Festival finalinde havai fişek gösteri yeri burasıymış. Çok severim kesin eğlencelidir. Evet manzaraya bakalım.

6-IMG_0836
Edinburgh-City Observatory- Şehir gözlemevi külliyesi

       Sağdaki Royal observatory kraliyet gözlemevi. Bizim bildiğimiz Greenvich’tir ama Britanya’da birkaç tane daha gözlem evi var. İskoçya’daki de burasıydı ama artık çalışmıyor. Birkaç ay önce de müze olarak açılışı yapılmış. Yenisini kuzeyde bir yere almışlar.

7-IMG_0837
Edinburgh- Calton Hill-Nelson Monument

       1805 Trafalgar zaferi komutanı Amiral Nelson anıtı. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında Osmanlı, İngilizlerden yardım istemiş Amiral Nelson bölgeye gitmiş, Fransız donanmasını imha etmişti. Bu yardımı karşısında Osmanlı devleti Nelson’a üstün hizmet nişanı vermiş, Nelson da bu nişanı gururla yakasında taşımıştır. Bu anıtta şimdi kullanılmayan, gemilerin kronometrelerini ve saatlerini ayarlamaya yarayan bir düzeneğe sahipmiş. Anıta doğru tırmandım manzara harikaydı.

IMG_0847
Edinburgh- Calton Hill

Sol tarafımda bu güzel yapı vardı araştırdım Apex -Waterloo Hotelmiş.

IMG_0843
Edinburgh-Apex Waterloo Hotel

Önder’in seslenmesiyle yöneldiğim tarafta çalılıklar fotoğraf çekimime engeldi. Üstüne benim de boyum yetmedi 😁 ama yine de fena çekmemişim Hollyrood Sarayı. 💃

IMG_0852ss
Edinburgh-Hollyrood House

Tarihte Haçlılar kutsal topraklara gidip Kudüs’ü Müslümanlardan kurtarmak için yaptıkları seferden yenilgiyle dönerken bazı şövalyeler hatta din adamları da Hz. İsa’nın çarmıhının parçası olduğunu iddia ettikleri çeşitli ahşap parçalar getirdiler.

Bakınız İsa’nın ölümünden 1200 yıl sonradan bahsediyoruz. Bu ahşap parçalarını kutsal emanet sayıp saklamışlar. Elbette doğru mu? değil mi? bilemiyoruz. Sonra da Avrupa dahil dört bir tarafa yayarken şövalyeler bir tanesini de buraya getirmişler ve bu kutsal emaneti korumak için de bir manastır inşa etmişler. 1200’lü yıllarda inşa edilen bu manastıra da Holyrood adını vermişler. Yani kutsal çarmıh manastırı. Sonraki yıllar VIII. Henry gelip manastırları yıkıp Katolikleri yok edince İskoçlar Protestanlığı hemen kabul etti demiştik. O dönem bu manastır yıkılmayıp el konuluyor ve Protestan ibadethanesi yapılıyor. Hemen yanında da bir saray inşa ediliyor. Günümüzde kraliyet ailesinin en önemli ikinci konutu olarak geçen Holyrood House -Holyrood sarayı oluyor.

İskoçlara çok önem verdikleri için Kraliçe Elizabeth ve eşi yaz aylarının 6-7 haftasını İskoçya’da geçirirken 3 haftasında Holyrood House’da kalırlar. Şimdilerde de Londra’dan ayrılmış muhtemelen buradaymış. Bu saray tamamen İngiliz Kraliyet ailesinindir hiçbir dönem İskoç kralları kalmamıştır yani İskoçya kraliyeti ile bir ilgisi yoktur.

Ve gidişe yürürken son bir manzara.

IMG_0846
Edinburg-Calton Hill- City Observatory

Dönüş yolumuz yine aynı yerden.

13-IMG_0858
Edinburg- Calton Hill dönüş yolu

2-IMG_0861

Başlangıçta fırsat bulup çekememiştim. Deniz’im oğlum sağolsun tercümesini yaptı varolsun, buradan da tekrar teşekkür ederim. 😘

Calton Tepesine Hoşgeldiniz; Bundan 340 milyon yıl önce yıkıcı bir volkanik aktivitenin sonucu oluşturduğu ve Buzul Çağı boyunca buzullar tarafından oyulmuş olan Calton Tepesinin uzun ve sürükleyici bir tarihi vardır.

1724 yılında Edinburg Belediye Meclisi, Calton Tepesini satın almış ve burayı Britanyanın ilk halka açık parkı ilan etmiştir. 1775 yılında, ise Tepe’nin etrafını dolaşan ilk patika ‘bu kalabalık şehrin mukimlerinin keyifi, eğlencesi ve sağlığı adına….’ inşa edilmiştir. Günümüzde Calton Tepesi, Eski ve Yeni Edinburgh’un Dünya Mirası kapsamında sit alanın bir parçasını oluşturmaktadır. 

Kısaca kalanı ben ekleyeyim. Nelson anıtına da 143 adımda çıkılıyormuş. Kapalıydı biz çıkamadık. Manzara oradan daha güzel görünüyormuş.

Tekrar otobüsümüze bindik. Trafik çok yoğun ve birçok cadde geçişe kapatılmış. Efendim Ağustos ayı, İskoç’ların festivallerinin bir araya toplandığı bir ay. Yani sokak arşınlamak hayli zor olacak gibi bakacağız artık.

15-IMG_4433
Edinburgh- Parlamento binası

      Otobüsle Holyrood Sarayının önünden geçiyoruz fotoğrafını çekemedim ama bu güzel pencereli modern bina İskoç parlamentosunu yakalamayı başardım. Parlemamento’nun çok değişik yapılı pencerelerine bakıp kalıyorum. İnebilseydik fotoğraf da çekerdik. Neyse işte başlangıçta adı geçen Royal Mile-Kraliyet mili anlamındadır tam buradan başlıyor dümdüz. Amaaa yokuş 😁 yukarı hiç sapmadan çıkarsanız Edinburgh Castle-kalenin tam kapısına kadar gidersiniz. 

    Nedir bu Royal mile? Biraz hikaye edelim; Royal Mile uzunluğu gerçek anlamda bir mil ve artı 150 yarda imiş. Bir yarda ortalama bir insan adımıdır diye biliyoruz, adındaki mile’den 150 yarda yani 150 adım fazlası varmış. Rivayet o ki, hesaplamayı yapan o sırada çok fazla viski içmiş.😁 Olsun o kadar burası viskinin memleketi. 🥃🥃🥃 Royal Mile’n bu kısmının adı Canongate yani Topkapı demektir. Bizim Topkapı gibi bir semttir.

Nihayet otobüsten indiğimiz yer Grassmarket. Hemen karşımızda bizim pazarlar gibi kurulmuş tezgahlı çok kalabalık bir yerdeyiz. İnanılmaz güzel binalarla dolu. Edinburgh Avrupa’nın ilk apartmanlaşan şehirlerinden birisi olarak bilinir. Yani yüksek binalar 200 yıldır var ve birçoğu halen sapasağlam. Kayalık olduğu için yatay gelişemeyince dikey gelişmişler.

17-IMG_0865
Edinburgh-Grassmarket

İnci-boncuk vs varmış hanımlardan bir koşu bakanlar olmuş. Alış-veriş serbest zamanda diyen rehberimizin peşinden yokuş yukarı çıkıyoruz. Ama bilgisi de şöyle; Burası çok önceleri göçmen mahallesiymiş önce İtalyanlar gelmiş, sonra anlatmıştım kıtlık döneminde de İrlandalılar gelip yerleşmişler. Önceleri hayvan pazarıymış. 1600’ün sonlarında idamların yapıldığı yer olmuş. 

Bir hikaye buldum severim ya; yine bu yıllarda genç bir kadın evlilik dışı çocuk doğurur ama çocuk ölü doğar. Din baskısından korkan kadın doğumu saklar. Bir şekilde durum öğrenilince kadını cinayetle suçlayıp bu meydanda asarlar. Yine hikaye bu ya kadın gömülmeye giderken dirilir. Aynı suçtan ikinci kere ceza alınmadığı için de sonraki hayatında mutlu mesut yaşar.  Mutlu sonlara bayılırım.

16-IMG_0864
Edinburgh-Grassmarket

Alış-veriş sonra serbest zamanda bir yer daha gezelim diyen rehberimizin peşinden yokuşu tırmanmaya başlıyoruz. Yokuşun adı Cradlemaker Row. Biz gezimizi Old Town-eski şehirde yapacağız. Yeni Şehir için vakit yok buraya günü birlik geldik tekrar Glasgow’a döneceğiz.

18-IMG_0866
Edinburgh Cowgate

Biz sağdan devam edeceğiz. Buraları hayvan pazarı demiştik ya cowgate adı ondan olmalı. Aşağıdaki fotoğrafın özelliği; Binanın üst katındaki (ikinci kat sağdaki açık pencere) cafe- o zamanki adı Nicolson’s Cafe- ve karşısında yer alan mezarlık, K. J. Rowling’in hayat hikayesindeki dönüm noktasıdır. Birçok çocuğun hatta büyüklerin bile sevdiği Harry Potter kitabını bu pencere önünde oturup mezarlığı seyrederken yazmış ve milyarder olmuştur. Şimdilerde kafe hala var yukarı çıktığımızda fotoğrafını eklerim. Bu kez adı The Elephant House.

19_IMG_0869

Evet yokuşa devam. Bahsi geçen mezarlığa giriyoruz. Kapıda Edinburghluların en iyi arkadaşı yazılı bildiğimiz fino-Yorkshire Terrier cinsi köpek resimli levha var. * Grayfriars mezarlığına ve Kirk’e hoş geldiniz* yazıyordu. Bobby isimli bu sevimli köpekle hayatının son iki yılını geçiren Edinburgh polis memuru John Gray ölünce (1858) Bobby tam 14 yıl boyunca John’un mezarının başında yaz-kış demeden bekliyor. Karşılıksız sevginin, sadakatin sembolü olarak İskoçya halkının sevgisini kazanan Bobby Belediye meclisince de koruma altına alınır. Ölünce de John Gray’in yakınına buraya gömülür yıl 1872. Herkesin mezarına çiçek konurken onun mezarına oynamayı sevdiği çalı-sopa koyuyorlardı.

20-IMG_4485
Edinburgh-Bobby’nin mezarı
21_IMG_0871
Edinburgh- Greyfriars Kirkyard mezarlığı

Kapının hemen çıkışta sağında Bobby ile ilgili hediyelik eşya satan yer solunda da Grayfriars Bobby cafe var. Bu kez sola dönüyoruz.  George IV Bridge-köprüsünden ileri geçeceğiz Edinburgh kalesine. K. J. Rowling’in şimdi adıyla The Elephanth Cafe. 

23-IMG_0930
Edinburgh-Harry Potter romanının yazıldığı kafe

Taxi’leri sevimli ve yine küçük. Arkadaki bina National Müze.

22-IMG_0873
Edinburg

Hemen karşıda dikkatimden kaçmış. Bobby’nin burnunu ellemek uğur getiriyormuş. Ay millet nelerden umut bekliyor inanılmaz. Yakalamışken çektim.

49-IMG_0975
Edinburgh

Gezelim yorulduk mu? Kaleye doğru gidiyoruz ilerde soldan sapacakmışız.

24-IMG_0872
Edinburgh -George IV Bridge

Yol üstünde gördüklerimiz. Barlar, kafeler alttaki güzel yapı bir yardım kuruluşu.

25-IMG_0874
Edinburgh-George IV Bridge

İlerde sağda görülen mavi bayraklı gibi yapı National Müze.

26A-IMG_0931
Edinburgh-George IV Bridge

    Hazır George adı geçmişken yazmadan geçemeyeceğim. Burası IV George köprüsü ve buralar Old eski şehir, George caddesi ise yeni şehir kısmında kaldı. Kral George’un şehri nasıl planladığından bahsedeceğim diye anlatan Sinan rehberime kulak verelim. 👍

     George’lar döneminde yapılanma var demiştik. Kral George da bir ölümlü nihayetinde anı, şanı alsın yürüsün ister. Bunun için şehrin en uygun yerinde karşılıklı iki büyük meydan yaptırıyor. Birine İskoçya’nın koruyucu azizi Andreas’ın adını veriyor diğerine George meydanı yani İngiltere’nin koruyucu azizi George’un adını veriyor. Bu iki meydanı birbirine bağlayan ana caddenin adı George caddesi yani İngiltere kralı George olarak iki ülkeyi birbirine bağladığı mesajını veriyor. Sonra George caddesinin sağındaki sokağın adı Thistle yani devedikeni, solundaki sokağın adı da Rose -gül sokağı. Gül İngiltere’nin devedikeni de İskoç’un resmi sembol çiçeğidir daha önce yazmıştım hatırlayınız. Akıllı George iki azizi birbirine bağladı sağına ve soluna da İskoç ile İngiltere’yi aldı ve sonra Rose’un bir alt caddesi Princes caddesi-yani oğul Prensler caddesi, devedikeninin bir alt sokağı da Quens – kraliçe caddesi ile; kendisi ortada eşi yanında çocuklar sağında solunda bütün aileyi çevresine aldı maşallah. 😁 Ayrıca bunlara dik iki sokak var biri dedeleri Frederik street diğeri Hannofer dedenin Almanya’dan geldiği şehrin adı. İşte unutulmamak buna derim. En güzel yönü de yüzyıllardır cadde vs isimlerinin krallar-yönetim değişse bile değişmiyor olması. 👍

IMG_0881
Edinburgh-George IV Bar

Evet son sapağa geldik sola sapıp kale yoluna gelmiş olacağız. Aman Allah kalabalık arttı bir curcuna ki sormayın bence bakın. 🤷‍♀️ İtişe, kakışa yarısına kadar ancak gidebildik ve fotoğraf falan ne mümkün ters yüzü döndük.

29-IMG_4498
Edinburg-Lawnmarket-Castle Hill yolu

Demiştik ya Ağustos ayı tüm festivallerin toplandığı ay, burada da hangisi vardı bilemedik ama sokak gösterileri ile dolu bir cadde üstelik kaleye giriş için de hayli sıra vardı göze alamadık . Çevreye baktık her yer aynı.

30-IMG_0886
Edinburgh-St Giles Katedrali.

Bu güzel katedraldeki kuyruğu görüyorsunuz gezemedik. Çok fazla Kilise vs gördük ama bunun da vitrayları bir hikaye anlatıyormuş. Ve kubbesi taç şeklinde olan ilk katedral. Neyse en iyisi biz de etrafı gezelim hem yeni iPhone çıkacakmış bir apple ziyareti ile fiyat araştırması da yapmış oluruz dedik. Ve bu güzel yapıya doğru yürüdük. İskoçların merkez bankası diyebilirim. Bank of Scotland. 

28-IMG_0884c
Edinburgh-Bank of Scotland

Bahçesinden manzara çok güzeldi. Bankında oturup kumanyamızı yedik. Bu kez yokuş aşağı Princes  Street’e (Prensler caddesi) epey dolanarak indik.

31-IMG_0895
Edinburgh

Princes Street’ten Edinburgh manzarası hayli büyüleyici. Buralar zamanında bataklıkmış kurutulmuş.

33-IMG_0899
Edinburgh- Princes Street’ten manzara

İskoç Kraliyet Akademisinin önünden geçtik. Yanında yukardaki fotoğrafta gördüğümüz dönme dolap ve çeşitli etkinliler vardı. Kalabalıktan ancak bu kareyi; bana bakmayan ama el falına bakan kadını çekebildim.  😁

32-IMG_0897
Edinburgh-Palm Reader-El falcısı

Yanındaki güzel park İskoçya’nın ünlü yazarı Sir Walter Scott’un anıtına ait. Yüksekliği 200 ft olan bu anıttan Edinburgh manzarasını en tepeden izlemek isterseniz tam 287 basamak çıkacaksınız. Ama arada da katlar varmış.

34-IMG_0900nn
Edinburgh- Sir Walter Scott’un anıtı.
        Hava günlük güneşlik ve hayliyle Ağustos ayının en sıcak günü 🌞 gençler sere, serpe, çayır, çimen ☘️🍀☘️ yağmursuz havayı bulmuşlar fırsat kaçmaz.  Anıtın altında da Scott’un elinde bir kalem yeni yazdığı romanı ile, ayağının yanı başında sadık arkadaşı, köpeği Maida ile betimlenmiş mermer heykeli var. Anıtın her yerine serpiştirilmiş roman kahramanlarının heykelleri de vardı. Scott’un mezarı da anıtın dört ayağının tam ortasındaymış. Devasa taş anıtın başka bir benzerini ben görmedim doğrusu kadrajıma bile zor sığdırdım. 😉
       Yolda karşımıza çıkanlar; Yüzyıllardır evet tam 200 yıldır ayakta kalabilen binalar inanılmaz. Tabii bu rengi düzgün olanlar restorasyon görmüş.
35-IMG_0901
Edinburgh- Jenners mağazası

     1838’de kurulan bu bina şimdilerde tasarımcı kıyafetleri, güzellik ürünleri ve yemek salonu bulunan lüks mağaza imiş. Apple mağazası az yukardaydı baktık iPhone X(s) Max 512GB fiyatı 1,449 £ pound idi. Tabii tax free olayı da var. Neyse yeni model Eylül, Ekim gibi çıkacak. 😁  Sağdan North Bridge-kuzey köprüsüymüş  devamla artık vakit geliyor buluşma yerimize doğru gidelim dedik. Ama bir yandan da magnet almadan gitmem arkadaş diyerek hem uygun fiyatlı hem de albenisi olanı arıyoruz. 🤩

    Köprünün üstünde bu anıta denk geldik. Yazısında 1878-1902 yıllarındaki savaşlarda ölen İskoç Kraliyet ordusunda görev yapmış askerlerin anısına yapılmıştır yazıyor. Bu sene tamire alınmış, bir yıl sürecekmiş.

36-IMG_0906
Edinburgh-North Bridge- Anıt

Sağda The Scottsman hotelini geçtik, güzel bir kilise dedim ama çarşı çıktı. 😁 Haksız mıyım?

IMG_0915Binanın bize bakan sağ tarafı Hunter square. Biz de karşı caddeye düz gidiyoruz Cockburn Street. 

38-IMG_0911
Edinburgh- Cockburn Street

Rengarenk dükkanlara bakmak yerine masalsı binaların yapısına bakıp kalıyorum. Keşke ev olarak kullanılan birinin içine girme imkanım olsaydı.

39-IMG_0913
Edinburgh-Cockburn Street

Hani hep derim ya gittiğin yerlerin sokaklarında kaybolmak güzeldir hep güzel bir şeylere rast gelirsin. İşte İnanılmaz bir şey. Bir kere olsun elindeki taşı düşürmedi ama epeyce bir aynı vaziyette tutunca ben fotoğraf çekeyim diye duruyormuş, ben çektim o da elini taştan çekti ve hayret taş düşmedi. Karşılıklı gülüştük, selamlaştık yürüdük.

40-IMG_0922
Edinburgh

Artık buluşma yerine yaklaşalım biz hep erkenciyizdir. Daha vakit var biraz Müzenin merdiveninde oturduk. Müzeye girersem çıkamam kalabalıkmış. Merakım ilk klonlanmış koyun Dolly’nin doldurulmuş halini görmekti. Arkadaşlar biz sana fotoğraf veririz dediler. 🤷‍♀️ Burası Chambers Street sokak performansı sergileyenlerin biri geliyor biri gidiyor keyifliydi hem izledik hem de biraz dinlendik.

41-IMG_0924
Edinburgh- Chambers Street
42-IMG_0940
Edinburgh- Chambers Street

Son kez şöyle bir yürüyüp dönelim dedik önümüze çıkan güzellikler. Yine bir kilise ve yine başka amaçla kullanılıyor. Edinburgh Üniversitesinin ilk öğrenci tiyatrosuymuş. IV George Köprüsünün başlangıcında.

43-IMG_0926
Edinburgh- Bedlam Tiyatrosu

Bu kez tiyatronun sağından gidiyoruz. Forrest Rod sonunda Edinburgh Üniversite’sinin bir bölümü yine şato gibi.

44-IMG_0942
Edinburgh- Üniversite

Forrest caddesinden görüntülerle National Müzenin önüne gidiyoruz. Yine renkli barlar, dükkanlar ve kafeler var. Küçük bir marketten içecek aldık kapı önünde sandalye vardı bize buyurun dediler yani sevecen insanlardı. Etraftan geçen insanlar da hep turist gibiydi. Ama tabii festival için başka eyaletten gelen İskoçlar ve elbette İngilizler olabilir.

45-IMG_0971
Edinburgh- Forrest road

Aaa şeytan ayrıntıda gizlidir derlerdi 😄 yok inanın buralarda gizliymiş. 😈😈😈

48-IMG_0941

46-IMG_0949
Edinburgh- Forrest Road

Forrestin sonunda köşe başında bu güzel kafe Doctors yazısı ve tabelada açıklayıcı yazıyı görünce onu da çektim. Yazılanlar; Bu kafenin süregelen değişiminin hikayesiydi.

47-IMG_0945
Edinburgh-Teviot Place

       Doktors’un içinde yükseldiği bu alan; Edinburgh’un 1513 te İngiliz işgalcileri dışarıda tutan Flodden duvarı ve biraya susamış şehir halkını içeride tutmak için 1958’de yakındaki Chambers sokakta şehrin ileri gelenleri tarafından inşa edilen Edinburgh’un ilk büyük ölçekli bira fabrikası gibi iki tarihi olayla ilişkilidir.

   Doktors’u halen barındıran bu bina; 1874 yılında Kraliyet Kliniğinin kuruluşu simgelemesi amacıyla açılmıştır. Mülk esasen 1884’ten 1959’a kadar dolap ve tabut imalatçılığı ile cenaze levazımatçılığı yapan George Watson’a aittir. Sonrasında bina, Kraliyet kliniğine cerrahi alet, takma uzuv ve bandaj sağlayan James Gardener’a ait işletmeyi bünyesinde ağırlamıştır. 1960’larda Coppola ailesinin aynı binada 1970’lere kadar işlettiği ızgara restoranı sebebiyle cerrahi üretimi yerini çatal, bıçak takımı üretimine bırakmıştır.

Yine burada; Halk evi olarak Havan (The Mostar) ilk kurulduğunda adını Üniversite mezunlarının ve eczanelerin havan ile tokmaklarının adından esinlenmiş, 1979 yılında da The Mortar adını * DOKTORS* olarak değiştirerek kraliyet Kliniği ile orijinal bağlarını yeniden canlandırmıştır. Ve bu tabelayı okuyan herkese tek bir reçete yazmıştır. Gelin ve en güzide birahanemizde rahatlayın... 🍺🍺🍺 

Gelin siz de beni takibe alın. 😇 keyifle yeni yerleri gezelim. 💃💃💃  

Yarın yine güzel bir yerde olacağız geceleme Glasgow’da. Sevgiyle kalın💙

BİRLEŞİK KRALLIK-İSKOÇYA-2

Eveeeet 3-Ağustos-2019  saat 08.30’da Glasgow’dan yola çıkmıştık. İskoçya’nın Lowland’inde geziye devam ediyoruz. Esas yolumuz Edinburgh. Konunun gideceği yeri anlaşılır kılmak için İskoç Krallığından bahsetmeden olmaz dedi rehberimiz ☺️ Öğrenelim o zaman.

İskoçların etnik kökeni Keltlerdir ve İrlanda’dan buraya gelmişlerdir. Gelirken de yanlarında atalarından kalma kutsal kabul ettikleri bir taş getiriyorlar. Adına da kader taşı* Stone of Destiny * diyorlar. Üzerinde hiçbir kabartma olmayan sıradan bir taş. Kimilerine göre Yakup peygamber yastık yapmış üstünde uyumuş. 800’lü yıllara kadar İskoç krallığı yok. Klanlar halinde yaşıyorlar. 800’lerde bu klanlardan birinin lideri Kenneth Mac Alpine bütün klanları kendi otoritesi altında birleştiriyor. Kader taşının üstüne oturup kendisini kral olarak ilan ederek İskoçların ilk kralı ünvanını alıyor. Verdiği mesaj; atalarımın kader taşına oturuyor İskoçların kaderine hükmediyorum, Kral benim.

İskoç krallığı -aslında biz İskoç diyoruz onlar Alba diyorlar. Alba krallığı kurulmuş ve bir gelenek başlamış oluyor. Mac Alpine soyundan gelenler 800’lerden 1200’lerin sonuna kadar krallığı sürdürüyorlar. Her tahta çıkan kral kader taşının üstüne oturarak Alba’lıların kaderine hükmettiğini ilan ediyor.

Yolumuzun üstünde göreceğimiz iki önemli tarihi yer var. Bu tarihi mekanı görmenizi isterim diyen rehberimiz Sinan ERCAN’ın peşinden, yemyeşil bir toprak parçası ve göz alabildiğine geniş bir meydanda otobüsten indik.

1-IMG_0784
İskoçya-The battle area of Bannockburn
İleride çok yüksek bayrak direği olan dairesel bir yer gözüküyor yürüyoruz. Burası, The battle of Bannockburn. Bannockburn Meydan muharebesinin yapıldığı alan. Alttaki tabelada yazılanları tercüme eden sevgili oğlum Dr. Deniz’ime teşekkürlerimle… Tarihin değiştiği topraklar; Bannockburn Muharebesi 23-24 Haziran 1314 yılında sadece iki gün sürdü. Bu İskoç tarihinin en önemli anıdır. Kral Robert The Bruce ve İngiliz Kralı II. Edward tarafından sevk ve idare edilen Bannockburn Muharebesi, İskoçlar lehine kazanılması çok düşük ihtimal bir zaferdi. Devamını esas savaşı anlatırken ekleyeceğim.
 
IMG_4327
 Ben ön bilgi olarak biraz bu tarihi mekanın öncesi olan Stirling ve Falkirk savaşından ve onun baş aktörlerinden bahsedeyim ki, bu çok önemli  Bannocburn meydan savaşı daha iyi anlaşılsın. 
 

William Wallace; M.S 1200’lü yılların ikinci yarısında, İngilizlerin İskoçya’yı işgali sırasında ve işgal ettikleri dönemde yaşamış İskoçların *Özgürlük Savaşçısı* olarak anılan bir isimdir. Geçen yazımdan alıntı yapayım. Bizde ve dünyada izlenen Mel Gibson’un Braveheart filmiyle tanınan (Gibson’ın hem oynayıp hem de yönettiği ve 5 dalda Oscar almış filmdir) ulusal kahramanları vardı William Wallace. Filmde 1200’lü yılların sonlarına doğru yaşamış İskoçlu bir soylu veya kabile reisinin oğluydu. Anne-baba katledilince amcasının yanında Fransa’da büyüdü sonra da geri döndü şeklinde işlenmişse de fakir bir halk çocuğu olduğu söylentisi de var.

Araya ek yapalım: İlk İskoç kralı Kenneth Mac Alpine soyundan gelen III. Alexandre 1290’larda talihsiz bir şekilde ölüyor. Ama yerine geçecek bir varisi yok. Araştırıyorlar Alexandre’nin en yakın akrabası Danimarka’daki Margaret var. Henüz 10-12 yaşında olan Margaret gelirken yolda ölüyor. Tahta çıkacak kimse kalmayınca da soylulardan John Baliol’u kral yapalım diyorlar. Olurdu olmazdı kargaşası yaşanınca  İngiltere kralı *uzunbacak* dedikleri I. Edward’tan yardım istiyorlar. İşte o zaman 100 bin kişilik ordusuyla İskoçya’ya gelen Edward Baliol’u kral yapıyor. Ama vergilerinizi bana vereceksiniz diyor. Kutsal kader taşını da alıp gider. İşte İskoçya’nın İngilizlerin işgaline uğrama süreci de başlamış olur.

Ve, evet aslen İskoçyalı olan William bir şekilde halkın lideri olarak yükseliyor ve İngilizlere karşı mücadele etmeye başlıyor. Halkın kahramanı demiştik zira soylu tabaka *uzunbacak* diye lakap taktıkları İngiltere Kralı Edward’tan korkuyordu. Aslında Edward çok iyi bir kraldı ama aynı zamanda çok acımasız, çok da strateji uzmanı bir adamdı. Kendisine karşı çıkanları çok ağır cezalandırırdı. Bu nedenle soylular Kralı karşılarına almak istemedikleri için de William’a destek çıkmıyorlardı. Ama çok kısa süre içinde William halkın çoğunluğunu etrafında toplayınca azınlıkta kalan İskoç soyluları da mecburen William’a destek çıktılar. 1200 yılların sonunda kaçınılmaz sonuç ve savaş çıkıyor.

Kral Edward erken davranıp William daha da güçlenmeden olayı bastırmak için ordusunu Stirling’e doğru yürütüyor. İki gurup Stirling köprüsünde karşılaşıyorlar. Bölgeyi çok iyi tanıyan William ve ordusu köprünün kalın zırhlı İngiliz askerlerini çekmeyip çökeceğini biliyor, akarsuyun durumunu biliyorlar İngilizler ise çevreyi hiç bilmiyorlar. William’ın askerleri hafif silahlı, İngiliz askerleri ağır silahlı hareket kabiliyetleri de çok az.

William’ın amacı bize hiç yabancı olmayan hilal taktiğini uygulamaktır. Önce sahte ricat-geri çekilme ve okçularla imha sonra öncü birlikler hücuma geçer, düşmanı iki yanından sarıp ortada yok eder. Tarih okumuş herkes bilir ki, eski tarihimizde 1071 Malazgirt, 1396 Niğbolu, 1526 Mohaç ve yakın tarihimizden de 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebeleri hep bu taktik ile kazanılmıştır. 💃💃💃 Neyse biz savaş alanına dönelim.

William ve ordusu önce İngiliz ordusuna saldırıyor sonra hızlıca geri kaçıp köprüden karşıya geçiyorlar İngilizler de peşlerinden. William amacına ulaşıyor ve çok ağır silahlı İngiliz askerler üstündeyken ağırlığa dayanamayan köprü yıkılıyor. İngiliz ordusu da yıkılan köprüyle birlikte düşüp bataklık olan nehirde boğuluyor. Temsili bu fotoğraf alıntıdır ama çok güzel çizilmiş.

12-jpg
İskoçya- Stirling Köprüsü savaşı

Savaşın başında oluşan bu olay İngiliz ordusunun moral çöküntüsüyle dağılmasına sebep oluyor. .  Neticede İskoçlar İngilizlerle yaptıkları bu savaştan (2300 İskoçlu asker 10 bin İngiliz askerine karşı) galip çıkarlar. Ve William halk kahramanı olur, savaş da Stirling Köprüsü Savaşı diye tarihe geçer.

Sonuç; William Wallace ülke çapında tanınır oluyor. Halk William’ı Şövalye ve İskoçya’nın koruyucusu, ordunun başkumandanı ilan eder. Soylular adam ve at vererek tam destek olur. Para yardımı da yapınca Wallace çok daha güçlü vur-kaç yapmadan meydan muharebesi yapabilecek sağlam bir ordu kurar. Artık uzun bacak Edward’a savaş açabilirdi.

İşte tam bu dönemde Falkirk meydan muharebesi gelip çatıyor. Ama meydan muharebesi öyle kolay değildi. Çok daha fazla atlı adama ihtiyacı vardı ve soylulardan zamanın en soylusu Bruce’lardan yardım ister. Robert The Bruce da diğer soyluları savaşa ikna eder. Ancak uzun bacak Edward tüm soylulara -savaştan vazgeçin zaten sizi yeneceğim yenilirseniz bilin ki, tüm sülalenizi kılıçtan geçireceğim. Ama savaştan vazgeçerseniz de size İngiltere’de geniş araziler veririm diyerek bir yandan korkuturken diğer yandan parayla satın alıyor. Falkirk’de karşılaşan ordular İngilizleri çembere alıyorlar borular öttürülüyor, artık atlı soyluların hücum etmesi gerekirken Edward ile anlaşan 300 bin soylu savaş alanından çekiliyor. Zaten sayıca üstün olan İngilizlerde savaşı kazanıyor. İhanete uğradığını anlayan William Wallace kaçıp canını kurtarıyor.

Sonuç; Çok büyük bir hüsranla İskoçya savaşı kaybediyor. William Wallace, İskoç koruyuculuğundan ve başkumandanlıktan çekiliyor ama boş durmuyor sonraki 6 yıl boyunca İskoç dağlarında yine vur-kaç yaparak İngiliz garnizonlarını yakıp yıkıyor. Yine yakın bir adamının ihaneti ile yakalanıyor (1300’lerin sonu). Londra’da Westminster’de yargılanıp işkence edilerek öldürülüyor. İngilizler krallarına ihanet edenin sonunun böyle olacağını kısaca ibret-i alem olması için canlı canlı parçalayıp her bir parçasını bir eyalete yolluyorlar. Kafası uzun yıllar Londra köprüsünde asılı kalmış. William Wallace-O benim kralım değildi bir işgalciydi ve hiçbir zaman bağlılık yemini de etmedim demiştir.

Bu olaydan sonra İngilizlerin zulmünü iyice arttırdığını gören soylular ve halk uyanır. Wallace de idam edilmiştir.  Ben ihanet etmedim diyen Robert The Bruce bir bakıma aklanmak için olsa gerek William Wallace’ın bayrağını devr alır savaşı ben sürdüreceğim der. Bu arada uzun bacak Edward ölür yerine oğlu II. Edward geçer. 1314 yılında Stirling’in girişinde Bannacburn denilen yerde Robert The Bruce komutasındaki İskoç ordusu ile Kral II. Edward komutasındaki İngiliz ordusu karşılaşır. Bruce yine çevreyi tanır İngilizlerden önce stratejik tepeyi ele geçirir fotoğrafta gördüğünüz bu yere konuşlanır. Diğer bir taraf bataklık ve ormandır.

2-IMG_0777_jpg
The battle area of Bannockburn

Robert The Bruce bu tepeyi özellikle seçmiştir. Tabeladaki yazıya devamla: Sayıları 20.000 bulan İngiliz ordusu, Berwick’ten beri sürdürdüğü çetin intikalin ardından muharebe sahasına tükenmiş bir halde ulaşmıştır. Buna karşın Robert The Bruce komutasındaki İskoç ordusu yaklaşık 8.000 kişiden oluşuyordu. İskoçlar haftalardır, atlılara karşı sıkı saf düzeni olarak bilinen schiltron manevrasını talim ediyorlardı diye yazıyor. Biz devam edelim savaşın ilk günü okçuların hedefinde kalıp zayiat veren İngiliz ordusu ertesi günü bataklı ile ormanlık alan içinde sıkışır. Savaşı biran önce bitirip krallığını garantilemek için İngiltere dönmeyi planlayan II. Edward acele davranıp hücum emri verir. İskoçlar saldırınca da kaçan İngiliz ordusunun bir kısmı bataklıkta boğuluyor bir kısmı da İskoçların okçuları tarafından öldürülüyor. Ordunun durumunu gören II. Edward panikleyip kaçıyor. Bannockburn Muharebesi 23-24 Haziran 1314 yılında sadece iki gün sürmüştür. Savaşı kazanan İskoçlar için bu muharebe çok büyük bir zaferdir.

Sonuç: Robert The Bruce -İngiliz hakimiyetini kabul etmiyorum der ve kendisini de İskoç Kralı ilan eder. İskoçlar, İngilizler sizi tanımıyoruz deseler de özgürlüklerini ilan ederler.

4A-IMG_0790

Bu tarihi yerdeki anıtı ve yazılanları biz de size aktaralım dedik. **Biz ne şöhret ne dünya malı/servet ne de şeref için değil yalnızca ve sadece ÖZGÜRLÜK için savaşıyoruz ki, hiçbir iyi adam canını vermeden teslim etmez.** 👍

IMG_4317

Sonraki yıllarda İngiltere savaştan vazgeçmedi aldığı yenilgilerden ders çıkarıp İskoçları yendi. Ama İngilizler İskoçları kendilerine de hiçbir zaman ilhak edemediler. Her ikisinin de halen kendi Kralları, kendi parlamentoları var ama İngiltere’ye de vergi veriyorlar. Bu sebeple de İngiliz kralları aynı zamanda kendilerini İskoç kralı veya kraliçesi olarak adlandırıyorlar.

Burası İskoç Ulusal Anıtı, yarın öbür gün İskoçlar bağımsızlığını kazanırsa büyük bir ihtimalle bağımsızlık törenleri burada yapılacaktır. O zaman sizler de bu fotoğrafları paylaşıp rehberimizle biz de oraya gittik dersiniz diyen değerli Sinan Ercan’a selam olsun diyor yeni bir yere, Falkirk’e gitmek üzere otobüsümüze biniyoruz. Pek kısa sayılmayan yanılmıyorsam bir saatlik bir yolumuz var. Her taraf yemyeşil hava güzel.

Oooo devasa boyutta iki at kafası göründü Kelpies-Kelpiler. Çok güzel yemyeşil bir arazi ile Carron nehrine bağlanan bir kanalın olduğu mesire yerine geldik. Bisiklet kiralama bile var. 30 dakikası  2 pound.

11-IMG_0798
İskoçya-Grangemouth-Helix park & Kelpies

Her biri 30 metre yüksekliğinde ve 300 ton ağırlığında çelikten yapılmış at heykelleri. Bunlara Falkirk atı veya kelpies deniyor ve mitolojik su atlarından esinlenerek yapılmışlar. The Helix, Falkirk ve Grangemouth arasındaki 350 hektarlık arazi halka açık bir park ve etkinlik alanı. Seviye havuzları ile de Carron nehrine kanal bağlantısı yapmışlar. Carron Nehri’nden Bowling’deki Clyde Nehri’ne kadar uzanan bu kanal tam 56 km uzunluğundaymış.

12-IMG_0802
İskoçya-Grangemouth-Helix park & Kelpies

Kelpie’ler Hıristiyanlık öncesi dönemde İskoç inanışında şekil değiştirebilen ve çoğunlukla at şeklinde görünen nehir ve göllerle ile ilişkili ruhlar.. Tam da burada güzel bir efsane var. Bilirsiniz severim. Tamam önce alıntı bir fotoğraf ekleyeyim havalı olsun. Kendi güzel ama suda yansıması mitolojik efsaneye uyuyor. 😱

ak
Kelpie

İyi kelpie olduğu gibi insanlara zarar veren kötü Kelpieler de olurmuş. Bizim üç harfliler gibi 🤷 Ama genel inanış bu atların kötü ve çocuklara musallat olduğu şeklinde. Yetişkin erkeklere de güzel bir kadın olarak görünüyormuş. Çok aradım ama kadınlara nasıl gözüktüğü hiç bir yerde yazmıyordu.😇 Burada da cinsiyet ayrımcılığı var yani. 🤨  Çok sevimli görüntüleri nedeniyle sırtlarına binip gezmeye davet eder, sırtına binen kurbanlarını suya dalıp boğar kalpleri ve ciğerleri hariç her yerlerini yerlermiş. 😱 Kuyruğunu öyle bir güçle suya vururmuş ki, gök gürledi sanılır, yaydığı su sele döner insanları önüne katar sürüklermiş.😡

Hakkında çeşitli efsaneler var. 10 çocuğu kandırıp suya atacakken dokuzunu kandırıp suda boğuyor. 10. çocuk atın burnunu severken at elini ısırıyor. Zavallı çocuk da elini kurtarmak için parmaklarını kesip kaçıyor. Ve bu hikayeyi de kaçarak kurtulan çocuk anlatıyor derler. Genelde anneler çocuklarını göl ve nehirlerden korumak için hep bu hikaye ile korkuturlarmış. Kelpiyi dizgininden yakalayabilen ona her istediğini yaptırabilirmiş.🤔 Tamam biz de atlara yakından bakalım öyleyse dizginleri var mı? 😁 yokmuş neyse. Ama yine de bu kelpieyi yakalamaya kalkmayalım tehlikeli kabul ediliyor.

13-IMG_0812
İskoçya-Grangemouth-Helix park & Kelpies

İnşaat 2013’te başlamış 2014’te bitmiş çok yeni sayılır. Dev atlar 30.000 metal parçadan yapılmış ve bu parçaların yerleştirilmesi ise sadece 90 gün sürmüş. Seviye havuzları sayesinde de yüzer evler rahatlıkla gelip gidiyorlar. Seviye havuzlarının çalışma sistemini izleyecek vakit olmadı ama biz St. Petersburg-Moskova arasındaki seyahatimizde birebir yaşamıştık. Ayrıca kanal gezisi de yapılıyormuş.

15-IMG_4361
İskoçya-Grangemouth-Helix park & Kelpies-Gezi motoru

Atların içine girmek uzun kuyruk beklemek demekti ben de makinamı uzattım nasıl yapıldığını anlatıyorlar girmekten vazgeçtim. 😁

14-IMG_0819
Kelpie’nin iç görüntüsü

16-IMG_0826
İskoçya-Grangemouth-Helix park & Kelpies-kanalda yüzer evler.

Kelpie atları İskoç ulusunun gelecek kuşaklara bugünden bir miras bırakmak amacıyla yapılmışlar. Tarih öncesindeki miraslar gibi biz de bugünden geleceğe bir miras bırakalım demişler. Oh çok güzel düşünmüşler diyor Kelpie’lere de veda ediyoruz. Eveet yolumuz Edinburgh. Buralar pek tat vermese de yolunuz oralardan geçerse görülmesi gereken yerlerdi diyorum. Sevgiyle kalın. 😍 😍 😍

BİRLEŞİK KRALLIK- İSKOÇYA-1- Glasgow

İSKOÇYA

İskoçya büyük bir hevesle gezerek gaydalı, kiltli harika fotoğraflar çekmeyi hayal ettiğim bir ülke. Bizim Karadeniz’imizin tulumu gibi her yerde gayda çalan görürüm umarım diyor yola revan oluyoruz. Bakalım göreceğiz. Belfast limanından feribotla başlayan yolculuğumuz harika manzara eşliğinde çok güzel geçiyor.

1-img_4069-1

Yolculuğumuz, 2,5 saat sonra İskoçya’nın en güney batısında çok geniş bir körfezde yer alan Caırnryan limanında son buldu.

Büyük Britanya’yı oluşturan dört ülke var demiştik ve dördüncüsü olan İskoçya’ya da adım atmış olduk. Otobüsten inmeden, pasaportlar toplandı ama hemen geri geldi. Yine ortada olmayan gümrükten de geçtik 😉 Kuzey İrlanda’dan geliyoruz olsun o kadar yani…

Glasgow’a 1 saat 40 dk ‘lık mesafedeyiz. Yol üstünde Ayr kasabası var oraya kadar olan manzara harikadır, deniz kenarından geçeceğimiz için de İskoçyanın sahil kasabalarını görmüş olacaksınız diyen rehberimiz Sinan Aydın’dan ön bilgileri almaya başlıyoruz. Scotland yani skoçların adası toprağı, 80 bin km karelik bir alanı kapsar. Çoğu balıkçılıkla geçinen kasabalardan inişli çıkışlı ormanlardan, vadilerden geçecek olsak da bu bölge İskoçyanın kuzeydeki highland denilen yüksek dağlık bölgesi değil lowland yani alçak -düz kırsal bölgesidir.

Şu anda lowland’in en güzey kısmındayız. Girvan diye bir yerleşim yerinden geçiyoruz. Evler çok güzel. Birbirinin aynı ve hepsi de kırmızı tuğladan yapılmış. Ne anlayacaktık?-Victoria dönemi mimarisi 👍

3-IMG_4128

Gerçekten çok güzel yerlerden geçiyoruz yine güzel bir panoya denk geldim sanırım bir balıkçı dükkanı…

4-IMG_4134

Gezimiz lowland ile sınırlı ama esas hayalini kurduğunuz belgesellerde muhteşem doğasını seyrettiğiniz İskoçya highland yani kuzeyde imiş. Maalesef hiçbir tur acentesinin programında kuzey yer almıyor, çünkü turun en az 3 gün daha uzaması gerekir ki, o zaman da hayli maliyetli oluyor. Neyse bilgilere dönelim.

Ülkede toplam 7 tane şehir vardır başkenti Edinburg’dur. Burada da yine idari şekil farklıdır. Kontluklar vardır. Yani her kasaba bir şehire bağlı değil, kontluğa bağlıdır. Para birimi Paund Sterling’dir. Galliç dedikleri kendi İskoç dilleri vardır ama bugün kullanan çok azdır. 

Birleşik krallıkta 40 bin göl vardır bunun da 32 bini İskoçya’dadır. Birçoğuna da biz göl demeyiz küçücüktür. Ada olayı da aynıdır küçücük bir sürü 790 tane adası vardır ama sadece 52-53 tanesinde yerleşim vardır. İskoçya’nın tamamında nüfus 8 milyon iken tüm dünyada yaşayan İskoçyalı sayısı 50 milyon civarındadır. Hatırlayın 1800’lü yıllarda mezhep çatışmasından kaçıp Amerikaya, başka ülkelere göç etmişlerdi.  İrlandalılar gibi Skotish root denen İskoç kökenli Amerikalı da hayli çoktur. Hatta filmlerde görmüşsünüzdür cenaze merasimlerinde gayda falan çalınır hep bu nedenledir. Hep deriz ya Amerika country müziğinin kökeni İrlanda’nındır, resmi törenlerde kullanılan enstrüman da İskoç’ların gaydasıdır.

Eveet insan nüfusunun 8 milyon olduğu İskoçyada hayvan nüfusu ise 10 milyon civarındaymış. Yani İskoçya tam bir et, yün ve viski ülkesi halk geçimini onlardan sağlar. Koyunlar, evet her taraf koyun dolu maşallah. Yol boyunca manzara hiç değişmedi.

5-IMG_4115

    Ama ülkenin ekonomisinin en önemli gelir kaynağı; kuzey denizinde 1960-70 li yıllarda buldukları petrol yataklarından çıkardıkları petroldür. Tabi turizmi unutmamak gerekir. Maybole yerleşim yerinden geçiyoruz şato gibi yapı gözüme takıldı.                                                                                                                                                                                                                                                                               

6-IMG_4151-Maybole

İskoçların önemli sembollerinden biri deve dikeni-thistle-dir, diğeri etek-skirt-dir.  Aman sakın bir İskoç erkeğine neden etek giyiyorsun demeyin. Onlar Kilt giyerler, skirt’i yani eteği kadınlar giyer. Çok bilinen bir laf var; gerçek aşk aynı Kilt’i giymektir. Ve yine iskoçyalılık demek ekose demektir. Bizim zamanımızda ekose pileli etekler çok modaydı tabii mini etek zamanı bayılarak giyerdik. Ekose yün çoraplar, diz üstü battaniyeler hala revaçta. Ekose, Fransızca İskoç demekmiş dilimize de pek çok fransızca kelime gibi bu şekilde girmiş. Aslında İskoçlar bizim ekose dediğimiz kumaşa tartan derler. Ekose eski dönemde klan sembolü olduğundan 100’e yakın çeşidi vardır ve giydiğiniz ekose çeşidine göre hangi klandan olduğunuz bellidir. Şimdi pek bilinmiyor ama kartpostallarda ve anahtarlıklıklarda yaşatılıyor.

Aklımızı ev kiralarıyla bozmuşuz gibi nedense hemen ev kiralarını soruyoruz. Herşeyimiz para oldu ya. 🤭 Kasabalarda 3+1 evlerin kirası 800 Paund’muş hımm ucuz yani. 🤔

İskoçya golf sporunun anavatanıdır desek yanlış olmaz. Hemen hemen her kasabada bir golf sahası vardır. Viski üretimi ile de bilinir. Viski beş farklı bölgede çıkar dolayısıyla isli, meyve aromalı vs gibi lezzetleri de farklıdır. Viski İskoç lehçesinde * hayat suyu * anlamına gelir. Single Malt en kalite İskoç viskisidir ve İskoç sınırları dahilinde üretilip en az 8 yıl da meşe fıçıda bekletilmelidir. İskoçlar bu konuyu çok önemser yasa bile çıkartmışlardır. 1830 yılına kadar dünyada bilinmiyor sadece İrlandalılar ve İskoçlar tarafından üretilip içiliyordu. Çok sert bir içki idi bakır imbiklerde geleneksel tarzda üretildiği için de pahalıya mal oluyordu. 1831 yılına gelindiğinde adı Alainas Coffe olan bir İskoç üretici bugün bilinen sürekli damıtım imbiğini buluyor. Ve bu sistemle çok daha hızlı, daha rafine ve çok daha fazla üretim yapılabiliyor. Neticede 1850’den itibaren de tüm dünyaca tanınır oluyor.

 Viski adının ilk bilinen kayıtlı tarihi 1480’dir. İrlandada John Koor diye bir papaz –öldüğümde ardımdan en çok ağlayanlara viski yapılıp dağıtılsın demiş ve ardında 400 kg tahıl parası miras bırakmış. 🤭🤩 Neyse…. Bizim van gölü canavarı gibi yöre halkının Nessie adını verdiği efsanevi canavarıyla ünlü, 5 tane nehirle beslenen gölleri var Loch Ness. 

Bu arada Glasgow’a da geldik. Saat 20:22 inanmazsanız bakın. Kısa bir panoramik şehir turu yapıyoruz.

7-IMG_4161Glaskow

                 GLASGOW

                Glasgow İskoçyanın en büyük, Birleşik Krallığın da üçüncü büyük ve hareketli şehridir. Buna rağmen nüfusu 600 bin civarındadır.  Ortasından şehri ikiye bölen Clyde nehri geçer.. Sonra batıya doğru akarak greenock’tan geniş bir haliç yaparak denize dökülür. Haliç çevresinde de tersaneler vardır dolayısıyla Glasgow 1850 lerden beri gemi üretiminde ve sanayide hayli ileri durumdadır. İngilizceleri hayli ağdalıdır ve anlaması zordur. Eski Victoria dönemi binaları aynen duruyor ve yeni tip çok katlı yüksek binalar da yapılıyor. Merkeze gidiyoruz. Turistik bir şehir değil ama çok güzel bir meydanı var George meydanı burada ineceğiz.

8-IMG_4183

Victoria döneminde Kral George için düzenlenmiş bugünkü şeklini almıştır. 12 civarında çok güzel heykeli var. Aynı zamanda Britanyanın da en etkileyici Belediye binası da buradadır.

11-IMG_0679
Glasgow- George Square-city Chambers

Evet burada otobüsten indik gerçekten çok görkemli bir meydan ve belediye binası. Önünde de yine 1. Dünya savaşında ölen İskoçyalılar için yapılan anıt mezar- daha önceki yazımda anlatmıştım merak edenler bakınız Cenotaph. 

Meydanın ortasında yüksek bir sütun var üstünde de İskoçların manevi babası, ulusal lideri Sir Walter Scott’un heykeli var.

9-IMG_4185
Glasgow-George Square-Sir Wolter Scot monument

Kısa bir yürüyüş yapalım sonra ayrılırız dedik. Gueen Street caddesinden geçerken güzel bir bina ve önünde atlı bir heykel vardı.

12-IMG_0680
Glasgow- Gallery of Modern Art- Wellington monument

Atlı heykel; Napolyon’un yayılmacı politikasına son vermiş İngiltere’nin 1800′ lerde dünyanın süper gücü olmasına çok fazla katkısı olan İngiliz orduları komutanı, Waterloo Kahramanı Sör Arthur Wellesley- Dük of Wellington’a aittir. Wellington‘u daha önceki yazıma göz atarsanız çok güzel anlatmıştım. Burada heykelin tepesinde neden trafik kukaları var anlatalım. Ülke genelinde 30’dan fazla heykeli olan Wellington’un en çok bu heykeli ciddiyeten uzak, hatta çok da komiktir.

Tamam hikayesi geliyor: Bir grup genç, gece eğlence dönüşü içkili kafayla heykele tırmanır ve trafikte kullanılan barikat kukalarından birkaç tanesini heykele takar. Ertesi günü durumu fark eden belediye hemen kukaları kaldırsa da ilerleyen günlerde olay 1-2-3 gün defalarca sürer gider. Derken durum ulusal basına yansır ve olay “ciddi” bir mücadeleye dönüşür. Belediye böyle rezalet olmaz saygı nerede kaldı? dese de, meclis komisyonda bir karar alarak Sir Arthur Wellesley’in başındaki kukanın şehir kültürünün önemli bir parçası olduğunu kabul eder. Gençlik her zaman kazanır… 💃💃💃   Çok kısa bir süre içerisinde de “başı trafik kukalı Wellington Dükü” Glasgow’un yeni şehir sembolü haline geldiği gibi hemen önünde bulunduğu Modern Sanat Galerisi’nin de açık havada sergilediği bir çeşit “modern sanat eserine” dönüşür. Hakikaten de öyle bakınız. Sanat galerisine girerseniz de hediyelik eşyalar kısmında heykelin kukalı anahtarlık, magnet vs. bulabilirsiniz.

12A-IMG_0733
Glasgow- Modern sanat galerisi

Modern Sanat Galerisi 1778 yılında köle ticareti yapan Lord Lainshaw William’ın evi olarak yapılmış. Sonraki yıllarda farklı şekillerde de kullanılmış ve 1996 yılında da sanat galerisi olarak faaliyet göstermiş. Galerinin hemen solundan Royal Exchange  Square’den geçtik.

13-IMG_0683
Glasgow-Royal Exchange Square

Bir hayli çok eski, çoğu Singer marka dikiş makinaları ile dekore edilmiş bir mağazaya denk geldik. Öyle böyle değil inanılmaz miktarda dikiş makinası iki cephe vitrini kaplamıştı. Türk marka dikiş makinaları çoğunluktaydı şaşırdım. Mesela yine okuyabildiklerim eskilerden Zetina, Numan, Omega, Santral, Alemdar, Elmas vs. Rehberimiz Sinan Aydın  kendisi zaten Londra’da yaşıyor 1300 sayabilmiş en az 1500 tane vardı dedi.

14-IMG_0688

Buradan sola dönüp ileri doğru gidiyoruz nihayet Buchanan Street’teyiz. Yaya trafiğine kapalı alış-veriş caddesi. Ne gam zaten saat 21.00 olmuş mağazalar kapanmış. Ben fotoğraf peşindeyim. 💃💃💃

15-IMG_0691
Glasgow- Buchanan Street

Çok güzel Victoria dönemi binalar, birini ferforje Tavuskuşu ile süslemişler.

16-IMG_0693

Her zamanki gibi ara sokakları arşınladık. Hayır kaybolma ihtimali çok düşük bir şehir. 😀  Ara sokaklar hep bir şeyleri saklar derim ben işte güzel bir bar girişi yakaladım. 

Glasgow’un gece hayatı çok hareketliymiş. George meydanında da müzisyenler vardı. Buluşma yeri olan George meydanına doğru gidelim bakalım daha neler görürüz.

Arygle caddesine çıkmışız hayli kalabalık yine tam bir alış-veriş mekanı. Bu caddede de ünlü butikler özellikle Argyle Arcade İskoçyanın en büyük ve ünlü kuyumcularının olduğu merkezmiş.

19-IMG_0706
Argyle Street

İlerledikçe Merchant City bölgesine geliyorsunuz. Burası da tasarım butiklerin, yıldızlı gurme şefleri olan lüks lokantaların, özel barların bulunduğu kültürel bir mekan. Çok eskiden pazar yeriymiş. Glasgow Croos denen dörtyol ağzı-üçyol ağzı neyse benim dediğim olsun çoklu köşe ağzı. 😂😂😂

IMG_0707A
Glasgow-Merchant City-Trongate Steeple

Merchant City (Tüccarlar meydanı) bölgesinde iki tane saat kulesi vardı, biri  üstteki çanlı kule Trongate Steeple. Diğeri Alttaki Tolboot saat kulesi. Bu kule ilk kez 1600’lü yıllarda yapılmış yedi katlı. Tolbooth 1921’de yıkılmış sadece görünen bu kısmı kalmış. Eskiden Tolbooth şehire girişte bulunur, kim geldi kim gitti çetelesi tutulur gerekirse gelenlerin vergisi burada alınırdı.

IMG_4279
Glasgow-Tolboot stemple

Bu bölge daha önce pazar yeriymiş ya da ticaretin en yoğun olduğu yer, tüccarlar gelir mallarını burada tanıtır ve satarlar bir kontratlarını burada imzalarlardı. Kulenin önündeki üzerinde İskoçyanın sembolu olan unicorn -tek boynuzlu at var. Böyle yapıya Haç deniyor. Zamanında her pazar yerinde olan günlük bildirilerin okunduğu bir platform da denebilir.

Fotoğrafta görünen çocuk heykeli zamanında İstanbul sokaklarını da süsleyen inek heykelleri gibi etkinlik bildirisi için konmuş. Herhangi bir vakıf veya bir yardım kuruluşuna para toplamak amaçlı. Ara ara şekli de değişiyormuş. Geçen aylarda horoz heykeli varmış.

20-IMG_0713
Glasgow

İngram denen caddede bu güzel yapıya rastladık. Üstünde Savings Bank (vaktiyle merkez bankası olmuş olabilir) yazsa da lüks bir mağazaydı.

21-IMG_0720
Glasgow-Ingram Street-JIGSAW mağazası

Köşedeki bu bina da 19.yy’dan kalma lüks bir restoranmış uzaktan kilise sandım. Vaktiyle doğumevi olarak yapılmış. 😀 Bu arada caddenin adı John Street oldu. 🙄

22-IMG_0724
Hutchesons Restoran

Buluşma yerimize doğru gidiyoruz. Bu güzel kemerli kapılardan geçince güzel restoranlara geliyorsunuz zaten City Chambers’in arkası.

23-IMG_0725
Glasgow- John Street

24-IMG_0726
Glasgow-John Street

Yavaştan hava da kararmaya başladı. 

26-IMG_0734
Glasgow-Queen Street
27-IMG_0728
Glasgow-George Square

Bugünlük bu kadar diyor otele dönüyoruz. Otel çok güzeldi ve ertesi sabah (03-Ağustos-2019) Glasgow’un iki önemli merkezinin de otele yakın olduğunu gördüysek de gezemedik. Yolumuz Halk sarayına doğru. Önce hemen önümüzde bir sürpriz vardı. Adı Mezze evet mezeleri ile ün yapmış  halis muhlis Türk restoran&bar. 

28-IMG_0751
Glasgow-Mezze Restaurant&Bar

Hemen karşıda görünen ilk metal yapı, üçgenimsi olan Glasgow’un Armadillosu deniyor. Armadillo karıncayiyen’e benzeyen böyle üstü kabuk, kabuk bir hayvandır, düşman gördüğü zaman korunmak için tostoparlak olur.Bu yapıda ona benzediği için Glasgow’un Armadillosu diyorlar. Büyük konserlerin olduğu 3000 kişilik etkinlik salonu. Milenyum da Dünyanın heryerinde köprüler vs’ler yapıldı ya, işte bu salon da  2000 yılında şehrin sembol bir binası olarak yapılıp açılmış. İskoçya’nın *yetenek sizsiniz* yarışması burada çekilmiş.

29-IMG_0745
Glasgow-Armadillo– The SSE Hydro ARENA

Yanındaki yuvarlak bina da 2013 yılında yapılan çok amaçlı Arena, biz de de var gitmedim ama torunuma giderken yolda dikkatimi çeken İstanbul’da  Volkswagen Arena gibi. 2013 yılında ilk kez açılışı Rod Stewart konseri ile olmuş.

Yolumuz hemen yakında Halk Sarayına doğru bir yapıya gidiyoruz. Gösterişli olduğu için saray deniyor, saray değil elbette ama madem kontlar vs. sarayda yaşıyor halk da saraylara layıktır bu da halkın sarayı olsun diyor sembolik bu binayı yapıyorlar. Kısaca 1898 de Kraliçe Victoria döneminde yapılmış sanayi devrimi ile zenginleşen Glasgow’un halkına sunduğu yapılardan biri. Boş zaman geçirme binası gibi -çay kahve içer arkadaki güzel bahçede dolaşırlarmış. Genelde orta tabakanın rağbet ettiği bir yer.

IMG_0767
Glasgow- People’s Palace

Çok güzel kırmızı taştan yapılmış bir de fıskiyeli, havuzlu çeşme var. Üstünde de olmazsa olmazları Kraliçe Victoria’nın heykeli. 🤷‍♀️ Altında melekleri, bir altında koruyucuları heykelin en altında da dört yöne bakan dört kompozisyon var. Kraliçe Victoria’nın dünyadaki topraklarını ifade ediyor. Işık güzel olunca fotoğraf da güzel oluyor. 😍😍😍

IMG_0763
Glasgow- People’s Palace-Victoria çeşmesi

Üstteki fotoğrafın yönüne göre yazıyorum; görünen Avustralya, sol yanında Amerika, sağ yanına da Güney Afrika, tam arkasında da Hindistanlı kadın-erkek ve o ülkenin yerel özellikleri sembolize edilmiş. Alttaki fotoğrafta daha iyi görünecek. Çoook beğendim.

IMG_0757
Glasgow- People’s Palace-Victoria çeşmesi

İskoya’nın sembolik değeri yüksek yapılarından biridir. Heryerde olduğu gibi Glasgow’da da bir Trafalgar-Nelson dikilitaşı var. 1806 yılında Trafalgar kahramanı Koramiral Horatio Nelson onuruna, ölümünden iki yıl sonra dikilmiştir.

IMG_0768
Glasgow- Trafalgar Obelisk- People’s Palace

Bir yazının daha sonuna geldik sayılır. Ama  her ne kadar biz hanımları cezbetmese de Glasgow denince futboldan konuşmadan geçilmez. Evet hepimiz (erkekler hariç) hiç olmadı Glasgow Rangers-Celtics  adını duymuşuzdur. 120 yıldır İskoç ligi var ve 120 yıldır da İskoçlar bu ezeli rekabeti izliyor ve taraf tutuyorlar. Kim kazanıyor derseniz Rangers yani protestanlar bir adım önde. Evet anladınız! Celtics ise katolik.

Neyse bir de, bizde ve dünyada izlenen Mel Gibson’un Braveheart filmiyle tanınan( Gibson’ın hem oynayıp hem de yönettiği ve 5 dalda Oscar almış filmdir) bir de ulusal kahramanları vardır William Wallace. Filmde 1200’lü yılların sonlarına doğru yaşamış İskoçlu bir soylu veya kabile reisinin oğluydu. Anne-baba katledilince amcasının yanında Fransa’da büyüdü sonra da geri döndü şeklinde işlenmişti. İngilizlerin İskoçyayı işgali sırasında ve işgal ettikleri dönemde yaşamış bir isim. Toplumun lideri haline gelirse de soylular değil alt tabaka destekliyor. Zira *uzunbacaklı dedikleri* Edward’dan çok korkuyorlar. Daha önce anlatmıştım hatırlayalım İngilizlerin protestanlaştırma eziyetlerine katlanamayıp ilk önce İskoçlar protestan olmuştu. İngilizlerle Sitirling köprüsünde yaptıkları savaştan (2300 İskoçlu asker 10 bin İngiliz askerine karşı) galip çıkarlar. Ve William halk kahramanı olur, savaş da; Stirling köprüsü savaşı diye tarihe geçer.

Evet bir yazının da bu kez sonuna geldik. Glasgow benim İskoç hayallerime hiç uymasa da , şüphesiz tarihi binaları ile ilgimi çekti. Özellikle gidilesi bir yer mi? Gezin kararı siz verin. Renkler ve zevkler tartışılmaz. Bir güzele denk gelemedim affola. Sizde bu fotoğrafa bakarak bir hayır işleyin bari. 💃💃💃 Sevgiyle kalın. 💞💞💞

25-IMG_4224

BİRLEŞİK KRALLIK ve İRLANDA-İngiltere-Londra-1

Yeni bir gezi yazımla birlikteyiz. Zamanımızda Monarşinin tam karşılığı olmasa da sosyal yaşantılarını ve yıllardır Kraliçe olan II. Elizabeth’in ülkesini hep merak etmişimdir. Bu kez de şanslıyız ki, sadece Birleşik krallık değil yanında İrlanda bonusumuz oldu. Yine bol fotoğraflar eşliğinde birkaç ülke gezecek çok değişik tarihi bilgi ve hikayeler öğreneceğiz. 🤩 İlk göz ağrımız İzmir kökenli *Vertigo Tur* ile yaptığımız İngiltere- Galler- İrlanda-Kuzey İrlanda ve İskoçya turumuzun ilk ayağı İngiltere idi.

Biraz bilgi vermeliyim zira yeşil pasaportunuz da olsa vize gerekiyor. Haydi biraz bilgi yarışması yapalım gezi yaparken kıymetli rehberimiz Sinan Ercan da bize yapmıştı hangi Ülke? İngiltere, hangi Devlet? Birleşik krallık bu nedenle İngiltere değil Birleşik Krallık vizesi demek daha doğru zira; Birleşik Krallık İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler’den oluşuyor ve seyahat etmek isteyen kişilerin buralara giriş yapabilmesi için almaları gereken tek bir vize var. Ama arada İrlanda var. İrlanda Cumhuriyeti’ne İngiltere vizesi ile giriş yapılamıyor çünkü İngiltere Schengen üyesi değil. Ancak geçerli ve kısa süreli İngiltere turistik gezi vizesi ile öncelikle İngiltere sınırları içinden giriş yapmaları koşuluyla geçiş izni veriliyor. Zaten biz de İngiltere’den geçip İrlanda-Kuzey İrlanda üzerinden İskoçya sonra aşağıya yine Londra’ya dönüyor olacağız.

Biz vize alma şehrimizi torun sevdasına İstanbul olarak seçtik. Başvuru formu vs internet üzerinden İngilizce dolduruluyor (teşekkürler İlkbaharım-Deniz’imiz) prosedürü çok ve hayli zor işlemler, ücret ödeniyor mail ile onay aldıktan sonra randevuyu da Deniz aldı gittik. Uzun sürmedi 6 aylık en kısa olan vize için kişi başı 113 Dolar ödemiştik pasaportlar 15. günde verdiğimiz adreste elimize ulaştı. Rotamızı paylaşayım.

Ekran Resmi 2019-09-02 21.37.43

28-Temmuz-2019 sabah 11.30 İzmir Adnan Menderes havalimanında SunExpres’in giriş kapısında bile kontrolden geçtik enteresandı, sadece İngiltere uçuşunda yapılan bir muamele hepimiz çok yer görmüş gezmiş bir gruptuk kimsenin başına böyle bir olay gelmemiş. Şöyle; görevli eldivenli elinde bir kağıt parçasını üstümüze, çantamıza, telefonumuza benim fotoğraf makinama sürdü sonra gidip bir cihaza kağıdı gösterdi tamam geçin dedi. Ben nedir bu? Ne arıyorsunuz? Bir şey bulduğunuz oluyor mu? diye sorduysam da söyleyemeyiz dedi.

Ek bilgi; bu satırları yazarken tesadüfen NG de Havalimanlarındaki güvenlik ve nasıl aranıyoruz gibi bir konu vardı ve bu işleme süpürme deniyormuş. Üstümüze sürdükleri kağıdı bir cihaza okutuyorlar patlayıcı madde veya esrar varsa kokusu bu kağıda siniyor makinada o kokuyu bir şekilde değerlendiriyor.

Neyse Konuyu dağıtmadan bir bardak su bile vermeyen SunExpress ile Londra Luton havalimanına vardığımızda saat 13.10 idi. 😁 (2 saat farkımız + batıya gidiyoruz yani)

2-IMG_1tt
Londra-Luton kasabası

Genel bir bilgi vereyim: Anadilleri İngilizcedir ama iyi İngilizce bilseniz bile İngilizleri anlamayabilirsiniz. Para birimleri Paund’dur ama biz Sterlin diye biliriz. Paund eskiden bir ağırlık birimiymiş sonradan değer birimi olarak kullanılmaya başlamış. Aslında Paunt Sterlin denirken paunt daha çok kullanılır olmuş. En pahalı para birimlerindendir. 1 Paunt veya İngiliz Sterlini GBP-7,5 ₺ dir. Devletin adı Kuzey İrlanda ve Büyük Britanya Birleşik Krallığı. Burada Britanya adanın adı, Büyük Britanya ise; İngiltere, İskoçya ve Galler’den oluşan bu adadaki siyasi birliğin adıdır. Başkenti 9 milyona yaklaşan nüfusuyla Londra’dır. Londra için dünyadaki bütün dillerin konuşulduğu şehirdir derler. Evet çok eski zamanlardan beri göç alan bir ülke burası. Hindistanlı göçmenler ilk sırada Türkler de resmi olmayan verilere göre 500 bin civarında ve çoğu da Kıbrıs’lıdır. Aslında Türkler değil türkçe konuşan topluluk diyorlarmış zira Türkçe konuşan başka memleketten (Azerbaycan, Türkmenistan vs.) insanlarda varmış. Ama Türkiye’den Kahramanmaraşlılar açık ara öndeymiş. Son zamanlarda da *Ankara antlaşması* çerçevesinde gelen gençler çokmuş. Yakın zamanda hakkında çok konuşulan Boris Johnson da (Temmuz 2019’dan bu yana Birleşik Krallık Başbakanı) Osmanlı’nın son döneminde İçişleri ve Milli Eğitim Bakanı olan Ali Kemal Bey’in öz torunu Stanley Johnson’un oğludur. Aslını inkar eden haramzadedir derler ya aynen öyle, Türk karşıtlığı ile bilinir. 😏

Büyük Britanyayı oluşturan dört  ülke var demiştik. Bunların da toplamda 5 tane milli çiçeği var. İngiltere’nin gül, İskoçya’nın deve dikeni, Kuzey İrlanda’nın üç yapraklı yonca, Galler’in Pırasa ve nergis.

Devamla şehrin ortasından akan Thames nehri 346 km. ile Britanya adasının ikinci uzun akarsuyu, birincisi 370 km. ile Severn’dir. Her ikisi de Galler bölgesinden doğarlar. Severn Atlantik okyanusuna, Thames ise Kuzey denizine dökülür. Thames’in genelde suyu bulanıktır. Der ve devamını ara ara yazarım. 😉

İngiltere’de yerleşik profesyonel tur Rehberimiz Sinan ERCAN ile buluştuk. Gümrük vs. çıkış bir saati buldu.

IMG_0007_1
İngiltere-London Luton havalimanı

Hava tahmin ettiğimiz gibi bulutlu, evet grinin birkaç tonu vardı. 😉 Otobüse bindik merkeze 1 saatlik mesafedeydik, yol boyunca diksiyonu ve ses tonu çok güzel olan Sinan rehberimizin anlattıklarına kulak verdik. Tabii ki sizlere de aktaracağım. Öncelikle Türkiyemizin 11 enlem kuzeyindeyiz biraz yukarısı kutup zaten dolayısıyla havamız biraz daha serin olacak. Amaaa dedi Sinan rehberim ayrıca havamız hayli değişkendir. Çarşamba’ya kadar sıcaklık 35 dereceydi işi olmayan sokağa çıkmasın diye anonslar edildi, güneşi alma açısı arttığı için çok da bunaltıcı oldu. Dün sürekli yağış vardı, bugün şanslısınız hava çok güzel ☀️ ama yarın da belki yağmur yağar. 🌧 Kısaca işte Londra budur.

Devamla; Londra’da 5 tane havalimanı vardır. Ana havalimanı, THY’nin de indiği Heathrow havalimanıdır. İndiğimiz Luton havalimanı Londra’ya 1 saatlik mesafededir ve Luton Britanya’daki 200 bin nüfuslu en kalabalık kasaba-town’dır. Türkiye-İzmir’den sadece bu havalimanına tek uçuş var onu da SunExpress yapıyor. Trafik bugün hem hafta sonu hem de Londra Triatlonu nedeniyle hayli yoğun o nedenle bugün sadece Tower Bridge tarafını göreceğiz esas Londra gezimiz yarın olacak. Unutmadan bizim otobüsümüz özel olduğu için direksiyon alıştığımız şekilde solda idi oysa İngiltere’de araç direksiyonları sağda ve buna uygun olarak da trafik soldan işliyor. Tek sıkıntı inerken çok dikkatli olmalıydık aksi takdirde trafikte mazallah. 😇 Rehberimiz sola bakın St.George’un heykeli biz ona Aya Yorgi diyoruz dedi fotoğraf malum otobüsten. Sağdaki de St.John’s Wood Church. St. John’s tahta kilisesiymiş.

IMG_1957A
Londra-St. George monument

Aya yorgi’nin altından birçok efsane çıktı. Artık biliyorsunuz efsanesiz yazının tadı olmuyor. 🤷‍♀️ St. George anıtta; atının üstünde elindeki mızrakla kanatlı ejderhayı öldürmesi tasvir edilmiş. Pek seçemeseniz de…🤷‍♀️

Efsaneye göre: Krallığın birinde, halkın kuzularını hergün ikişer, üçer yiyen bir ejderha varmış. Öylesine oburmuş ki, ülkenin tüm hayvanlarını yiyerek yoksullaşmalarına sebep olmuş. Çaresiz kalan halk bu kez kızlarını ejderhaya kurban etmeye başlar. Kurban sırası kralın kızına geldiğinde aziz George beyaz atıyla gelir denizden çıkan kanatlı ejderhadan kızı kurtarmak için mızrağı ile ejderhayı yaralar sonra da atının ayakları altında ezer. Sevinen kral aziz George’u hediyelere boğar. Ama o hediyeleri istemez fakir halka dağıtarak çeker gider. Efsane bu tabii vurgulamak istenen kurtarıcı aziz George’un hristiyanlığın karşısında olanların (temsili ejderha) gücünü ezip kötülüğü yenmek (temsili genç kız) saf temizliği anlatmaktır.

Bir inanışa göre de Aya Yorgi çok uzaklarda Cappodocia’da (şimdiki Türkiye’mizin Kapadokya bölgesinde) doğmuştur ve yine enteresandır ki, MS 303’te Lydda’da (günümüz İsrail) Hristiyanlığı savunduğu için idam edilerek öldüğü biliniyor. Mezarının Lod’da olduğu buranın da Hristiyanların hac yeri olduğuna inanılıyor. Bizde heykeli değil ama kilisesi birkaç yerde var en bilineni 1751 de yapılan Büyükada’daki Aya Yorgi Rum Ortodoks Manastırı’dır. 

Neyse Thames nehri boyunca gidiyoruz güzel bir yapı var hemen söyleyeyim St. Paul Katedrali. St. Paul Katedrali; Londra’nın ana katedrali ve Londra Piskoposluğunun merkeziymiş. A evet hatırladım; Prenses Diana ile Prens Charles’ın düğününün yapıldığı 💍 💑Protestan kilise. Umarım gezme fırsatımız olur. Yine de öğrendiklerimi yazayım.

Katedra; Piskoposluk tahtı demektir ve her şehirde bir tane olur. Zaten bir yerleşim yerinde katedral varsa orası şehirdir. Londra’da da bir tane var gibi ama: Çok ilginçtir ki, Londra tek bir şehir değil şehir içinde şehirdir 🙄 biz şu anda Londra’ya hem geldik hem gelmedik dedi rehberimiz. Bir katedral yapılacaksa parlamento tamam burası şehir deyince katedral yapılırmış. Yani Londra’da halen iki tane Katedral var diğeri şehir içinde şehir olan Westminster’de.

1666 yılındaki yangında tamamen yanan St. Paul eski katedralin yerine yeniden inşa edilmiştir ve dünya Katolik katedrallerinin en büyüklerinden biridir. St. Paul Katedralini Kraliyet ailesinin ne düğün ne de cenaze törenleri için pek tercih ettiği dini yapı değildir. Çoğunlukla Westminster’i tercih ederler çünkü 1666’dan beri çoğu kral ve kraliçeler ölünce oraya gömülmüşler. Ancak Prenses Diana ile Kayınvalide savaşlarında Diana galip gelince düğün St. Paul katedralinde yapılmış.

St. Paul katedralini genelde sanatçılar ve askerler tercih eder. İngiltere tarihinde adından sıkça söz edilen Arthur Wellesley Wellington Dükü- Waterloo kahramanı, Amiral Horatio Nelson- Trafalgar savaş kahramanıdır. İkisinin de mezarı buradadır. Yine Birinci Dünya savaşında adı geçen çok tanıdık sima Arabistanlı Lawrance’in büstü, Florence Nightingale’in mezarı, İngiliz şair John Donne Anıtı da bu Katedralde yer alıyor.

1-IMG_2091
İngiltere-Londra-St. Paul Katedrali

Londra’yı pek çok yeri kurdukları gibi Romalılar kurmuş ve Lunpinyum adını vermişler. Londra adı; Londin ya da linden kelimesinden geliyor ve anlamını kimse bilmez. Tarihte Roma öncesi dönemde burada bir kral Lud var ve buraya Lud’un şehri anlamında Luden demişler zamanla Lundene sonra da London’a dönmüş. Pek çok farklı şekilde söylense de aslı budur da diyemiyoruz. Yine Şehrin ortasındaki semtlerden bir tanesinin de adı Ludgate. Efsane ye göre Kral Lud ölünce oraya gömülmüş. Daha sonra surlar yapılmış surlara da bir kapı yapılınca adı da Ludgate olmuş. Semtin adı da hala aynıdır. 

Otobüsle geçtiğimiz için trafikte pek çevre fotoğrafım yok Önder’in telefon fotoğraflarından bir iki ekleyeyim yazıya boğulmayalım. 🤷‍♀️

1-IMG_2093
Londra-Westminster

Thames nehri boyunca gidiyoruz demiştim.

2-IMG_2104
Londra-Westminster bölgesi-sağda Tate Modern sanat galerisi

Londra bu ne zaman yağmur yağacağı belli değilse şemsiye mağazasının da görünür yerde olması çok normal. 😀

3-IMG_2016
Londra-Westminster

Arada fotoğrafını çekemediğim aslında romanını merakla okuduğum Tapınak şövalyelerinin manastırını geçtik. Alıntı olan bir fotoğraf ekleyeyim.

ak
Temple Church, London – Temple Church, image by MPP Image Creation

Tapınakçılar-Tapınak şövalyeleri Fransız asilzade Hugues de Payen’in 1119’da kudüs’teki krallığın ve Hristiyan topluluğunun korunması amacıyla 9 şövalye tarafından kurulmuş olan bir topluluktur. Şimdi tapınakçılar yok (mu acaba? aynı kafada olan zenginler var deniyor da 😉) zamanın tapınağı da yok ama önemli toplantılara ev sahipliği yapan bir kilise var ve adı hala The Temple olarak duruyor.

Evet büyük bir heyecanla beklediğim London Tower Bridge’a gelmek üzereyiz. Bir iki Londra bilgisi daha aktarayım köprüyle de ilişkili zira. Londra aynı zamanda köprüleri en bol şehirlerden, otuza yakın köprüsü var ve hepsinin görevleri farklı tabii. Tren-yaya-trafik şeklinde. Güzel anlatımı ile verdiği bilgileri için rehberimiz Sinan beye arada teşekkürlerimi ileteyim. 🤩 İki katlı otobüsleri göründüler.

IMG_2001
Londra-Westminster

Londra nasıl kurulmuştan devamla; Romalılar, İmparator Claudius döneminde küçük bir köy olan bu adaya M.S 42 yılında geliyor. Londra’yı önce Times nehri kenarında Tower Bridge-kuleli köprünün olduğu yerde askeri bir yerleşim yeri olarak kuruyorlar. Zamanla gelişip büyüyen köy bir şehire dönüşüyor ve Romalılar 400 yıl boyunca burada yerleşik olarak kalıyorlar. 400 yıl sonra da adadan çekiliyorlar. Mantıklı bir sebebi var tabii ki, Başkentleri Roma’dan İstanbul’a yani Kostantinopolis’e taşınmış adaya hayli uzak ve aşılması gereken denizler, barbar dedikleri çok savaşçı Keltler -İskoçlar var artık baş edememiş ve bıkmışlar neticede 1410 yılında Londra’yı terk-i diyar etmişler.

Londra aslında çook uzun yıllar 600 kusur yıl başkent olamamıştır. Ancak 1066 yılında başkent olmuştur. Öncesinde Londra’ya 1,5 saat mesafede olan Winchester başkentmiş. Sonra zamanın Kralı Edward 1066 yılında başkenti Londra’ya Times nehri kenarına taşımaya karar vermiş. Edvard çok dindar bir adammış ölünce *günahları temizleyen adam* yani Aziz ilan edilmiş. (Bazıları ölünce meşhur olur ya…) 🤨 Neyse bugünkü Westminster sarayının orada bulunan Big Ben saat kulesinin olduğu yerde Westminster manastırını kurmuş. Ömrü vefa etmemiş inşaat bitmeden ölmüş ama halkı vefalı çıkıp Kralları Aziz Edward’ı inşaatın içine gömmüşler yapıyı üstüne devam etmişler. Böylece Londra başkent olmuş 1066’da.

IMG_2086
Londra-Westminster- St. Nicholas Cole Abbey (The Wren Coffee)

Kuruluş dönemi 1066’dan 1500’lü yıllara gelindiğinde de Londra çok büyümüş ve gelişmişse de Avrupanın sayılı başkentlerinden olamamıştır. Çünkü; 1580 yıllara kadar Fransa ile sürekli didişen Avrupa için hiç önemi olmayan adı bile bilinmeyen bir ada ülkedir. Bizimle bile ilk ilişkisi; Osmanlı İmparatoru 3. Murad dönemindedir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth Almanya ile müttefik olan İspanyolların Britanya’yı işgalini önlemesi için o yıllarda doğunun büyük sultanı Grand Turco dedikleri Sultan Murad’a bir mektup ve çevresine de hediyeler yollayarak yardım istiyor. Oysa ki, o zamana kadar Osmanlı İngiltere’nin adını dahi bilmiyor. İspanyol ve Almanlar iki güçlü devlet, Osmanlı ise Cihan İmparatorluğu idi. İngiltere’nin şansı Katolik değil Protestan olmalarıydı yani puta tapmıyorlardı kısaca yardım edilebilir di. Ve yardım edilince İngilizler İspanyollardan kurtuldular. İspanyollar önemini kaybedince yerini İngiltere doldurdu ve 1600’den itibaren de İngiltere dönemi başlamış ve 200 yıl içinde de *üzerinde güneş batmayan Kraliçe Viktorya’nın muhteşem Britanya İmparatorluğu* olarak dünyanın tepesine çıkacaklar. Kaderimiz bu kime arka çıksak tepemize çıkmış. 😡😡

Güzel bir anıt gördük. İngilizler savaşlarda ölen kahramanlar için böyle anıtlar dikerlermiş. Şehrin birçok yerinde görebilirmişiz.

IMG_2081

Bu arada Londra 1600’lü bu yıllarda iki büyük felaket yaşar. Önce 1665 yılında büyük veba salgınından kırılır. 1300-1500’te ve 1665 ama 1665’te en büyük veba salgınını yaşıyor. Avrupa’nın tarihinde görülmüştür ki her 100 yılda bir vebadan kırılırlar. Vebadan bir yıl sonra 1666’da Londra tamamen yanmıştır. Bir tek London Tower denen Londra kulesi 1666’ya kadar gidiyor bunun dışında gördüğümüz hiçbir yapı çok eski değildir. Yangın etkisi 10 yılda onarılır ve 1700’lerden itibaren de Londra dünyanın merkezi haline gelir.

Bitmedi: Londra bir kere daha 1940-44 arasında yani 2. Dünya savaşında yıkılıyor. Hitler Britanya adasına çıkmıyor ama Alman uçaklarının ağır bombardımanlarıyla yıkılıyor. Yalnız Londra değil Manchester, Liverpool, Bristol, Cambridge de yerle bir oluyor. Ve tüm şehirlerdeki yapılar 1950’lerde aslına uygun olarak yeniden yapılıyor. Genel olarak tarihi şehir şimdi gezdiğimiz yerler yani Thames nehrinin kuzeyidir. Şehir 19. yüzyıldan sonra güneye yayılmaya başlamıştır. Londra tek bir şehir değil şehir içinde şehirdir 🙄 biz şu anda Londra’ya hem geldik hem gelmedik demişti ya rehberimiz. 🤔 Birleşik Krallık’ta 61 tane city statüsünde yükseltilmiş yerleşim bölgesi var. Şimdi biz Westminster şehrindeyiz. Aşağıdaki fotoğrafta duvar tabelasında işaretledim görünüyor.

IMG_1975
İngiltere-Westminster

Şehir merkezine giriş ücretli yola girerken yazıyor. Ücret 14 Paund günde 1 kere ödüyorsunuz akşama kadar geçerli. Sadece özel araçlara paralı ticari araçlara yok. Para gişesi yok kamera tespit edip plakanıza işliyor, zamanında öderseniz indirim var, 1-2 gün gecikmede faiz yok ama geçirilen her gün faiz artıyor kısaca ödememek gibi bir şansınız yok bundan kaçış sadece o sokak veya caddede oturuyor olmalısınız, daha neler neler var İngiltere’de.  🤨

Baker street caddesi karşımızda hızlı geçiyoruz. Nerden hatırlamalıyız? Evet Arthur Conan Doyle’un romanında yarattığı hayali dedektif Sherlock Holms’den. Meraklılarına alıntı bir fotoğraf ekleyeyim. (Wikimedia’dan alıntıdır.)

Sherlock Holms
Londra-Baker street caddesi

Maceraları tam dört roman ve epeyce çok öyküden oluşur. Severek okurduk. Hayli de filmi vardır. İzlemeyenlere tavsiye edilir. İngilizler turist avlama taktiğiyle Sherlock Holms ve romandaki arkadaşı Dr. Watson için sanki yaşamış gibi bir ev döşüyor sonra kapısına da burada yaşadılar diye bir levha asıp müzeye dönüştürüyorlar. Üstüne üstlük kapısına da Scotland Yard’dan bir polisi nöbetçi olarak dikiyorlar. Milletçe hala uyuyalım. 😴

Yok biz uyumayalım gezelim görelim. 😀 Büyük bir yeraltı parkında otobüsten indik ve işte buradayız.

8-IMG_2126

Alttaki fotoğrafta çizdim; Ok işareti boyunca gidip sarayın etrafını turlarken de Times üzerinde London Tower Bridge’i göreceğiz.

8a-IMG_0085

Sanırım tüm turistlerin gezi başlangıç yeri burası gibi. 😁 Bizde rehberimizi dinliyoruz.

9-IMG_2133

Burası Tower Hill semti karşımızda da Tower of London -Londra kulesi diye bilinse de Londra kalesi’nin de ilginç bir hikayesi var; dinliyoruz. Kale çok güzel görünüyor.

Tower Of London, City Of London’un kalbidir ve Londra’da göreceğimiz en eski yapıdır. 1066 yılında Westminster manastırını yaptıran Edward öldükten sonra çocuğu olmadığı için tahta kimin çıkacağı sıkıntı yaratır. Edvard’ın Kuzeni ile kayınbiraderinin kavgasından William galip çıkar. William’ın bir lakabı vardır Türkçemizde çok kaba bir tabir olsa da Avrupalı için o kadar da kötü olmayan William the bastard yani piç William. Kraliyet albümünde bile böyle yazar. Onlara göre sadece evlilik dışı doğduğu anlamına gelir. Ama tahta geçtiğinde Bastard değil Conqueror yani Fatih olacaktır. İşte bu William 1067 yılında Tower Of London’ı inşa ediyor.

10-IMG_0081
Tower Of London

17. yüzyıldan beri kalenin korucuları olan altı tane Kuzgun vardır. Bilirsiniz Kuzgunlar da hayli uzun yaşarlar. Bu kalede dolaşan kara kargalar-İngilizce Raven biz Kuzgun deriz- Kral II. Charles döneminde kalede büyük zararlara sebep olurlar. Kral da öldürülmelerini ister. Danıştığı bir alim Kuzgunların öldürülmesi durumunda krallığımıza uğursuzluk getirir kale düşer kraliyet de gider der. Bundan etkilenen II. Charles Kuzgunların kalede kalmasına müsaade eder.

Raven yani Kuzgunlar altı tanedir, Sinan bey belki dolaşırken görürsünüz dedi. Bir şanslı arkadaşımız görünce fotoğrafını çekmiş benimle de paylaştı. Teşekkürler, Ayşenur- Hasan Fehmi Ölmez.

 

kuzgun2
Tower of London-Raven

Neticede kalenin neredeyse korucusu sayılan bu altı tane kuzgun krallar gibi besleniyor, uçup kaçmasınlar diye de kanatları kesiliyor. Kaçsalar bile şimdi hepsinde gps var ayağında kırmızı renkli görülüyor, bulup getiriyorlar. Sonuçta krallığın düşme ihtimali var az şey mi?… Neyse her birinin de ayağında gördüğünüz gibi kırmızı bir halka var diğer (avam) 😀Kuzgunlarla karışmasınlar diye. Yeoman Warders-Raven Master denilen bakıcıları yani karga efendileri bile var. Onlar hala korunan bir geleneğin sonucu Tower Of London’un simgesi olmuşlar. Bir Raven master ben beyaz kuleyi çekerken önümden geçmiş benden kaçtı ama Önder’den kaçamamış. 😊

IMG_034Ak
Yeoman Warders-Raven Master-Londra

Ama buldum benim kareme de girmiş bakışa bakınız. 😇😇

IMG_0034 2
Yeoman Warders-Raven Master-Londra

Londra kulesini gezmeye devam..

13-IMG_0015
Tower Of London

Buradan bilet alıp aşağıdaki kuleden giriş yapılıyor. Kalenin hikayelerini de Rawen Master rehberlik yapıp anlatıyormuş.

11-IMG_0011

Kraliyet mücevherleri de ziyarete açıkmış. Öyle de olsa bu kalabalıkta gezmek mümkün değildi.

12-IMG_0012

Tower Bridge’e doğru gidelim merak etmiyor musunuz? ☺️ Bakın London Tower kapı girişinin durumu.

14-IMG_0017
Tower Of London-Girişi

Beyaz kuleye doğru giderken aklımda hep Tower Bridge vardı.

16-IMG_0020
Tower Of London

Ve işte maviş, maviş göründü. Neyse araya biraz kaynasın. 💃💃💃 Kuleyi yine anlatırım size.

15-IMG_0018

Kalabalığı yararak gidiyorum ezilmedim şükür dikkatli gidiyordu. Espri tabii hızlı gitmeleri yasakmış kağnı gibiydi. 😇

IMG_0021

Çocukluğumda tahta oyuncaklarımda vardı aklımda kalan böyle kuleler ama köprü değildi tabii bayıldım. Baksanıza tam ortaçağı yansıtıyor. Victoria döneminin şaheseri.

IMG_0030
London Tower Bridge

Yukarıdaki fotoğrafta görünen (özellikle çektim) taşlı kumsal bir zamanlar plajmış. Kıyıdaki tabelada: Kral V. George, denize gidemeyen Londralı çocuklar için serbestçe gidebilecekleri bir kumsal yarattı. 1934 yılında buradaki kıyı şeridi taşlık kumlarla kaplıydı ve kumsal Londra’nın aileleriyle popülerleşti. Plaj erozyon ve kirlilik nedeniyle 1971’de kapandı, ancak Thames şu anda dünyanın en temiz şehir nehirlerinden biridir diye yazıyordu.

Habire çekiyorum en güzeli olsun diye, derken eşim; Bak sana gelen biri var dedi. Sanırım herkes telefonla çekerken benim kocaman makinama o da şaştı.😁😁

IMG_0027_1
London Tower Bridge ve Martı

Sağ tarafı da alayım belki buralara dönemeyebiliriz. Vakit denk düşerse köprünün karşı yakasına geçmeye niyetimiz var.

Bu güzelim sivri bina Eski Londra köprüsü kulesi diye de bilinen 95 katlı metal ve camlı Londranın en yüksek sayılabilecek yapısı The Shard. İtalyan mimar Renzo Piano tarafından tasarlanmış. Restoranı ve seyir terasıyla ünlüymüş.

IMG_0031
Londra-The Shard Tower

Neden Londra köprüsü kulesi deniyor. Zira hemen yanında eski London Bridge var. Londra Köprüsü ve London Tower Bridge farklı yapıda halen mevcut iki ayrı köprüdür. Enteresandır aynı London Bridge’den bir tane de Arizona’da ki Havasu şehrinde var, evet Türkçede okunduğu gibi. Altında hikaye gibi gerçek bir başarı öyküsü var.

600 yıllık bu köprü Londra’nın tarihinde bir çok yangın geçirmiş, çok kez tamir edilmişse de 1973 yılında yeniden yapılmış. Eskisini yıkalım yenisini öyle yapalım denmişse de meclis üyelerinden biri satalım tarihi yapıdır ve hatta Amerika’ya ilan verelim mutlaka biri çıkar alır demiş. Amerikalı milyarder biri ilana ben alıyorum diye cevap vermiş ve almış. Mühendisleri gelmiş köprünün devasa taşlarını numaralayarak aslına uygun olarak Arizona’nın Havasu Lake bölgesine taşımışlar. Hikaye kısmı şöyle; güya zengin iş adamı taşınma sırasında Londra’ya gelir bakar a! London Tower Bridge yerinde duruyor. Ama benim aldığım bu değil ilerdeki kuleli olandı demişse de… iş işten geçmiş.Yıl 1968

Fakat harika bir zekası olan bu milyarder, Havasu Lake City’i çölde sıfırdan yaratmış. İnsanları orada yerleşmeye ve ev satın almaya ikna etmek için bizim şimdi İstanbul’da yemekli gezi teknesiyle ava çıkıyorlar ya; o da uçakla insanları o bölgeye taşımış yedirip içirmiş ve insanları ikna etmiş. Köprü de Londra’dan gelen tarihi yapı olarak şehrin havasını dörde beşe belki daha fazlaya katlamış. Yıl 1971 👏👏👏

Evet biz Tower Of London’a geri dönelim. Köprüyü üstüne çıkınca anlatırım. Bu Orta Çağ kalesi eskiden nehire sıfırmış. 🤓 Alttaki kapı St.Thomas Tower’ın Traitors’Gate- Hainler kapısı. Edward I tarafından yaptırılan St. Thomas kulesinin bir parçası olan bu kapı eskiden nehire bağlantılıymış ve birçok Tudor (İngiltere’yi yöneten hanedan mensupları) mahkumları bu kapıdan içeri sokulurmuş.

23-IMG_2180
Tower Of London-Traitors’Gate-

Önümden geçen Sih’i görünce çekmeden duramadım. Bana Hindistanı hatırlattı. İngiltere’de Sih nüfusu hayli çokmuş. Sih’ler de malum Hindistan da zengin bir topluluktur. Burada da aynı üst statüdeler.

24-IMG_0035

Evet kulenin şimdiki görüntüsü bu. Dünyanın önde gelen turistik yerlerinden biri olarak hala önemini koruyor. Tüm ziyaretçiler gittikten sonra anahtar seramonisiyle kapılar kitlenir ertesi gün yine bir seremoniyle açılırmış. Kule halen Yeomen Warders ve ailelerine, askeri bir garnizon ile yörenin valisine ev sahipliği yapıyormuş.

25-IMG_0037
Tower Of London

Kale eski roma surları kullanılarak sağlamlaştılmış ve büyük kule ortaya çıkmış 1075’te. Kule inşası çok uzun sürmüş. Kare şeklindeki bu kaleyi 1200’lü yıllarda Kral Edward I kraliyet sarayına çevirmiş ama hiçbir zaman saray olarak kullanmamış, herhangi bir saldırı anında kraliyet ailesinin korunmak için saklanacağı bir kale olmuş. III. Henry döneminde iyice görkemli ve korkutucu olmuş. Kule yapım sırasında Masonlar, Normandiya’dan gelip Fransa’dan taş getirmişlerse de esas parayı 1290 yılında Kral I. Edward Yahudileri İngiltere’den kovmadan önce aldığı ağır vergilerden toplamış.

Önündeki tabelada görülen eski hali de bu; yüksek duvarlar ve derin su hendekleriyle çevrilmiş Avrupanın en sağlam fethedilemeyen kalesi olmuş ve yine nehire sıfır. Bu laf çok hoşuma gitti biz hep deriz ya denize sıfır e burada da nehir var yani. 😁😁

IMG_2179 2 copy
Tower Of Londan

Kraliyet ailesini korumak amacıyla inşa edilen kalenin 500 yıl boyunca çok önemli ziyaretçileri olsa da bir kısmı buradan çıkamamış. Çok çarpıcı hikayeleri anlatılan kule zamanında saray-kale olmasının haricinde korkunç işkence odaları, hayvanat bahçesi, darphane- ki dönemin tüm sikkeleri burada yapılmış, Kraliyet mücevherleri burada saklanıyormuş, silah deposu olmuş, bir dönem Greenwich gözlemevi de oradaymış kargaları gitsin diyen zatı muhterem gök bilimcinin inadına Kral I. Edward; krallığım daha önemli lanetlenmesin kargalar kalsın senin gözlem evin gitsin diye Greenwich’i şimdiki yerine yollamış. 😀 Ayrıca infazlara da sahne olmuş, İngiltere’nin üç kraliçesinin; Anne Boleyn (VIII. Henry’nin aşkından tutuştuğu 2. eşi, yine Catherine Howard 5.eşi) ve Lady Jane Gray ile VI. Henry, 12 yaşındaki V. Edward ve onun küçük kardeşinin de idam edildiği yer olarak tarihte yerini almıştır. 😱 20 yüzyılda bile yakalanan Alman casuslarının vurularak infazı burada yapılmış. 1841’deki büyük yangında hayli tahrip olmuş. Ve yine 1381 yılında aşılamayan kale köylü isyanı sırasında asilerin açık kapıdan girmeyi başarmalarıyla aşılmış. Olmaz, olmaz demeyin 😇 olmaz, olmaz

Not: Bu VIII. Henry’i tarihte deli diye öğrenmiştik ya da çılgın her neyse ben lisedeyken 🤫 1965 yılında Herman’s Hermits şarkısı olarak ezberlediğimiz hatta okul gazetesinde yayınladığımız zamanımızın çok hareketli bir şarkısı vardı *I’m Henry the eigth ı’m* Güzel bir pop şarkıdır. Üzerine tıklayın izleyebilirsiniz.💃💃💃

Neyse gezmeye devam bir an önce köprüye çıkalım. Yol kenarında merdivenlerden çıkacağız gidiyoruz bir de yakından pozlayayım. Tarihe, sıradışı ve görkemli tarihi yapılara meraklıysanız buraya Londra’ya gelmelisiniz. Yakından bir daha bakalım.

27-IMG_0045
London Tower Bridge

Karşımıza çıkan bu toplar ile zamanında önemli günler için atışlar yapılmış. İlk atışlar Tower Of London kulesinden Kral VIII. Henry’nin ikinci eşi Anne Boleyn’in 1533 yılında taç giyme töreni için 41 kere yapılmış. Günümüzde Kraliçe’nin doğum gününde 62 pare  parlemento açılışında da 41 top atışı yapılmış. Kraliyet doğumlarında da bu seremoni yapılıyor. Şimdi daha modern toplarla tabiki.💃💃💃

28-IMG_0049
Tower Of Londan

Köprüye çıkma telaşım Önder’imin bakış açısından.

28B-IMG_2225

Köprüye çıkış yeri.

IMG_2220
London Tower Bridge giriş yolu

Ava giden avlanırmış.😇

28c-IMG_2249

London Of Tower’ın orta kapısını çekiyordum. Eskiden burası hep suyla kaplıymış.

29-IMG_0055
Tower Of London

Alttaki karede çocuk o kadar çok eğilip kalktı ki, ne oluyor diye fotoğrafladım. Meğer London Bridge’de ayakkabımı bağlıyordum pozu veriyor kız arkadaşı da olmadı tekrar diyormuş.. 🤣🤣🤣

34-IMG_0065
London Tower Bridge

Bu gencin bacağındaki kesin Titanik dövmesidir. Ortaya geçip sanatsal bir kare alacaktım oysa ki.🤩

36-IMG_2233
London Tower Bridge

Ben sanatsal, manatsal diye uğraşırken Önder çarpıcı bir kare yakalamış. 👏👏👏

35-IMG_2256
London Tower Bridge

Herkes hatıra fotoğrafı çektiriyor, selfi yapıyor. Orta refüje geçerken hayli korna yedim. Bana köprüde insan o büyüye kendini kaptırıyor dikkat et ezilme demişlerdi çok doğruymuş. Bu güzelliğin bir de Eski London Bridge köprüsüyle bağlantılı enteresan bir hikayesi var sonra anlatacağım.

30-IMG_0050
London Tower Bridge

Derdim şu kareyi çekmekti.

31-IMG_0053
London Tower Bridge

Biraz köprünün tarihinden bahsedeyim: Kraliçe Victoria’nın, sanayi devriminin muhteşem bir mimari harikasıdır demiştik. Adını iki kulesinden alan tüm dünyada en çok tanınan 125 yıllık köprünün yapımına 1886 da başlanmış. Baskül tipi köprülerin dünyadaki en meşhur örneğidir. Hala her gün bir açılır, bir kapanır toplam sekiz kere çalışır ve bir açılıp kapanması 1.5 dk. sürüyormuş. İki tane gemi var burada biri yandan çarklı diğeri yelkenli gezi gemileridir. Bunlar her gün gezi için çıktıklarında köprü açılıp, kapanıyor, bu kısa mesafede zira daha geçemeyecekleri bir sürü köprü. 🤷‍♀️

Gemilerin geçişinin yayalara engel olmasını önlemek için ikinci bir yaya yolu üstte yapılmış rağbet görmeyince kapatılmış, şimdilerde cam platformlu seyir terası olarak çıkılabilir bir yer. Karayolu trafiğinin gemi geçişine engel olmaması için o zamanlarda buharla çalışan hidrolik motor varken (hala orijinal motorlar ziyaretçilere açıkmış)  şimdilerde elektrikli motorların çalıştırdığı pistonlu açılır kapanır köprü ile karşı kıyıya bağlanmış. Ufak bir hikayesini yukarıda anlatmıştım. Hala biraz  London Bridge köprüsü ile karıştırılır. Oysa burası; alt fotoğrafa bakın neymiş 😇😇😇 Tower Bridge…

37-IMG_0062 copy

Sağ taraf manzarası; Londra’nın en yüksek binası olan The Sard yukarda anlatmıştım.

33-IMG_0061
Londra- The Sard

Sol taraf manzarası da böyle.

38-IMG_0064
London Tower Bridge manzarası

Görüldüğü gibi karşıya geçecek vakit olmadığı gibi karşıda da çok önemli görseller yokmuş. Biz de London Of  Tower turumuzu tamamlayıp buluşma yerine dönelim.

41-IMG_0068
London Of  Tower

Bu kalıntının içinde madeni paralar vardı.

IMG_2300

Bilgi tabelasında yazılar Almanca idi sevgili Onur Kalyoncu oğlum’un çevirisiyle (Tekrar teşekkür ederim) bu bir Orta Çağ geçidiymiş okuyalım.

Tower Hill’deki Orta Çağ Geçidi; Bu orta çağdan kalma geçit Londra Şehri’ne doğrudan girme imkanı sağlıyordu. Günümüze kadar şehir surları içinde ayakta kalmayı başaran orta çağ’dan kalma bilinen tek büyük geçittir. Yeraltı tünellerinin yapımı, geçidin kalan kısımlarının kazılıp kazanılmasına olanak sağlamıştır. Çok köşeli bir yapıya sahip bu geçidin girişinde (kaleyi korumayı sağlayan) 3 adet okçu delikleri hükmetmektedir. Kale iki tane ahşap kapı ve yuvası hala görülebilir bir parmaklıkla korunmaktadır.

Taş işçiliğinin mükemmel kalitesi, geçidin belki de 13. yüzyıl sonundan sonra Londra Kulesi’nde önemli değişiklikler yapan kraliyet taş ustaları tarafından inşa edildiğini göstermektedir. Paralar da her zaman ki gibi dilek parasıdır. 13.yy dan kalma ya.  ☺️☺️☺️ Siz de dileyin belki tutar.

42-IMG_0073
London Of tower- 13.yy.dan kalıtı ortaçağ kapısı

Son köşeyi dönüyoruz.

43-IMG_0077
London Of Tower

Son bir bakış. VE

44-IMG_0084
London Of Tower

End Of The Write Tower Of London ☺️☺️☺️

44-IMG_0079

Topu topu 1.5 saatte yine iyi gezmişiz. Otobüsümüze bindik uzaktan çocukluğumun dönme dolabını gördüm aaa derken rehberimiz anlatmaya başladı. İnip fotoğraf çekip yola devam ettik.

46-IMG_0088

Londranın Gözü- London Eye; Aynen Eyfel kulesi gibi geçici olarak beş yıllığına konmuştu. 2000 yılı Milenyum için ama o kadar çok para kazandı öylesine popülerleşti ve Londra’nın sembolü oldu ki, kaldırmaktan vazgeçtikleri gibi sonsuza kadar da kalacak diyorlarmış. 135 metreye kadar yükseliyor 32 kabini var ve bir turu toplam 35 dk. sürüyor. 25 pound ücreti var. Biletini hemen ordan da veya internetten de alsanız aynı sıraya giriyorsunuz. Sıra da tam 35 dk. sürüyormuş.

45B-IMG_0087
Londranın Gözü- London Eye

Bundan sonra otele kadar inmek yok otobüs gezisi. 🤷‍♀️ Parlemento binasının önünden geçiyoruz .Aaaa inanmıyorum biz de şans bu kadar zaten Big-ben de tamiratta. 😏  

Asıl adı Elizabeth Kulesi olan Kule 13 tonluk çanı ve saati ile tanınır. 1836 yılındaki yanan Westminster sarayı yeniden yapılırken daha görkemli olsun diye yanına kule (bunlarda kulesiz iş göremiyorlar 🤣 ) ve sesi heryerden duyulan çanı olan bir de saat eklemişler. Saate takılan ilk çan kırılmış sonraki çok ağır gelip tehlike yaratınca aynı sesi veren daha hafif bir çekiç takmışlar sesi heryerden duyuluyormuş. Ben duymadım ama.

Adını nerden aldığına dair birkaç rivayet var. Biri; İngilizlerin ağırsiklet boks şampiyonu Benjamin Caunt’un lakabı big ben imiş. O dönem kendi çapında ağır olan şeylere big ben demek adet olduğundan bu kocaman çanlı saate de big-ben denmiş. Halka açık olmayan kuleye çıkmak için İngilizler milletvekillerinden özel izin alırlarmış.

 

48-IMG_2366

Aslında taksileri siyah bu da bizim yeni moda mavi taksilerimiz gibi olmalı. 😁

47--IMG_2355

Bu güzel evler Victoria dönemi evlermiş. Tuğlalar kırmızı. Bacalar hep böyle upuzun.

49-IMG_2430

Londrayı yarın da gezeceğiz bugün zaten yoldan geldik yorgunuz sizleri de fazla yormadan yarın görüşelim diyorum. Umarım fazla geciktirmem. ☺️ Her zaman olduğu gibi yazımı bir güzelle kapatıyorum. Aynı Gan gam style değil mi? çok tatlı.

50-IMG_2328

Sevgiyle kalın.❤️ ❤️ ❤️