İRLANDA-Dublin

Merhaba yine beraberiz. İrlanda-gençliğimin –Ryan’s Daughter (İrlandalı Kız) filmi ve sonrasında İRA nedeniyle hep merak ettiğim bir ülke idi. Fakülte yıllarımda 1972’de Londonderry kentinde gösteri yapanlara ateş açılması sonucu 14 kişinin öldüğü ve tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen olayı dün gibi hatırlarım. Ne yalan söyleyeyim şimdi gezecek oluşumuz beni hayli heyecanlandırıyor.

Evet süre gelen seyahatimizin bu kez İrlanda kısmındayız. İrlanda’ya daha doğrusu Britanya adasına 2 gün ayrılmış; ilk gün İrlanda-Dublin’i ertesi günü de Kuzey İrlanda-Belfast’ı gezeceğiz. Tarih 1-Ağustos-2019 oldu bile. Önce adı Britanya olan tüm ada’dan biraz bahsetmek lazım.

İRLANDA; British İsland denen adalar gurubunun ikinci büyük adasıdır birincisi anlattığım İngiltere-Galler ve İskoçya’yı içine alan Britanya adasıdır diye başlayan değerli rehberimiz Sinan Ercan’a selam olsun. Adanın toplam yüz ölçümü 80.000 kilometrekaredir. 1919 yılına kadar tek bir İrlanda vardı ada, tümüyle Britanya’nın bir parçasıydı, 1919’dan sonra 1921 yılında İrlanda bağımsızlığını ilan etti hem de çok kanlı bir şekilde ikiye ayrıldılar; Kuzey İrlanda ve Güney İrlanda. Adanın büyük bir kısmı Güney’de kaldı yani şimdiki bağımsız İrlanda olan kısım ki 60.000 km kare. Hiçbir şekilde İngiltere’ye bağlı değil Kraliçenin de otoritesi yok. Para birimi Avrodur ve Avrupa birliğine dahildir. Kendi bayrağı vardır. Toplam 7 milyon nüfusu olan adanın 5 milyonu İrlanda’da yaşıyor ve tüm adanın en büyük şehri de Dublin’dir. Sadece merkez Dublin 550.000 nüfusa sahiptir ve İrlanda’nın başkentidir. Adanın ikinci büyük şehri ise 300.000 nüfuslu Kuzey İrlanda’nın başkenti olan Belfast’tır.

İrlandalılar genel olarak Avrupa’nın köylüleri olarak anılırlar. Britanyalılar tarafında da hor görülmüşler ve tarihler boyunca İngilizlerle çatışmışlardır. Bunun en temel sebebi de İrlandalıların Protestan olmayı kabul etmemiş olmaları.

Tam buraya bir saptama yapalım. Evet daha önceki yazımda kısaca deli dediğim ve kısaca anlattığım VIII. Henry’yi tekrar hatırlarsak: Henry 20 yıllık eşi Aragon’lu Catherine’den boşanıp kendisine erkek çocuk doğuracağı sözünü veren Anne Boleyn ile evlenebilmek için yeni yayılmaya başlayan Protestanlığa geçmesini öğütleyen çevresine uymuş Katoliklikten Protestanlığa geçmişti. Sonra Katoliklere düşman olmuş birçoğunu Protestan olmaya zorlamış olmayanları da kılıçtan geçirtmişti. İngiltere hemen, İskoçlar kısa sürede Protestan oldu. Ama İrlandalılar çok dindar insanlardı. Protestanlığı asla kabul etmediler. 1500’lü yılların ortalarına kadar yani VIII. Henry dönemi boyunca sonra Edward ardından kızı Mary döneminde hep bir Protestanlaştırma çabaları devam etti. Sonra Kraliçe Elizabeth baktı ki, Protestan olmuyorlar farklı bir politika yürüterek İskoçya’dan ve İngiltere’den getirttiği Protestan ipsiz, sapsız, çulsuzları buraya yerleştirdi. Üstelik Katoliklerin mallarına el koyup bu işsizlere dağıttı. 

Böylece Elizabeth 1580’li yıllarda Protestan-Katolik çatışmasını başlatmış oldu. İrlandalılar çok büyük tepki gösterdiler ve dinlerine iyice sarıldılar. Yüzyıllarca süre gelen bu çatışma sonucunda sanayi devrimi sırasında bile İskoçya ve İngiltere sanayileşirken İrlanda’ya hiçbir yatırıp yapılmadı. İrlanda’nın sanayileşmesine hiçbir Kral ve Kraliçe izin de vermedi. İngilizler Afrika’nın bazı yerlerine Hindistan’a bile bir sürü yatırıp yapmışken İrlanda toprağını fakir bırakmışlardır. Konuyu Kuzey İrlandayı anlatırken daha uzun açacağım. Yazıya boğulmadan sizi hemen 700 hektarlık bir alana sahip güzel bir parkta Phoenix park-Zümrüt-ü Anka kuşu demektir böyle muhteşem bir görüntüyü izlemeye davet ediyorum.

1-IMG_0420_2
İRLANDA- Dublin-Phoenix Park

Park VIII. Henry’nin el koyduğu arazilerden biri, daha önceleri Katolik şövalyelerine ait dini bir yapılanmanın arazisiymiş. Henry geyik avını çok sever demiştik hani Londra’da Hyde Parka da o nedenle el koymuştu. Fakat her ne hikmetse VIII. Henry İrlanda’ya hiç gelmiyor ama park kraliyet ailesinin mülkü olarak kalıyor. 1700’lerin ortalarında Britanya İmparatorluğunun İrlanda valisinin konutunu buraya yapıyorlar şimdilerde yerinde daha görkemli olarak Cumhurbaşkanlığı konutu yapılmış dolayısıyla burası da konutun bahçesi durumunda. Yine de halkın kullanımına açık bir mesire yeri, hayvanat bahçesi, oyun alanları olan etkin bir yer. Şu güzelliğe bakınız. Burada yaşayan ceylanlar insanlara alışkın olmalarına rağmen bizim gurubun koşarak gitmesi onları hayli ürküttü ben de kalanını anca bu kadar çekebildim. 😡

2-IMG_0422cr
İRLANDA-Dublin-Phoenix Park

Devam. Bu çatışmalar arasında halk iki kez de patates kıtlığı yaşar/bizim Sultan Abdümecid dönemi/ 1800’lü yıllar (yeri gelince anlatacağım) ve İngiltere yine yardım etmez. Osmanlı döneminde biz yetişir kıtlığa bir miktar yardım ederiz. İrlandalılar bunu unutmaz İngilizlere kızarlar ama bizimle hoş bir ilişkileri vardır. İşe bu kıtlık sırasında milyonlarca insan ya ölecek ya da adadan kaçacaktı. Nereye? İlk önce elbette İskoçya ve İngiltere ağırlıklı olarak da Manchester ve Liverpool’a. O dönem Liverpool’dan transatlantik yolculukları başlamıştır dolayısıyla Liverpool Amerika’ya (altına hücum) gidiş kapısı olmuştur. Yine bir kısım insan da Avusturalya’ya, Afrika’ya, Yeni Zelanda’ya yerleşmiştir. Amerika’da 35 milyona yakın İrlandalı vardır. İrlanda kökenlilere -irish root derler ve o yıllarda bu çok çalışkan insanların çoğu Amerikanın polisleri veya itfaiyecileri olmuşlardır. Hatta 45 tane gelmiş -geçmiş Amerika Başkanlarının 22 tanesi İrlanda kökenlidir. Afrika-Kenya’lı Obama bile çook uzaktan da olsa anne tarafında yani 4 kuşak geri dedesi nedeniyle kökeni İrlanda’ya dayanır.

Parkta bir de güzel anıt sütun var. İrlandalıların bizden deyip hiçbir heykelini yıkmadıkları Meşhur Waterloo Savaşı Komutanı Arthur Wellesley’in savaştaki kahramanlığını anlatan Waterloo Anıtı. Aynı zamanda Avrupa’daki en büyük anıt sütundur. Otobüsten telefon ile çekildi. 🤫 Artık Dublini geziyoruz biraz da onlardan bahsedeyim.

IMG_3383 copy
-Dublin-Phoenix Park-Wellington Monument

Dublin; Vikingler tarafından keşfedilmiş veya kurulmuş sonra kuzey insanı anlamına gelen Norman istilasıyla artık Normanlıların yönetimine geçmiştir. Dublin ismi, İrlandaca Dubh(siyah) ve Linn(havuz) kelimelerinden geliyor. Neden siyah havuz? Bilen varsa söylesin.

Çok zor konuşulup yazılan dilleri olan İrlandacayı konuşma oranı çok düşüktür. Yerli halk İrlandacayı köylü konuşması der konuşmaz. Zaten vaktiyle de İngilizler İrlandacayı yasaklamıştır. İngilizlerle bağımsızlık savaşı vermelerine ve onlardan nefret etmelerine rağmen (tarihseldir, günümüzde böyle sorunları yoktur) bugün İrlanda’da İngilizce konuşulup yazılır.

Dublin, dolayısıyla İrlanda geleceğin silikon vadisi olma yolunda hızla ilerliyor zira- hükumet yazılım konusunda çok ciddi vergi indirimi sağlamış ve Google, Apple, Hewlett Packard, İntel, Yandex vs gibi şirketlerin hepsinin genel merkezi Dublin’e taşınmıştır. Güzel bir caddeden geçiyoruz. Dublin’de evlerin yapısı da çok görkemli.

3-IMG_0434
İRLANDA-Dublin

Guinnes Mahallesinden geçiyoruz. Arthur Guinnes 1756 yılında bu araziyi isabetli bir öngörü ile 1000 yıllığına kiralıyor. 250 yılda dünyanın en büyük bira firması haline getiriyor. Siyah birayı üretir ama biliyoruz ki bira siyah değildir. Çok özel bir biradır. Amblemi Harp-Arp müzik aletidir. Buralarda yapılan kazılardaki mezarda çıkan metal bir objenin üstünde rastlanmış İrlanda kültürüne ait eski bir semboldür. Sokaktan bir güzel görüntü. Fabrikanın Mural’ı.

IMG_3421
Dublin-Guinnes mahallesinden görüntü.

Guinnes bira tarafından da sembol olarak alınmış. İlginçtir bira sembolü ile devletin sembolü aynıdır. Tek fark Guinnes arp’ı sağa, devletin sembolü arp sola dönük kullanılır. Guinnes 1756’da kullanıyor, devlet ise 1922’de kuruluyor dolayısıyla Guinnes çok daha önce sembol olarak seçmiştir. İrlanda’ya gidip Guinnes bira içmeden de dönülmez. Store House bira müzesi, Dublin’de gezilen en önemli müzelerden biridir. Store House’u 20 Avro gibi ücretle en az 2 saatte gezebilirsiniz. Biz panaromik geziyoruz malum. Guinnes rekorlar kitabı da Guinnes ailesinin bulduğu bir şeydir. Şöyle ki, iddialaşmayı huy edinmiş İrlandalılar barlarda sonunda kavga eder olunca şirket sorulan soruların cevabının bulunduğu bir küçük kitapçık bastırır. Sonrasında konular arttıkça kitapta bugün ki şeklini alır. Şimdi yolumuz yemyeşil bir bahçede kurulmuş olan Aziz Patrik Katedrali -Saint Patrick Katedrali..

6-IMG_0445
İrlanda-Dublin- Saint Patrick Parkı

Saint Patrick  İrlanda’nın koruyucu Azizidir. İrlandalıların milli rengi yeşildir. 300’lü yıllarda yaşayan Aziz patrik’in de rengi yeşilmiş. Nihayet bir hikaye yakaladım. 💃💃💃Romalılar döneminde İngiltere’de bir haydut yakalanıyor ve İrlanda’ya sürülüyor. Sürgün geldiği burada hidayete erip tövbekar olan bu kişi Aziz Patrikten başkası değildir. O dönemde İrlandalıların dini yok puta tapıyorlar. Aziz Patrik’de hayli uğraş sonunda İrlandalıları Hristiyan yapıyor. Hristiyan yapmak için de üç yapraklı yoncayı☘️☘️☘️ kullanıyor. Neden dört yapraklı değil de üç yapraklı yonca? E diyor üç yapraklı bu yonca baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine dayanır üçü de aynı kökten çıkar, birbirleriyle birleşmez ama ayrılamaz da der. Yani bir metafor olarak kullanır. Neticede bu üç yapraklı yeşil yonca rengi ve şekliyle de ülkenin sembolü olur.

5-IMG_0429
İrlanda-Dublin- Saint Patrick Katedrali

Aziz Patrick 17 Mart günü ölür bu Katedrale gömülür tam yeri bilinmiyor yine mezar üstüne Katedral inşa edilmiştir. 17 Mart tüm dünyadaki İrlandalılar tarafından Saint Patrick’s Day veya Green Day günü olarak kutlanır, özellikle Amerika Boston’da İrlandalı çoktur. 17 Martta Boston’da her yeri Boston çayını bile bir günlüğüne yeşil akıtıyorlar, çok büyük bir olay oluyor. Katedrale giriş 8 Avro.

7-IMG_0447
İrlanda-Dublin- Saint Patrick Parkı

Ayrıca çocukluğumuzun Klasiklerinden olan Gulliver’in Gezileri’nin yazarı Jonathan Swift’in de mezarı buradaymış. Çünkü Swift bir din adamıdır hayatının 30 yılında bu manastırda baş yöneticilik yapmıştır. İşte bir hikaye daha.

Jonathan Swift aslında anne-baba tarafından İngilizdir. Babası, annesi ona hamileyken ölünce annesi Swift’i bakamam deyip doğar doğmaz İrlanda’da akrabalarına bırakıp İngiltere’ye gider bir daha da geri dönmez. Jonathan çok başarılı bir çocuktur akrabaları onu  Trinity College -şimdiki Dublin Üniversitesinde- okutur, tam bir İrlandalı gibi yetişir. Sonra İngiltere’ye gider ve o zamanın en ünlü devlet adamlarından Sir William Temple’ın yardımcısı olur. Sir William Swift’teki ışığı görüyor onun Oxford’da okumasını sağlıyor. Jonathan 25 yaşındayken orada 8 yaşında bir kızla tanışıyor. Kızın adı Ester Johnson ve ilginçtir ki, bir ömür ayrılmıyorlar. Ester de kimsesiz bir çocuktur. Aralarındaki ilişki hiçbir zaman çözülemiyor. Bir aşk ilişkisi mi? Abi kardeş ilişkisi mi? Jonathan bu ilişki hakkında asla bilgi vermez ve Ester reşit olana kadar da kızla yanında bir arkadaşı olmadan hiç bir araya gelmez ama hep yanında taşır. İngiltere’deki hayatını bitirip İrlanda-Dublin’e dönerken de Esteri yanında getirmiştir. Swift Ester’e-Stella demiş hep öyle hitap etmiş. Ester kendisinden 20 yıl önce ölünce başkanı olduğu bu katedralin içine gömdürüyor, ölünce kendisinin de Esterin yanına gömülmesini vasiyet ediyor. Ve şimdi katedralin içinde ikisininde mezarı yan yanadır.💞💞

Panoramik gezimiz devam ediyor. Trinity kolejden geçiyoruz. 1592 yılında Kraliçe I. Elizabeth tarafından kurulmuş daha sonra Dublin Üniversitesi olmuştur. Yani bizim Galatasaray koleji ve Üniversitesi gibi. İçini 10 Avroya gezebilirsiniz hemen girişte yüzyıllık harika kütüphanesi varmış ve İncilin ilk nüshası sergileniyormuş. Ancak 20 şer kişilik guruplar halinde girildiği için biz yine yaya kaldık.

8-MG_3488
Dublin- Trinity Koleji

Bu arada Dublin’de genelde duyulan ya da bilinen bir renkli kapı olayı vardır.18. yy George’lar dönemine ait bu evlerin en güzelleri Dublin’in meşhur Merrion Square bölgesidir ve haliyle statü olarak da üstün yani zengin bir muhittir. Bu konuda yine hoş bir iki hikaye vardır. Biri; İrlandalıların içkiye olan düşkünlükleri bilinen bir gerçektir. Adamın biri çok sarhoş evine gidiyor kapıyı kurcalıyor açıp içeri giriyor ama kendi evi değildir. İşte o nedenle herkes evinin kapısını başka renk boyuyor ki, evler karışmasın kimse yanlışlıkla girmesin. Bence kadının fendi erkekleri yendi meselesi olabilir. 😁  Bir-iki örnek vereyim otobüsten.🤷‍♀️

IMG_3477
Dublin
PHOTO-2019-08-02-01-31-34
Dublin

Bir diğer hikaye Kraliçe Victoria ölünce ulusal yas ilan ediliyor ve bazı şehir yöneticileri diyorlar ki, kapılar matem nedeniyle siyaha boyanacak. İrlandalılar da Kraliçeden öyle nefret ediyorlar ki, neredeyse def çalıp oynayacaklar. O kadar çok seviniyorlar yani bırakın siyah boyamayı, kapılarını rengarenk boyayıp bu ölümden ne kadar mutlu olduklarını böyle ifade ediyorlar diye de anlatılır.

Dublin’de hayli tanıdık ünlü var ve yine 1880’den sonra bir Oscar Wilde’dan bahsetmemek olmaz. Evinin karşısında Merrion Parkta bir heykeli var.

IMG_0465
Dublin-Oscar Wilde anıtı

Oscar Wilde; Eksantrik kişiliği, aykırı davranışlarıyla (eş-cinsel) tanınmış Dünya Edebiyatının saygın isimlerinden biridir. Dublin’deki evi bugün Amerikan koleji olarak kullanılıyor. Babası Kraliyet ailesinden de Sir ünvanı almış John Wilde soyludur ve dönemin saygın hekimlerindendir. Oscar’ın zeki ve başarılı olduğu anlaşılınca Oxford’a gönderilir ve oradan da üstün dereceyle mezun olur. O dönem İngiltere’sinde eş cinsellik suçtur ki 1960’lı yıllara kadar öyleydi ve tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Ne kadar saklasa da bir şekilde mahkemeye çıkıyor. Suçlu bulununca Londra’nın batısında Reading kalesinin zindanına kürek mahkumu olarak gönderiliyor. Burada iki yıl kalıyor ve şaşaalı yaşamının aksine Paris’te ucuz bir otel odasında sersefil hayata veda ediyor, yıl 1900. Önce öldüğü mahalledeki mezarlığa gömülüyor. Mezarı daha sonra Paris’in meşhur mezarlığı Pere Lachaise taşınmış.

Şimdi Dublin’i ikiye bölen Liffey nehrinden geçip O’Connell caddesine geçiyoruz. Liffey nehri şehri ikiye bölüyor. Buradaki en güzel köprü Ha’penny köprüsü. Vaktiyle buradan geçişlerde bir penny ücret alınırmış adı o zamandan kalma sanırım. 😊 Nehrin güney yakası Kraliyet dönemindeki saygınların oturduğu saray ve diğer binaların bulunduğu yer. Biz şimdi kuzey yani avam taraftayız. Denizdeki gel-git burada bile hayli etkili bakın sular çekilmiş.

11-IMG_0530
Dublin -Liffey Nehri

O’Connell caddesinde Patates kıtlığını anlatan-Açlık -Famine Anıtı; İrlandalıların Gorta Mor diye adlandırdıkları bu kıtlık o kadar dramatiktir ki dünyada bir İrlandalılık olgusu yaratmış. Dünya üzerinde İrlandalıların olduğu hemen her yerde yüzden fazla kıtlık anıtı mutlaka vardır. İrlanda’dan göç eden insanların anısına 1997 yılında yapılmış. Burası da konum olarak İrlanda’dan yola çıkan ilk geminin hareket noktasına gitmek için yürümeye başlanan yermiş. O dönemde halkın beslenmesinde patates en önemli besin maddesiymiş. 1845 yılında başlayıp 1852 yılına kadar 7 yıl süren mücadeleye Kraliçenin halkı ya Protestan olursunuz ya da çekip gidersiniz diye göçe zorlaması da eklenmiş. Kıtlığa sebep olan da patatese bulaşan mantar benzeri bir hastalıkmış. Tarladaki ve sonra da ambarlardaki patatesleri de etkileyip çürütünce kıtlık başlamış. (Böyle mantar benzeri hastalık sonrasında en az 5 yıl patates ekilmesine de müsaade edilmezmiş) Hemen bir yılda yeni patates yetiştiremeyince de açlıktan kırılmışlar, bir kısmı da göç etmiş ve nüfusları hayli azalmış.

IMG_0459
Dublin-Famine Patates Kıtlığı Anıtı

Gelelim bizim nasıl yardım ettiğimize; İrlanda 1845 yılında büyük felaket sayılan kıtlık yaşarken halkın yardım çığlıklarını tüm dünya duyar. İrlanda’ya ders vermeye kendince devam eden İngiltere önce duyarsız kalır. Osmanlı Sultanı Abdülmecit yardım talep edilmemesine rağmen duyarsız kalamaz ve 5 bin Sterlin yardım yollansın der. Bunu duyan Kraliçe I. Elizabeth acilen 2 bin Sterlin yardım yollar. İngiliz elçisi hemen Abdülmecit’e giderek Kraliçemiz den fazla yardım yanlış olur bari yarısı kadarını yollayın diye baskı yapar ve bin Sterline razı eder. Ama Abdülmecit ayırdığı para kadar erzak yardımını gemi ile yollar. Bu kez de Kraliçe engel koyunca İrlandalılar gemileri Drogheda Limanına çekerek yardımı alırlar. Ve bu yardıma karşılık da Sultan Abdülmecit’e bugün orijinalı Topkapı Sarayında bulunan teşekkür nameyi yollarlar. İşte İrlandalılar bize her zaman şükran-ı medyundur. Şehrin ambleminde ve futbol takımı Drogheda United formasında da görülen ay- yıldız bu sebepledir. ❤️❤️ Güzel bir parkta mola verdik. St. Stephens Green park.

13-IMG_0477
Dublin-St. Stephens Green Park.
12-IMG_0471
Dublin-St. Stephens Green Park.

Sonrasında Dublin sokaklarına dağıldık. Şehir hayli kalabalıktı ama insanlara ne sorsan hemen yardımcı olacak kadar turiste saygılıydılar. Bu güzel köşede ki yapı 1980 yılında yapılmış olan St.Stephen’s Green Shopping Centre. Grafton Street’e doğru uzayan yürüyüşe devamla.

14-IMG_0480
İrlanda-Dublin- Stephen’s Green Shopping Centre

Dublin’in en popüler alışveriş caddesi olan Grafton ünlü giyim, mücevher, elektronik eşya mağazalarının bulunduğu hayli pahalı bir yer. Adını İngiltere Kralı II. Charles’in gayri meşru oğlu, 1. Grafton’dan almış. Hemen girişte Canon fotoğraf makinaları satış bayii vardı. Uğradım tabii yeni çıkan EOS R 24-105 f/4L lensi ile 3500 € tax free ile 3017 € yine de pahalıydı.

15-IMG_0482
İrlanda-Dublin

Bu cafede gördüğümüz Amerika bayrağı çokça karşımıza çıktı. Rehberimiz Sinan bey anlattı; Sebebi de mutlaka Amerika’da yaşayan bir akrabası vardır ya da kendi bir dönem orada yaşamıştır. Ama en büyük sebep İRA olayı çözülmesi için hayırlı Cuma anlaşması çerçevesinde ara buluculuk için Bill Clinton’ın bizzat kendisi Tony Blair’ı da yanına alarak İrlanda’ya gelmesidir…

16-IMG_0483

İlerde çiçeklerin olduğu  daha güzel yerlere doğru aktık sanki. Hava güzel, insanlar sıcak kanlı, fotoğrafımı çekme diyen yok vallahi pek hoşuma gitti Dublin yaşanası bir yer. 💃

18-IMG_0488
Dublin sokakları

Orijinal vitrinleri fotoğraflamayı da çok severim.

IMG_0494

Masallardaki şatoları andıran bu güzel yapı da Victoria döneminden. Elbette restore edilmiş ama nasıl güzel yeni yapılmış gibi.

20-IMG_0495
Dublin

George’s Street Arcade; Victoria döneminden kalma bizim kapalı çarşılarımızın aynı bir yer.

IMG_3648
Dublin-George’s Street Arcade

Cup Cake’leri meşhurmuş atlamayayım. 😁

21-IMG_0499

23-IMG_0504

24-IMG_0505
Dublin-St. Andrew Kilisesi

St. Andrew Kilisenin hemen önünde bronzdan yapılmış güzel bir kız heykeli ve size anlatacağım bir de güzel hikayesi var. Bu heykel 1988 yılında yapılmış adı; Molly Malone.

25-IMG_0507
Dublin-Molly Malone

Molly Malone; Bu güzel kız 1600’lü yıllarda yaşamış bir balıkçının kızıdır. Molly babasının tuttuğu balıkları pazarda – canlı, canlı denizden yeni çıktı diye bağırarak satarmış. Çok güzel giyinir salına ,salına sepeti kolunda pazara giderken o güzelliği seyretmek için mahalleli sokaktan geçmesini bekler hayranlıkla izlermiş. Adına şarkılar yazılmış Molly Malone diye buraya ekliyorum dinleyin üstelik Johnny Logan söylüyor. Ben çok sevdim umarım siz de seversiniz. Heykelin göğüsleri şans getirdiği düşünülerek ellenmekten parlamış. 😇 Dublin’in önemli simgelerinden biridir.

Dublin’de Fleet Street-barlar sokağıdır ve dünyaca ünlü Hard Rock Cafe de buradadır. Buradan iki sokak üstte de İrlanda’nın dünyaca tanınmış İrish pup’ı  The Temple Bar var biraz gezdikten sonra gideceğimiz adres.💃İrlanda’nın edebi kahramanlarının posterleri girdiğiniz her barda karşınıza çıkar. Burada ise Holywood ünlüleri gibi kaldırıma işlenmiş. İrlandalı bir şair, öykü yazarı, romancı ve oyun yazarlarından birkaç tanesi. Flann O’brien, Brendan Behan, Patrick Kavanagh, ve Con Houlihan gibi ünlü spor yazarı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Duke Street’te yürüyoruz.

26-IMG_0513

27-IMG_0515

28-IMG_0516

O’Connel Köprüsünden geçerek aynı isimli caddede ileri doğru yürüyoruz bir yandan da magnet nereden buluruz sorup duruyoruz. Hiçbir şey alamasam da magnetsiz dönmem. Raylı sistem zarif tasarımlıydı.

IMG_0553
Dublin

Şehirde dolaşan bildiğimiz hop-on, hop-off’dan başka bir de sarı Viking arabaları vardı. Turistlere gezi boyunca Viking başlığı takıyor kalabalıktan geçerken hep birden ho-hoy diye bağırıp korkutuyorlar. Eğlendikleri kesin.🤣🤣🤣

30-IMG_0521_1
Dublin

Karşımıza bu kez İrlanda’nın Ulusal kahramanı Daniel O’connell’ın görkemli anıtı çıktı.

31-IMG_0534
Dublin-Daniel O’connell Monument

Hemen ilerisinde de The Spire -İğne direk denilen bir anıt direk var. Çok önceleri tam da burada 1970 yılına kadar var olan Britanya İmparatorluk zaferini ifade eden Amiral Nelson’un Trafalgar anıtı varmış. 1970’lerde İRA militanları anıtı dinamitle havaya uçurdular sonra da yerine İrlanda Ulusunun ve İrlanda kültürünün dinamizmini yükselişini ifade eden bu direği diktiler. Geceleri lazer aydınlatma ile 100 metre olan bu iğne direk gökyüzüne iyice uzanmış görünüyor. Direğin sol tarafında da büyük postane binası var.

32-IMG_0536
Dublin- The Spire

Direğin hemen solundaki 32 Henry  Street’e girdik magnetimizi alıp (gördünüz mü? her şey yemyeşil ) dönüşe geçerken Budist gençlerle müziğin ritmine dayanamayıp ben dahil oynuyoruz. 💃💃💃💃💃 Namaste ❤️

IMG_0528

33-IMG_0539
Dublin-32 Henry sokağında Budistler

Yolumuzun üstünde yine İrlandalı ünlü yazar James Joyce’un bronz heykeli çıktı. Yaşlı teyzemin konumuyla kareye bayıldım.

2-IMG_0551
Dublin-James Joyce

Bu güzel bina, bar ve aynı zamanda da ünlü bir otelmiş. Köşesinde adını aldığı Oliver St. John Gogarty’nin heykeli var. Gogarty İrlandalı bir şair, yazar, aynı zaman da tıp doktoru, sporcu, politikacı ve tanınmış bir hatipmiş. James Joyce’un Ulysses romanında Buck Mulligan’a ilham kaynağı olmuş.

IMG_0569
Dublin-Oliver St. John Gogarty Bar

Sanatçı her yerde sanatını icra edermiş. Harikaydı.

IMG_0549

Bir güzel gezinin sonuna daha geldik. Dublin’i sevdik, İrlanda’lıları sevdik. Ben de sizi buraya kadar getirmiş olmanın keyfini sürüyorum. Umarım siz de benim gibi keyifle gezmiş, okumuş, izlemişsinizdir. Kuzey İrlanda Belfast’ta buluşmak üzere sevgiyle kalın. ❤️☘️❤️

BİRLEŞİK KRALLIK ve İRLANDA-İngiltere-Londra-1

Yeni bir gezi yazımla birlikteyiz. Zamanımızda Monarşinin tam karşılığı olmasa da sosyal yaşantılarını ve yıllardır Kraliçe olan II. Elizabeth’in ülkesini hep merak etmişimdir. Bu kez de şanslıyız ki, sadece Birleşik krallık değil yanında İrlanda bonusumuz oldu. Yine bol fotoğraflar eşliğinde birkaç ülke gezecek çok değişik tarihi bilgi ve hikayeler öğreneceğiz. 🤩 İlk göz ağrımız İzmir kökenli *Vertigo Tur* ile yaptığımız İngiltere- Galler- İrlanda-Kuzey İrlanda ve İskoçya turumuzun ilk ayağı İngiltere idi.

Biraz bilgi vermeliyim zira yeşil pasaportunuz da olsa vize gerekiyor. Haydi biraz bilgi yarışması yapalım gezi yaparken kıymetli rehberimiz Sinan Ercan da bize yapmıştı hangi Ülke? İngiltere, hangi Devlet? Birleşik krallık bu nedenle İngiltere değil Birleşik Krallık vizesi demek daha doğru zira; Birleşik Krallık İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler’den oluşuyor ve seyahat etmek isteyen kişilerin buralara giriş yapabilmesi için almaları gereken tek bir vize var. Ama arada İrlanda var. İrlanda Cumhuriyeti’ne İngiltere vizesi ile giriş yapılamıyor çünkü İngiltere Schengen üyesi değil. Ancak geçerli ve kısa süreli İngiltere turistik gezi vizesi ile öncelikle İngiltere sınırları içinden giriş yapmaları koşuluyla geçiş izni veriliyor. Zaten biz de İngiltere’den geçip İrlanda-Kuzey İrlanda üzerinden İskoçya sonra aşağıya yine Londra’ya dönüyor olacağız.

Biz vize alma şehrimizi torun sevdasına İstanbul olarak seçtik. Başvuru formu vs internet üzerinden İngilizce dolduruluyor (teşekkürler İlkbaharım-Deniz’imiz) prosedürü çok ve hayli zor işlemler, ücret ödeniyor mail ile onay aldıktan sonra randevuyu da Deniz aldı gittik. Uzun sürmedi 6 aylık en kısa olan vize için kişi başı 113 Dolar ödemiştik pasaportlar 15. günde verdiğimiz adreste elimize ulaştı. Rotamızı paylaşayım.

Ekran Resmi 2019-09-02 21.37.43

28-Temmuz-2019 sabah 11.30 İzmir Adnan Menderes havalimanında SunExpres’in giriş kapısında bile kontrolden geçtik enteresandı, sadece İngiltere uçuşunda yapılan bir muamele hepimiz çok yer görmüş gezmiş bir gruptuk kimsenin başına böyle bir olay gelmemiş. Şöyle; görevli eldivenli elinde bir kağıt parçasını üstümüze, çantamıza, telefonumuza benim fotoğraf makinama sürdü sonra gidip bir cihaza kağıdı gösterdi tamam geçin dedi. Ben nedir bu? Ne arıyorsunuz? Bir şey bulduğunuz oluyor mu? diye sorduysam da söyleyemeyiz dedi.

Ek bilgi; bu satırları yazarken tesadüfen NG de Havalimanlarındaki güvenlik ve nasıl aranıyoruz gibi bir konu vardı ve bu işleme süpürme deniyormuş. Üstümüze sürdükleri kağıdı bir cihaza okutuyorlar patlayıcı madde veya esrar varsa kokusu bu kağıda siniyor makinada o kokuyu bir şekilde değerlendiriyor.

Neyse Konuyu dağıtmadan bir bardak su bile vermeyen SunExpress ile Londra Luton havalimanına vardığımızda saat 13.10 idi. 😁 (2 saat farkımız + batıya gidiyoruz yani)

2-IMG_1tt
Londra-Luton kasabası

Genel bir bilgi vereyim: Anadilleri İngilizcedir ama iyi İngilizce bilseniz bile İngilizleri anlamayabilirsiniz. Para birimleri Paund’dur ama biz Sterlin diye biliriz. Paund eskiden bir ağırlık birimiymiş sonradan değer birimi olarak kullanılmaya başlamış. Aslında Paunt Sterlin denirken paunt daha çok kullanılır olmuş. En pahalı para birimlerindendir. 1 Paunt veya İngiliz Sterlini GBP-7,5 ₺ dir. Devletin adı Kuzey İrlanda ve Büyük Britanya Birleşik Krallığı. Burada Britanya adanın adı, Büyük Britanya ise; İngiltere, İskoçya ve Galler’den oluşan bu adadaki siyasi birliğin adıdır. Başkenti 9 milyona yaklaşan nüfusuyla Londra’dır. Londra için dünyadaki bütün dillerin konuşulduğu şehirdir derler. Evet çok eski zamanlardan beri göç alan bir ülke burası. Hindistanlı göçmenler ilk sırada Türkler de resmi olmayan verilere göre 500 bin civarında ve çoğu da Kıbrıs’lıdır. Aslında Türkler değil türkçe konuşan topluluk diyorlarmış zira Türkçe konuşan başka memleketten (Azerbaycan, Türkmenistan vs.) insanlarda varmış. Ama Türkiye’den Kahramanmaraşlılar açık ara öndeymiş. Son zamanlarda da *Ankara antlaşması* çerçevesinde gelen gençler çokmuş. Yakın zamanda hakkında çok konuşulan Boris Johnson da (Temmuz 2019’dan bu yana Birleşik Krallık Başbakanı) Osmanlı’nın son döneminde İçişleri ve Milli Eğitim Bakanı olan Ali Kemal Bey’in öz torunu Stanley Johnson’un oğludur. Aslını inkar eden haramzadedir derler ya aynen öyle, Türk karşıtlığı ile bilinir. 😏

Büyük Britanyayı oluşturan dört  ülke var demiştik. Bunların da toplamda 5 tane milli çiçeği var. İngiltere’nin gül, İskoçya’nın deve dikeni, Kuzey İrlanda’nın üç yapraklı yonca, Galler’in Pırasa ve nergis.

Devamla şehrin ortasından akan Thames nehri 346 km. ile Britanya adasının ikinci uzun akarsuyu, birincisi 370 km. ile Severn’dir. Her ikisi de Galler bölgesinden doğarlar. Severn Atlantik okyanusuna, Thames ise Kuzey denizine dökülür. Thames’in genelde suyu bulanıktır. Der ve devamını ara ara yazarım. 😉

İngiltere’de yerleşik profesyonel tur Rehberimiz Sinan ERCAN ile buluştuk. Gümrük vs. çıkış bir saati buldu.

IMG_0007_1
İngiltere-London Luton havalimanı

Hava tahmin ettiğimiz gibi bulutlu, evet grinin birkaç tonu vardı. 😉 Otobüse bindik merkeze 1 saatlik mesafedeydik, yol boyunca diksiyonu ve ses tonu çok güzel olan Sinan rehberimizin anlattıklarına kulak verdik. Tabii ki sizlere de aktaracağım. Öncelikle Türkiyemizin 11 enlem kuzeyindeyiz biraz yukarısı kutup zaten dolayısıyla havamız biraz daha serin olacak. Amaaa dedi Sinan rehberim ayrıca havamız hayli değişkendir. Çarşamba’ya kadar sıcaklık 35 dereceydi işi olmayan sokağa çıkmasın diye anonslar edildi, güneşi alma açısı arttığı için çok da bunaltıcı oldu. Dün sürekli yağış vardı, bugün şanslısınız hava çok güzel ☀️ ama yarın da belki yağmur yağar. 🌧 Kısaca işte Londra budur.

Devamla; Londra’da 5 tane havalimanı vardır. Ana havalimanı, THY’nin de indiği Heathrow havalimanıdır. İndiğimiz Luton havalimanı Londra’ya 1 saatlik mesafededir ve Luton Britanya’daki 200 bin nüfuslu en kalabalık kasaba-town’dır. Türkiye-İzmir’den sadece bu havalimanına tek uçuş var onu da SunExpress yapıyor. Trafik bugün hem hafta sonu hem de Londra Triatlonu nedeniyle hayli yoğun o nedenle bugün sadece Tower Bridge tarafını göreceğiz esas Londra gezimiz yarın olacak. Unutmadan bizim otobüsümüz özel olduğu için direksiyon alıştığımız şekilde solda idi oysa İngiltere’de araç direksiyonları sağda ve buna uygun olarak da trafik soldan işliyor. Tek sıkıntı inerken çok dikkatli olmalıydık aksi takdirde trafikte mazallah. 😇 Rehberimiz sola bakın St.George’un heykeli biz ona Aya Yorgi diyoruz dedi fotoğraf malum otobüsten. Sağdaki de St.John’s Wood Church. St. John’s tahta kilisesiymiş.

IMG_1957A
Londra-St. George monument

Aya yorgi’nin altından birçok efsane çıktı. Artık biliyorsunuz efsanesiz yazının tadı olmuyor. 🤷‍♀️ St. George anıtta; atının üstünde elindeki mızrakla kanatlı ejderhayı öldürmesi tasvir edilmiş. Pek seçemeseniz de…🤷‍♀️

Efsaneye göre: Krallığın birinde, halkın kuzularını hergün ikişer, üçer yiyen bir ejderha varmış. Öylesine oburmuş ki, ülkenin tüm hayvanlarını yiyerek yoksullaşmalarına sebep olmuş. Çaresiz kalan halk bu kez kızlarını ejderhaya kurban etmeye başlar. Kurban sırası kralın kızına geldiğinde aziz George beyaz atıyla gelir denizden çıkan kanatlı ejderhadan kızı kurtarmak için mızrağı ile ejderhayı yaralar sonra da atının ayakları altında ezer. Sevinen kral aziz George’u hediyelere boğar. Ama o hediyeleri istemez fakir halka dağıtarak çeker gider. Efsane bu tabii vurgulamak istenen kurtarıcı aziz George’un hristiyanlığın karşısında olanların (temsili ejderha) gücünü ezip kötülüğü yenmek (temsili genç kız) saf temizliği anlatmaktır.

Bir inanışa göre de Aya Yorgi çok uzaklarda Cappodocia’da (şimdiki Türkiye’mizin Kapadokya bölgesinde) doğmuştur ve yine enteresandır ki, MS 303’te Lydda’da (günümüz İsrail) Hristiyanlığı savunduğu için idam edilerek öldüğü biliniyor. Mezarının Lod’da olduğu buranın da Hristiyanların hac yeri olduğuna inanılıyor. Bizde heykeli değil ama kilisesi birkaç yerde var en bilineni 1751 de yapılan Büyükada’daki Aya Yorgi Rum Ortodoks Manastırı’dır. 

Neyse Thames nehri boyunca gidiyoruz güzel bir yapı var hemen söyleyeyim St. Paul Katedrali. St. Paul Katedrali; Londra’nın ana katedrali ve Londra Piskoposluğunun merkeziymiş. A evet hatırladım; Prenses Diana ile Prens Charles’ın düğününün yapıldığı 💍 💑Protestan kilise. Umarım gezme fırsatımız olur. Yine de öğrendiklerimi yazayım.

Katedra; Piskoposluk tahtı demektir ve her şehirde bir tane olur. Zaten bir yerleşim yerinde katedral varsa orası şehirdir. Londra’da da bir tane var gibi ama: Çok ilginçtir ki, Londra tek bir şehir değil şehir içinde şehirdir 🙄 biz şu anda Londra’ya hem geldik hem gelmedik dedi rehberimiz. Bir katedral yapılacaksa parlamento tamam burası şehir deyince katedral yapılırmış. Yani Londra’da halen iki tane Katedral var diğeri şehir içinde şehir olan Westminster’de.

1666 yılındaki yangında tamamen yanan St. Paul eski katedralin yerine yeniden inşa edilmiştir ve dünya Katolik katedrallerinin en büyüklerinden biridir. St. Paul Katedralini Kraliyet ailesinin ne düğün ne de cenaze törenleri için pek tercih ettiği dini yapı değildir. Çoğunlukla Westminster’i tercih ederler çünkü 1666’dan beri çoğu kral ve kraliçeler ölünce oraya gömülmüşler. Ancak Prenses Diana ile Kayınvalide savaşlarında Diana galip gelince düğün St. Paul katedralinde yapılmış.

St. Paul katedralini genelde sanatçılar ve askerler tercih eder. İngiltere tarihinde adından sıkça söz edilen Arthur Wellesley Wellington Dükü- Waterloo kahramanı, Amiral Horatio Nelson- Trafalgar savaş kahramanıdır. İkisinin de mezarı buradadır. Yine Birinci Dünya savaşında adı geçen çok tanıdık sima Arabistanlı Lawrance’in büstü, Florence Nightingale’in mezarı, İngiliz şair John Donne Anıtı da bu Katedralde yer alıyor.

1-IMG_2091
İngiltere-Londra-St. Paul Katedrali

Londra’yı pek çok yeri kurdukları gibi Romalılar kurmuş ve Lunpinyum adını vermişler. Londra adı; Londin ya da linden kelimesinden geliyor ve anlamını kimse bilmez. Tarihte Roma öncesi dönemde burada bir kral Lud var ve buraya Lud’un şehri anlamında Luden demişler zamanla Lundene sonra da London’a dönmüş. Pek çok farklı şekilde söylense de aslı budur da diyemiyoruz. Yine Şehrin ortasındaki semtlerden bir tanesinin de adı Ludgate. Efsane ye göre Kral Lud ölünce oraya gömülmüş. Daha sonra surlar yapılmış surlara da bir kapı yapılınca adı da Ludgate olmuş. Semtin adı da hala aynıdır. 

Otobüsle geçtiğimiz için trafikte pek çevre fotoğrafım yok Önder’in telefon fotoğraflarından bir iki ekleyeyim yazıya boğulmayalım. 🤷‍♀️

1-IMG_2093
Londra-Westminster

Thames nehri boyunca gidiyoruz demiştim.

2-IMG_2104
Londra-Westminster bölgesi-sağda Tate Modern sanat galerisi

Londra bu ne zaman yağmur yağacağı belli değilse şemsiye mağazasının da görünür yerde olması çok normal. 😀

3-IMG_2016
Londra-Westminster

Arada fotoğrafını çekemediğim aslında romanını merakla okuduğum Tapınak şövalyelerinin manastırını geçtik. Alıntı olan bir fotoğraf ekleyeyim.

ak
Temple Church, London – Temple Church, image by MPP Image Creation

Tapınakçılar-Tapınak şövalyeleri Fransız asilzade Hugues de Payen’in 1119’da kudüs’teki krallığın ve Hristiyan topluluğunun korunması amacıyla 9 şövalye tarafından kurulmuş olan bir topluluktur. Şimdi tapınakçılar yok (mu acaba? aynı kafada olan zenginler var deniyor da 😉) zamanın tapınağı da yok ama önemli toplantılara ev sahipliği yapan bir kilise var ve adı hala The Temple olarak duruyor.

Evet büyük bir heyecanla beklediğim London Tower Bridge’a gelmek üzereyiz. Bir iki Londra bilgisi daha aktarayım köprüyle de ilişkili zira. Londra aynı zamanda köprüleri en bol şehirlerden, otuza yakın köprüsü var ve hepsinin görevleri farklı tabii. Tren-yaya-trafik şeklinde. Güzel anlatımı ile verdiği bilgileri için rehberimiz Sinan beye arada teşekkürlerimi ileteyim. 🤩 İki katlı otobüsleri göründüler.

IMG_2001
Londra-Westminster

Londra nasıl kurulmuştan devamla; Romalılar, İmparator Claudius döneminde küçük bir köy olan bu adaya M.S 42 yılında geliyor. Londra’yı önce Times nehri kenarında Tower Bridge-kuleli köprünün olduğu yerde askeri bir yerleşim yeri olarak kuruyorlar. Zamanla gelişip büyüyen köy bir şehire dönüşüyor ve Romalılar 400 yıl boyunca burada yerleşik olarak kalıyorlar. 400 yıl sonra da adadan çekiliyorlar. Mantıklı bir sebebi var tabii ki, Başkentleri Roma’dan İstanbul’a yani Kostantinopolis’e taşınmış adaya hayli uzak ve aşılması gereken denizler, barbar dedikleri çok savaşçı Keltler -İskoçlar var artık baş edememiş ve bıkmışlar neticede 1410 yılında Londra’yı terk-i diyar etmişler.

Londra aslında çook uzun yıllar 600 kusur yıl başkent olamamıştır. Ancak 1066 yılında başkent olmuştur. Öncesinde Londra’ya 1,5 saat mesafede olan Winchester başkentmiş. Sonra zamanın Kralı Edward 1066 yılında başkenti Londra’ya Times nehri kenarına taşımaya karar vermiş. Edvard çok dindar bir adammış ölünce *günahları temizleyen adam* yani Aziz ilan edilmiş. (Bazıları ölünce meşhur olur ya…) 🤨 Neyse bugünkü Westminster sarayının orada bulunan Big Ben saat kulesinin olduğu yerde Westminster manastırını kurmuş. Ömrü vefa etmemiş inşaat bitmeden ölmüş ama halkı vefalı çıkıp Kralları Aziz Edward’ı inşaatın içine gömmüşler yapıyı üstüne devam etmişler. Böylece Londra başkent olmuş 1066’da.

IMG_2086
Londra-Westminster- St. Nicholas Cole Abbey (The Wren Coffee)

Kuruluş dönemi 1066’dan 1500’lü yıllara gelindiğinde de Londra çok büyümüş ve gelişmişse de Avrupanın sayılı başkentlerinden olamamıştır. Çünkü; 1580 yıllara kadar Fransa ile sürekli didişen Avrupa için hiç önemi olmayan adı bile bilinmeyen bir ada ülkedir. Bizimle bile ilk ilişkisi; Osmanlı İmparatoru 3. Murad dönemindedir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth Almanya ile müttefik olan İspanyolların Britanya’yı işgalini önlemesi için o yıllarda doğunun büyük sultanı Grand Turco dedikleri Sultan Murad’a bir mektup ve çevresine de hediyeler yollayarak yardım istiyor. Oysa ki, o zamana kadar Osmanlı İngiltere’nin adını dahi bilmiyor. İspanyol ve Almanlar iki güçlü devlet, Osmanlı ise Cihan İmparatorluğu idi. İngiltere’nin şansı Katolik değil Protestan olmalarıydı yani puta tapmıyorlardı kısaca yardım edilebilir di. Ve yardım edilince İngilizler İspanyollardan kurtuldular. İspanyollar önemini kaybedince yerini İngiltere doldurdu ve 1600’den itibaren de İngiltere dönemi başlamış ve 200 yıl içinde de *üzerinde güneş batmayan Kraliçe Viktorya’nın muhteşem Britanya İmparatorluğu* olarak dünyanın tepesine çıkacaklar. Kaderimiz bu kime arka çıksak tepemize çıkmış. 😡😡

Güzel bir anıt gördük. İngilizler savaşlarda ölen kahramanlar için böyle anıtlar dikerlermiş. Şehrin birçok yerinde görebilirmişiz.

IMG_2081

Bu arada Londra 1600’lü bu yıllarda iki büyük felaket yaşar. Önce 1665 yılında büyük veba salgınından kırılır. 1300-1500’te ve 1665 ama 1665’te en büyük veba salgınını yaşıyor. Avrupa’nın tarihinde görülmüştür ki her 100 yılda bir vebadan kırılırlar. Vebadan bir yıl sonra 1666’da Londra tamamen yanmıştır. Bir tek London Tower denen Londra kulesi 1666’ya kadar gidiyor bunun dışında gördüğümüz hiçbir yapı çok eski değildir. Yangın etkisi 10 yılda onarılır ve 1700’lerden itibaren de Londra dünyanın merkezi haline gelir.

Bitmedi: Londra bir kere daha 1940-44 arasında yani 2. Dünya savaşında yıkılıyor. Hitler Britanya adasına çıkmıyor ama Alman uçaklarının ağır bombardımanlarıyla yıkılıyor. Yalnız Londra değil Manchester, Liverpool, Bristol, Cambridge de yerle bir oluyor. Ve tüm şehirlerdeki yapılar 1950’lerde aslına uygun olarak yeniden yapılıyor. Genel olarak tarihi şehir şimdi gezdiğimiz yerler yani Thames nehrinin kuzeyidir. Şehir 19. yüzyıldan sonra güneye yayılmaya başlamıştır. Londra tek bir şehir değil şehir içinde şehirdir 🙄 biz şu anda Londra’ya hem geldik hem gelmedik demişti ya rehberimiz. 🤔 Birleşik Krallık’ta 61 tane city statüsünde yükseltilmiş yerleşim bölgesi var. Şimdi biz Westminster şehrindeyiz. Aşağıdaki fotoğrafta duvar tabelasında işaretledim görünüyor.

IMG_1975
İngiltere-Westminster

Şehir merkezine giriş ücretli yola girerken yazıyor. Ücret 14 Paund günde 1 kere ödüyorsunuz akşama kadar geçerli. Sadece özel araçlara paralı ticari araçlara yok. Para gişesi yok kamera tespit edip plakanıza işliyor, zamanında öderseniz indirim var, 1-2 gün gecikmede faiz yok ama geçirilen her gün faiz artıyor kısaca ödememek gibi bir şansınız yok bundan kaçış sadece o sokak veya caddede oturuyor olmalısınız, daha neler neler var İngiltere’de.  🤨

Baker street caddesi karşımızda hızlı geçiyoruz. Nerden hatırlamalıyız? Evet Arthur Conan Doyle’un romanında yarattığı hayali dedektif Sherlock Holms’den. Meraklılarına alıntı bir fotoğraf ekleyeyim. (Wikimedia’dan alıntıdır.)

Sherlock Holms
Londra-Baker street caddesi

Maceraları tam dört roman ve epeyce çok öyküden oluşur. Severek okurduk. Hayli de filmi vardır. İzlemeyenlere tavsiye edilir. İngilizler turist avlama taktiğiyle Sherlock Holms ve romandaki arkadaşı Dr. Watson için sanki yaşamış gibi bir ev döşüyor sonra kapısına da burada yaşadılar diye bir levha asıp müzeye dönüştürüyorlar. Üstüne üstlük kapısına da Scotland Yard’dan bir polisi nöbetçi olarak dikiyorlar. Milletçe hala uyuyalım. 😴

Yok biz uyumayalım gezelim görelim. 😀 Büyük bir yeraltı parkında otobüsten indik ve işte buradayız.

8-IMG_2126

Alttaki fotoğrafta çizdim; Ok işareti boyunca gidip sarayın etrafını turlarken de Times üzerinde London Tower Bridge’i göreceğiz.

8a-IMG_0085

Sanırım tüm turistlerin gezi başlangıç yeri burası gibi. 😁 Bizde rehberimizi dinliyoruz.

9-IMG_2133

Burası Tower Hill semti karşımızda da Tower of London -Londra kulesi diye bilinse de Londra kalesi’nin de ilginç bir hikayesi var; dinliyoruz. Kale çok güzel görünüyor.

Tower Of London, City Of London’un kalbidir ve Londra’da göreceğimiz en eski yapıdır. 1066 yılında Westminster manastırını yaptıran Edward öldükten sonra çocuğu olmadığı için tahta kimin çıkacağı sıkıntı yaratır. Edvard’ın Kuzeni ile kayınbiraderinin kavgasından William galip çıkar. William’ın bir lakabı vardır Türkçemizde çok kaba bir tabir olsa da Avrupalı için o kadar da kötü olmayan William the bastard yani piç William. Kraliyet albümünde bile böyle yazar. Onlara göre sadece evlilik dışı doğduğu anlamına gelir. Ama tahta geçtiğinde Bastard değil Conqueror yani Fatih olacaktır. İşte bu William 1067 yılında Tower Of London’ı inşa ediyor.

10-IMG_0081
Tower Of London

17. yüzyıldan beri kalenin korucuları olan altı tane Kuzgun vardır. Bilirsiniz Kuzgunlar da hayli uzun yaşarlar. Bu kalede dolaşan kara kargalar-İngilizce Raven biz Kuzgun deriz- Kral II. Charles döneminde kalede büyük zararlara sebep olurlar. Kral da öldürülmelerini ister. Danıştığı bir alim Kuzgunların öldürülmesi durumunda krallığımıza uğursuzluk getirir kale düşer kraliyet de gider der. Bundan etkilenen II. Charles Kuzgunların kalede kalmasına müsaade eder.

Raven yani Kuzgunlar altı tanedir, Sinan bey belki dolaşırken görürsünüz dedi. Bir şanslı arkadaşımız görünce fotoğrafını çekmiş benimle de paylaştı. Teşekkürler, Ayşenur- Hasan Fehmi Ölmez.

 

kuzgun2
Tower of London-Raven

Neticede kalenin neredeyse korucusu sayılan bu altı tane kuzgun krallar gibi besleniyor, uçup kaçmasınlar diye de kanatları kesiliyor. Kaçsalar bile şimdi hepsinde gps var ayağında kırmızı renkli görülüyor, bulup getiriyorlar. Sonuçta krallığın düşme ihtimali var az şey mi?… Neyse her birinin de ayağında gördüğünüz gibi kırmızı bir halka var diğer (avam) 😀Kuzgunlarla karışmasınlar diye. Yeoman Warders-Raven Master denilen bakıcıları yani karga efendileri bile var. Onlar hala korunan bir geleneğin sonucu Tower Of London’un simgesi olmuşlar. Bir Raven master ben beyaz kuleyi çekerken önümden geçmiş benden kaçtı ama Önder’den kaçamamış. 😊

IMG_034Ak
Yeoman Warders-Raven Master-Londra

Ama buldum benim kareme de girmiş bakışa bakınız. 😇😇

IMG_0034 2
Yeoman Warders-Raven Master-Londra

Londra kulesini gezmeye devam..

13-IMG_0015
Tower Of London

Buradan bilet alıp aşağıdaki kuleden giriş yapılıyor. Kalenin hikayelerini de Rawen Master rehberlik yapıp anlatıyormuş.

11-IMG_0011

Kraliyet mücevherleri de ziyarete açıkmış. Öyle de olsa bu kalabalıkta gezmek mümkün değildi.

12-IMG_0012

Tower Bridge’e doğru gidelim merak etmiyor musunuz? ☺️ Bakın London Tower kapı girişinin durumu.

14-IMG_0017
Tower Of London-Girişi

Beyaz kuleye doğru giderken aklımda hep Tower Bridge vardı.

16-IMG_0020
Tower Of London

Ve işte maviş, maviş göründü. Neyse araya biraz kaynasın. 💃💃💃 Kuleyi yine anlatırım size.

15-IMG_0018

Kalabalığı yararak gidiyorum ezilmedim şükür dikkatli gidiyordu. Espri tabii hızlı gitmeleri yasakmış kağnı gibiydi. 😇

IMG_0021

Çocukluğumda tahta oyuncaklarımda vardı aklımda kalan böyle kuleler ama köprü değildi tabii bayıldım. Baksanıza tam ortaçağı yansıtıyor. Victoria döneminin şaheseri.

IMG_0030
London Tower Bridge

Yukarıdaki fotoğrafta görünen (özellikle çektim) taşlı kumsal bir zamanlar plajmış. Kıyıdaki tabelada: Kral V. George, denize gidemeyen Londralı çocuklar için serbestçe gidebilecekleri bir kumsal yarattı. 1934 yılında buradaki kıyı şeridi taşlık kumlarla kaplıydı ve kumsal Londra’nın aileleriyle popülerleşti. Plaj erozyon ve kirlilik nedeniyle 1971’de kapandı, ancak Thames şu anda dünyanın en temiz şehir nehirlerinden biridir diye yazıyordu.

Habire çekiyorum en güzeli olsun diye, derken eşim; Bak sana gelen biri var dedi. Sanırım herkes telefonla çekerken benim kocaman makinama o da şaştı.😁😁

IMG_0027_1
London Tower Bridge ve Martı

Sağ tarafı da alayım belki buralara dönemeyebiliriz. Vakit denk düşerse köprünün karşı yakasına geçmeye niyetimiz var.

Bu güzelim sivri bina Eski Londra köprüsü kulesi diye de bilinen 95 katlı metal ve camlı Londranın en yüksek sayılabilecek yapısı The Shard. İtalyan mimar Renzo Piano tarafından tasarlanmış. Restoranı ve seyir terasıyla ünlüymüş.

IMG_0031
Londra-The Shard Tower

Neden Londra köprüsü kulesi deniyor. Zira hemen yanında eski London Bridge var. Londra Köprüsü ve London Tower Bridge farklı yapıda halen mevcut iki ayrı köprüdür. Enteresandır aynı London Bridge’den bir tane de Arizona’da ki Havasu şehrinde var, evet Türkçede okunduğu gibi. Altında hikaye gibi gerçek bir başarı öyküsü var.

600 yıllık bu köprü Londra’nın tarihinde bir çok yangın geçirmiş, çok kez tamir edilmişse de 1973 yılında yeniden yapılmış. Eskisini yıkalım yenisini öyle yapalım denmişse de meclis üyelerinden biri satalım tarihi yapıdır ve hatta Amerika’ya ilan verelim mutlaka biri çıkar alır demiş. Amerikalı milyarder biri ilana ben alıyorum diye cevap vermiş ve almış. Mühendisleri gelmiş köprünün devasa taşlarını numaralayarak aslına uygun olarak Arizona’nın Havasu Lake bölgesine taşımışlar. Hikaye kısmı şöyle; güya zengin iş adamı taşınma sırasında Londra’ya gelir bakar a! London Tower Bridge yerinde duruyor. Ama benim aldığım bu değil ilerdeki kuleli olandı demişse de… iş işten geçmiş.Yıl 1968

Fakat harika bir zekası olan bu milyarder, Havasu Lake City’i çölde sıfırdan yaratmış. İnsanları orada yerleşmeye ve ev satın almaya ikna etmek için bizim şimdi İstanbul’da yemekli gezi teknesiyle ava çıkıyorlar ya; o da uçakla insanları o bölgeye taşımış yedirip içirmiş ve insanları ikna etmiş. Köprü de Londra’dan gelen tarihi yapı olarak şehrin havasını dörde beşe belki daha fazlaya katlamış. Yıl 1971 👏👏👏

Evet biz Tower Of London’a geri dönelim. Köprüyü üstüne çıkınca anlatırım. Bu Orta Çağ kalesi eskiden nehire sıfırmış. 🤓 Alttaki kapı St.Thomas Tower’ın Traitors’Gate- Hainler kapısı. Edward I tarafından yaptırılan St. Thomas kulesinin bir parçası olan bu kapı eskiden nehire bağlantılıymış ve birçok Tudor (İngiltere’yi yöneten hanedan mensupları) mahkumları bu kapıdan içeri sokulurmuş.

23-IMG_2180
Tower Of London-Traitors’Gate-

Önümden geçen Sih’i görünce çekmeden duramadım. Bana Hindistanı hatırlattı. İngiltere’de Sih nüfusu hayli çokmuş. Sih’ler de malum Hindistan da zengin bir topluluktur. Burada da aynı üst statüdeler.

24-IMG_0035

Evet kulenin şimdiki görüntüsü bu. Dünyanın önde gelen turistik yerlerinden biri olarak hala önemini koruyor. Tüm ziyaretçiler gittikten sonra anahtar seramonisiyle kapılar kitlenir ertesi gün yine bir seremoniyle açılırmış. Kule halen Yeomen Warders ve ailelerine, askeri bir garnizon ile yörenin valisine ev sahipliği yapıyormuş.

25-IMG_0037
Tower Of London

Kale eski roma surları kullanılarak sağlamlaştılmış ve büyük kule ortaya çıkmış 1075’te. Kule inşası çok uzun sürmüş. Kare şeklindeki bu kaleyi 1200’lü yıllarda Kral Edward I kraliyet sarayına çevirmiş ama hiçbir zaman saray olarak kullanmamış, herhangi bir saldırı anında kraliyet ailesinin korunmak için saklanacağı bir kale olmuş. III. Henry döneminde iyice görkemli ve korkutucu olmuş. Kule yapım sırasında Masonlar, Normandiya’dan gelip Fransa’dan taş getirmişlerse de esas parayı 1290 yılında Kral I. Edward Yahudileri İngiltere’den kovmadan önce aldığı ağır vergilerden toplamış.

Önündeki tabelada görülen eski hali de bu; yüksek duvarlar ve derin su hendekleriyle çevrilmiş Avrupanın en sağlam fethedilemeyen kalesi olmuş ve yine nehire sıfır. Bu laf çok hoşuma gitti biz hep deriz ya denize sıfır e burada da nehir var yani. 😁😁

IMG_2179 2 copy
Tower Of Londan

Kraliyet ailesini korumak amacıyla inşa edilen kalenin 500 yıl boyunca çok önemli ziyaretçileri olsa da bir kısmı buradan çıkamamış. Çok çarpıcı hikayeleri anlatılan kule zamanında saray-kale olmasının haricinde korkunç işkence odaları, hayvanat bahçesi, darphane- ki dönemin tüm sikkeleri burada yapılmış, Kraliyet mücevherleri burada saklanıyormuş, silah deposu olmuş, bir dönem Greenwich gözlemevi de oradaymış kargaları gitsin diyen zatı muhterem gök bilimcinin inadına Kral I. Edward; krallığım daha önemli lanetlenmesin kargalar kalsın senin gözlem evin gitsin diye Greenwich’i şimdiki yerine yollamış. 😀 Ayrıca infazlara da sahne olmuş, İngiltere’nin üç kraliçesinin; Anne Boleyn (VIII. Henry’nin aşkından tutuştuğu 2. eşi, yine Catherine Howard 5.eşi) ve Lady Jane Gray ile VI. Henry, 12 yaşındaki V. Edward ve onun küçük kardeşinin de idam edildiği yer olarak tarihte yerini almıştır. 😱 20 yüzyılda bile yakalanan Alman casuslarının vurularak infazı burada yapılmış. 1841’deki büyük yangında hayli tahrip olmuş. Ve yine 1381 yılında aşılamayan kale köylü isyanı sırasında asilerin açık kapıdan girmeyi başarmalarıyla aşılmış. Olmaz, olmaz demeyin 😇 olmaz, olmaz

Not: Bu VIII. Henry’i tarihte deli diye öğrenmiştik ya da çılgın her neyse ben lisedeyken 🤫 1965 yılında Herman’s Hermits şarkısı olarak ezberlediğimiz hatta okul gazetesinde yayınladığımız zamanımızın çok hareketli bir şarkısı vardı *I’m Henry the eigth ı’m* Güzel bir pop şarkıdır. Üzerine tıklayın izleyebilirsiniz.💃💃💃

Neyse gezmeye devam bir an önce köprüye çıkalım. Yol kenarında merdivenlerden çıkacağız gidiyoruz bir de yakından pozlayayım. Tarihe, sıradışı ve görkemli tarihi yapılara meraklıysanız buraya Londra’ya gelmelisiniz. Yakından bir daha bakalım.

27-IMG_0045
London Tower Bridge

Karşımıza çıkan bu toplar ile zamanında önemli günler için atışlar yapılmış. İlk atışlar Tower Of London kulesinden Kral VIII. Henry’nin ikinci eşi Anne Boleyn’in 1533 yılında taç giyme töreni için 41 kere yapılmış. Günümüzde Kraliçe’nin doğum gününde 62 pare  parlemento açılışında da 41 top atışı yapılmış. Kraliyet doğumlarında da bu seremoni yapılıyor. Şimdi daha modern toplarla tabiki.💃💃💃

28-IMG_0049
Tower Of Londan

Köprüye çıkma telaşım Önder’imin bakış açısından.

28B-IMG_2225

Köprüye çıkış yeri.

IMG_2220
London Tower Bridge giriş yolu

Ava giden avlanırmış.😇

28c-IMG_2249

London Of Tower’ın orta kapısını çekiyordum. Eskiden burası hep suyla kaplıymış.

29-IMG_0055
Tower Of London

Alttaki karede çocuk o kadar çok eğilip kalktı ki, ne oluyor diye fotoğrafladım. Meğer London Bridge’de ayakkabımı bağlıyordum pozu veriyor kız arkadaşı da olmadı tekrar diyormuş.. 🤣🤣🤣

34-IMG_0065
London Tower Bridge

Bu gencin bacağındaki kesin Titanik dövmesidir. Ortaya geçip sanatsal bir kare alacaktım oysa ki.🤩

36-IMG_2233
London Tower Bridge

Ben sanatsal, manatsal diye uğraşırken Önder çarpıcı bir kare yakalamış. 👏👏👏

35-IMG_2256
London Tower Bridge

Herkes hatıra fotoğrafı çektiriyor, selfi yapıyor. Orta refüje geçerken hayli korna yedim. Bana köprüde insan o büyüye kendini kaptırıyor dikkat et ezilme demişlerdi çok doğruymuş. Bu güzelliğin bir de Eski London Bridge köprüsüyle bağlantılı enteresan bir hikayesi var sonra anlatacağım.

30-IMG_0050
London Tower Bridge

Derdim şu kareyi çekmekti.

31-IMG_0053
London Tower Bridge

Biraz köprünün tarihinden bahsedeyim: Kraliçe Victoria’nın, sanayi devriminin muhteşem bir mimari harikasıdır demiştik. Adını iki kulesinden alan tüm dünyada en çok tanınan 125 yıllık köprünün yapımına 1886 da başlanmış. Baskül tipi köprülerin dünyadaki en meşhur örneğidir. Hala her gün bir açılır, bir kapanır toplam sekiz kere çalışır ve bir açılıp kapanması 1.5 dk. sürüyormuş. İki tane gemi var burada biri yandan çarklı diğeri yelkenli gezi gemileridir. Bunlar her gün gezi için çıktıklarında köprü açılıp, kapanıyor, bu kısa mesafede zira daha geçemeyecekleri bir sürü köprü. 🤷‍♀️

Gemilerin geçişinin yayalara engel olmasını önlemek için ikinci bir yaya yolu üstte yapılmış rağbet görmeyince kapatılmış, şimdilerde cam platformlu seyir terası olarak çıkılabilir bir yer. Karayolu trafiğinin gemi geçişine engel olmaması için o zamanlarda buharla çalışan hidrolik motor varken (hala orijinal motorlar ziyaretçilere açıkmış)  şimdilerde elektrikli motorların çalıştırdığı pistonlu açılır kapanır köprü ile karşı kıyıya bağlanmış. Ufak bir hikayesini yukarıda anlatmıştım. Hala biraz  London Bridge köprüsü ile karıştırılır. Oysa burası; alt fotoğrafa bakın neymiş 😇😇😇 Tower Bridge…

37-IMG_0062 copy

Sağ taraf manzarası; Londra’nın en yüksek binası olan The Sard yukarda anlatmıştım.

33-IMG_0061
Londra- The Sard

Sol taraf manzarası da böyle.

38-IMG_0064
London Tower Bridge manzarası

Görüldüğü gibi karşıya geçecek vakit olmadığı gibi karşıda da çok önemli görseller yokmuş. Biz de London Of  Tower turumuzu tamamlayıp buluşma yerine dönelim.

41-IMG_0068
London Of  Tower

Bu kalıntının içinde madeni paralar vardı.

IMG_2300

Bilgi tabelasında yazılar Almanca idi sevgili Onur Kalyoncu oğlum’un çevirisiyle (Tekrar teşekkür ederim) bu bir Orta Çağ geçidiymiş okuyalım.

Tower Hill’deki Orta Çağ Geçidi; Bu orta çağdan kalma geçit Londra Şehri’ne doğrudan girme imkanı sağlıyordu. Günümüze kadar şehir surları içinde ayakta kalmayı başaran orta çağ’dan kalma bilinen tek büyük geçittir. Yeraltı tünellerinin yapımı, geçidin kalan kısımlarının kazılıp kazanılmasına olanak sağlamıştır. Çok köşeli bir yapıya sahip bu geçidin girişinde (kaleyi korumayı sağlayan) 3 adet okçu delikleri hükmetmektedir. Kale iki tane ahşap kapı ve yuvası hala görülebilir bir parmaklıkla korunmaktadır.

Taş işçiliğinin mükemmel kalitesi, geçidin belki de 13. yüzyıl sonundan sonra Londra Kulesi’nde önemli değişiklikler yapan kraliyet taş ustaları tarafından inşa edildiğini göstermektedir. Paralar da her zaman ki gibi dilek parasıdır. 13.yy dan kalma ya.  ☺️☺️☺️ Siz de dileyin belki tutar.

42-IMG_0073
London Of tower- 13.yy.dan kalıtı ortaçağ kapısı

Son köşeyi dönüyoruz.

43-IMG_0077
London Of Tower

Son bir bakış. VE

44-IMG_0084
London Of Tower

End Of The Write Tower Of London ☺️☺️☺️

44-IMG_0079

Topu topu 1.5 saatte yine iyi gezmişiz. Otobüsümüze bindik uzaktan çocukluğumun dönme dolabını gördüm aaa derken rehberimiz anlatmaya başladı. İnip fotoğraf çekip yola devam ettik.

46-IMG_0088

Londranın Gözü- London Eye; Aynen Eyfel kulesi gibi geçici olarak beş yıllığına konmuştu. 2000 yılı Milenyum için ama o kadar çok para kazandı öylesine popülerleşti ve Londra’nın sembolü oldu ki, kaldırmaktan vazgeçtikleri gibi sonsuza kadar da kalacak diyorlarmış. 135 metreye kadar yükseliyor 32 kabini var ve bir turu toplam 35 dk. sürüyor. 25 pound ücreti var. Biletini hemen ordan da veya internetten de alsanız aynı sıraya giriyorsunuz. Sıra da tam 35 dk. sürüyormuş.

45B-IMG_0087
Londranın Gözü- London Eye

Bundan sonra otele kadar inmek yok otobüs gezisi. 🤷‍♀️ Parlemento binasının önünden geçiyoruz .Aaaa inanmıyorum biz de şans bu kadar zaten Big-ben de tamiratta. 😏  

Asıl adı Elizabeth Kulesi olan Kule 13 tonluk çanı ve saati ile tanınır. 1836 yılındaki yanan Westminster sarayı yeniden yapılırken daha görkemli olsun diye yanına kule (bunlarda kulesiz iş göremiyorlar 🤣 ) ve sesi heryerden duyulan çanı olan bir de saat eklemişler. Saate takılan ilk çan kırılmış sonraki çok ağır gelip tehlike yaratınca aynı sesi veren daha hafif bir çekiç takmışlar sesi heryerden duyuluyormuş. Ben duymadım ama.

Adını nerden aldığına dair birkaç rivayet var. Biri; İngilizlerin ağırsiklet boks şampiyonu Benjamin Caunt’un lakabı big ben imiş. O dönem kendi çapında ağır olan şeylere big ben demek adet olduğundan bu kocaman çanlı saate de big-ben denmiş. Halka açık olmayan kuleye çıkmak için İngilizler milletvekillerinden özel izin alırlarmış.

 

48-IMG_2366

Aslında taksileri siyah bu da bizim yeni moda mavi taksilerimiz gibi olmalı. 😁

47--IMG_2355

Bu güzel evler Victoria dönemi evlermiş. Tuğlalar kırmızı. Bacalar hep böyle upuzun.

49-IMG_2430

Londrayı yarın da gezeceğiz bugün zaten yoldan geldik yorgunuz sizleri de fazla yormadan yarın görüşelim diyorum. Umarım fazla geciktirmem. ☺️ Her zaman olduğu gibi yazımı bir güzelle kapatıyorum. Aynı Gan gam style değil mi? çok tatlı.

50-IMG_2328

Sevgiyle kalın.❤️ ❤️ ❤️