GEMİ ile AKDENİZ ESİNTİSİ 5.Gün * Napoli-Pompei-Sorrento*

Sicilya’dan batan akşam güneşi tam on beş saat sonra 30 Eylül 2014 saat 08:30’da sabah güneşi olarak Napoli Limanı’ndan bizlere günaydın dedi. Napoli denince aklıma hemen Vezüv yanardağı gelir. İlk okulu Ağrı Karaköse’de okuduğum zamanlarda 5. sınıfta öğretmenlerimiz konulara göre topluca film gösterisi yaparlardı. Orada volkanik olayların nasıl geliştiğini öğrenmiş, Vezüv yanardağının patlamasının filmini izlemiştik. Unutmak ne mümkün. Neyse rutin 4. kat buluşmasında günlük program konuşuldu. Rehberimiz Enis Aslan eşliğinde ilk rotamız olan Pompei’ye gitmek üzere otobüsümüze bindik.

Napoli- Napoli Limanı
Napoli- Napoli Limanı

Napoli şehrini dönüşte gezmeyi düşündük. Pompei’ye kadar 25 km kadar bir yolumuz var. Yeşillikler içinde gideceğiz diyen rehberimizi dinlerken otobüsün camından görebildiğimiz kadarı ile görüntüsü sessiz ve sakin ama *çılgın dev* adını tarihteki patlamasıyla hak eden Vezüv yanardağı *Monte Vesuvio *solumuzda bize bakıyor. 🌋 1281 metre yüksekliğindeki bu volkan şu anda bile aktif ve bizden sadece 9 km kadar uzaktaymış.

Vezüv’ün böyle sessiz olmasına bakmayın çok uzun yıllar ufak patlamaların haricinde sesi soluğu çıkmadığı için her an patlayabilir deniyor. Ki Nasa, Vezüv patlarsa bu kez Napoli’yi gömer diyormuş. İlk doğuşunun tarihi 17.000 yıl önce diye tahmin ediliyor. İlk vukuatı M.S 79 yılında Pompeii ile Herculaneum ve Stabiae şehirlerini tarihe gömmesidir. Son vukuatı da 1944 yılında San Sebastiano şehrini yok etmesidir. Günümüze kadar çok kez patlamış ama bu kez vukuatı fazla olmaz sadece ufak tefek yıkıntılara sebep olur. En bildik yakın ufak patlaması hatırlayanlar vardır 1979 ve 1980 yılındadır. Hala ufak ufak homurdandığı söylendi. Avrupa Kıtası’nın 100 yıllık bir dönem içinde patlayan tek yanardağıdır. Genelde üstünde onu böyle tüter gösteren bulutlar olurmuş.

İtalya- Napoli- Vezüv Yanardağı
İtalya- Napoli- Vezüv Yanardağı

       Pompeii; Yazılışı öyle okunuşu Pompei. Kime sorsak bilir ama nasıl? Yaşadıkları sapkın hayat nedeniyle cezalandırılıp insanları taş olan şehir derler. Biz de öyle biliyoruz. Unesco’nun Dünya Mirası listesine 1977 yılında aldığı Pompei bakalım öyle miymiş? 🤔 Pompei iki bin yıl önce sadece 15-16 bin arası nüfusu olan bir şehirdi ve sakinleri aristokrat ailelerdi. Evet yani zenginler rahat bir hayat sürebilecekleri, yaşamak, sanat ve ticaret yapacakları hatta çılgınlıklar yapabilecekleri lüks evlerden kurulu bir şehir az buz değil 163 hektarlık bir alanda oluşturmuşlardı. Ta ki, M.S 79 yılına kadar. Hikaye başlayacak ama önce antik kente geldik otobüsten indik ve girişte bilet için bekliyoruz. Az ötede tarih sayfalarından fırlamış gibi karşıma dikilen Gladyatörden bir kare çektim malum daha çok çekince para diye peşime düşebilir. Ve ağaçlıklı şu güzel yoldan ilerliyoruz. Büyük fotoğrafta görülen kalıntılar şehir surları. Eskiden Pompei bir liman kentiymiş, Vezüv’ün ufak tefek püskürmeleriyle de tarıma elverişli topraklara sahip olmuş.

Asıl hikaye M. Ö 7 sonları ile 6. yüzyılda Pompei’nin İtalyan kökenli Osci veya Opic denen tarımla uğraşan toplulukların yaşam alanı aramalarıyla başlar. Vezüv’ün lavlarının oluşturduğu ve Sarno Nehri vadisine bakan deniz seviyesinden sadece 30 metre yukardaki bu platoda (sonra adı Pompeii olacak olan burada) evler inşa etmeleriyle başlar (tahmini bir tarihmiş). Yani bir liman şehridir. Bir müddet şehir Etrüskler ve Yunanlıların işgalinde kalır.

M. Ö 70-80’li yıllara gelindiğinde de Romalı asker Lucius Cornelius tarafından işgal edilince Roma Cumhuriyetinin resmi şehri olur. Romalılar şehri her yönden özellikle İmparator Augustus döneminde ticaret alanında hayli geliştirirler. Lav taşları ile döşedikleri geniş yollarla kamu binaları, lüks evler yapar ve tüccarların geldiğinde rahat etmeleri için birçok özel evler açarlar. 😉

M.S 62 yılında çok büyük bir deprem olur ve birçok ev yıkılır. Romalılar yoğun bir şekilde restorasyon işine girişirler. Tam olarak enkazların dahi kaldırılamadığı ortamda, M.S 79 yılında Vezüv yanardağının patlamasıyla ikinci facia Pompei’yi derinden sarsar. Bu kez sonuç korkunçtur ve Pompei ile ona yakın Herculaneum ve Stabiae diye 2 şehirde kül ve lavların altında kalır. Tarih 27 Ağustos 79’dur ve Pompei sadece 2 günde yer ile yeksan olur tarihten de silinir. Pompei’nin bulunması yüzyıllar sonra bir tesadüf eseri 1748 yılında olur.

Vezüv’ün yok ettiği Pompei antik kentinin iki giriş kapısı var, Nocera Gate ve Stabia Gate. Biz Stabia’dan başlıyoruz. Ayrıca dolaşması kolay olsun diye antik şehir gezilebilir 9 bölgeye (Regio) ayrılmış turunuzu ona göre ayarlıyorsunuz. Bölgelerde bir şehirde ne olması gerekiyorsa çoğu var bir tek okula rastlanmamış ama genelev var. 🤭 Biz yine kısa bir zamanda gezeceğiz. Rehberimizle birlikte VIII regiodan başladık. Çok geniş bir alandayız burası bir arena girişi, alttaki ilk fotoğrafta arkada büyük tiyatro görünüyor karşıda görülen bölümler muhtemelen tiyatro sanatçılarına ait odalar olabilirmiş.

       Alttaki fotoğraf M.Ö 3. yüzyılında taştan yapılmış ilk Roma tiyatrosu. 5000 kapasiteli Teatre Grande – Büyük Tiyatro diye geçiyor. Yunan sitilinde yapılan tiyatro üç ana bölümden oluşuyor. Fotoğrafta görülen basamaklı yerler malum seyirci oturma yeri, turistlerin bulunduğu daire orkestranın yeri ve kırmızı duvarların önü de sahneydi. Ve sahne orkestradan 1 metre yüksekteydi. Tiyatro Roma halkı için sosyal ve kültürel olarak çok değerli yapılardı. Hemen yanında da müzikli oyunlar sergilenen odeon var es geçiyoruz. 🎶 😁 

Pompeii - Antik Kent Büyük Tiyatro
Pompeii – Antik Kent Büyük Tiyatro

Tiyatroya girmeden soldaki merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Alttaki ikinci ve son fotoğraflardaki yolların taşları hep volkanik. Son karede görülen 3 tane yüksek taş özellikle konmuş. Şehirdeki binalardan çıkan her türlü su önlerindeki oluklar vasıtasıyla yollardan akıp mazgallara gidiyor. Şehir halkı ayakları kirlenmeden yürüsün diye böyle yüksek taş konuyor dolayısıyla kirli sulara basmadan karşıya gidebiliyorlar.

Boş sokakları görünce aklıma zamanın çocukları geldi acaba bu kadar iç içe evlerin olduğu yerde nasıl oynuyorlardı. Tahminimce zengin ailelerin kendi bahçelerinde. Şimdi ki apartman çocuklarından pek de farklı değildi herhalde. Neyse yine son fotoğrafta gözüken çeşme bütün sokak başlarında mevcut.

Genelde hep boş odalar ve mutfaklar olunca geçtik. Başka yerleri ve genelevi de es geçtik. 😉 Via Dell’Abbondanza – Bereketin bolluğun (ikinci fotoğraf) yolundan devam edip Forum’a geldik (üçüncü fotoğraf). Şehir zenginleri önemli konuları hep forumda toplanıp konuşurlardı yani forum bir iş merkeziydi. Çok büyük bu alan şehir yaşamının kalbi sayılır çevresinde adalet, kamu binaları, ticaret merkezleri ve pazarlar vardır.

Pompei, zengin ve ticaretiyle ünlü bir liman kentiydi. Tüccarların geliş gidişlerinde her hafta burada eğlenceler yapılırdı. Siyasi bir arena olarak da kullanılan forumda seçim zamanı adaylar tapınaklara gelir sonra seçmenlerini beklerdi. Forum aynı zamanda halkın dini törenleri izleme yeriydi.

Forumun hemen solundaki alan da Basilica Pompeiana- Pompei Bazilikası (ilk fotoğraf). Forum şehrin iş merkezi bazilika da onun borsası ve adaleti yürütme merkezi diyebiliriz ve şehrin en eski ve en güzel binasıydı. M.S 62 yılındaki depremde hayli yıkıma uğramış sonrasında yeniden restore edilmiş. Fotoğraflara tıklamayı unutmayın. 😁

Forumdan Vezüv’ün manzarası ise harika. Özellikle cephesini Vezüv’ü görecek şekilde tasarlamışlar. Alttaki fotoğrafın sol tarafında görülen üstü kapalı yer zamanın tahıl ambarı şimdilerde antik bulguların sergisi-deposu olarak kullanılıyor. Gezerken tekrar uğrayacağız.

Pompeii- Forum'dan Vezüv manzarası
Pompeii- Forum’dan Vezüv manzarası

Üstteki fotoğraf görülen yüksek sütunların olduğu yer Temple of Giove- Jüpiter tapınağı. Vezüv’ün bulutları tapınağın yüksek sütununu tüten baca yapmış. Alttaki fotoğrafta daha net görülüyor.

Jüpiter Tapınağı *Tempio di Giove* Jüpiter, eşi Juno ve kızları Minerva’ya adanmış. Tapınağın kutsal alanı iyonik kolonlarla çevriliymiş. Bu arada Aydın-İzmir sahilinin, Gediz nehrinden Küçük Menderes nehrine kadar olan bölgede yerleşen İyonya’lıların o yöreye verdikleri ad. Onların mimari stilleri de iyonik kolonlar oluyor. Tapınak ayrıca kutsal eşyaların ve şehrin hazinesinin saklandığı bir özel odaya sahipti. Ben yine dışardan görünen şeklini çekebildim.

Pompeii- Jüpiter Tapınağı

Alttaki fotoğrafta görülen Apollon Tapınağının bugünkü buluntuları tapınağın M.Ö 2. yüzyılda yapıldığını bildiriyor. Apollon heykelinin hemen karşısında da Venüs heykeli var. Apollo-Yunan’da Apollon olarak bilinir. Sanat, şiir ve kehanetin tanrısıdır. Hastaları iyileştirir her yere güneş gibi doğar. Dini olarak Hıristiyanlığa dair tek bir şeye bile rastlanmazken Yahudi tapınağı varmış.

Pompeii-Apollo Tapınağı
Pompeii-Apollo Tapınağı

       Sağından yine Foruma geçip kuzeydeki Neron kapısından geçeceğiz ama önce hemen sağda görülen yuvarlak üçlü kemeri görüyoruz. Marcellum Scavi zamanın marketi diyebiliriz kazılarda çok sayıda terazi bulunmuş. O dönemde üstü kapalıymış ve fotoğrafta görülen sütunlar çatıyı taşıyormuş. Ortada bir yuvarlak yer var çekemedim tabii muhtemelen balık satış yeri veya pazarıymış. Of hava ne sıcak inanılmaz.

Nero kapısını geçtik sola dönüp küçük bir bahçeden geçip antik banyo daha doğrusu saunalı meşhur Roma Hamamları‘na geldik. Bu hamamların çok büyük özellikleri de var. Kesinlikle kadın ve erkeklerin bölümü ayrıydı. Hamama halk da girerdi ve sınıf farkı gözetilmezdi. Elbette Pompei dekiler M.Ö yapılan hamamlardı.

Pompei’de hamam sayısı beş taneymiş ama önümüze çıkan hamam Terme Forum olunca onu gezdik. Duvar freskleri güzeldi. Freskler Tanrı Atlası temsil ediyordu. Yunan mitolojisinde Zeus’un ceza olarak Dünyayı omuzlarında taşıması görevini verdiği tanrı Atlas. Okyanuslara bile adı verilen Atlas. İlk fotoğraftaki yüz Roma mitolojisinde Neptün’ün yüzü alttaki Atlas’lara bakıyor. 😁 Taşıyın Dünyayı der gibi. İkinci karedeki duvar deliklerinden soğuk hava geliyormuş adına da frigider deniyor. Bizim zamanımızda da buzdolaplarına Frijder derdik. Üçüncü fotoğraf mangal. Ayrıca çok zenginlerin evlerinde bu özellikte hamam varmış.

Az çok tarihten bizim Efes harabelerinden bildiğimiz gibi hamamlar aynı zamanda bir sosyalleşme yeriydi. Gerçi Roma’lılara göre her yer sosyalleşmeye uygundur, tuvaletler bile. 😁 Efes’i hatırlayınız. Romalıların bu durum için önemli bir sözleri vardır *her ne ki, doğaldır yakışıksız değildir*. İş çıkışı girilen hamamdan akşam çıkarsan sadece yıkanılmaz tabii yemek yenir, oyun da oynanırdı. Neyse sıra ev gezmesine geldi. Bakalım misafir edilecek miyiz? 😁

Hala birçok yer kapalı restorasyon veya usta yokluğundan kapalı oluyormuş. Tıpkı önünden geçip gittiğimiz şu ev gibi. İlk fotoğraf adı *Casa del Poeta Tragico* Hüzünlü şairin evi diye biliniyor ama yine de adı bilinmeyen zengin bir tüccarın evi olduğu bulgusu mevcut. Kapının iki yanındaki boşluk dükkanmış. 1824 yılında ortaya çıkarılmış. İçinde Yunan mitolojisinden duvar mozaikleri ile freskleri varmış. Dışındaki tanıtım tablosunda bir de köpek resmi vardı ve kapıdan girebilseydik yerde *dikkat köpek var* yazılı mozaik varmış görecektik.

Pompeii önceleri bir liman şehriydi ve bu kalıntılar da zenginlerin semti, sayfiye yeriydi. Az çok ayakta kalmış bir yazlık evi gezdik. O dönemlerde zenginlere ait evlere *Domus*denirdi ve Pompei’de ailece oturulan bu tip ev örnekleri çokmuş. Ve çoğu villa tipi 6 odalı. Çatısız iç avlulu evlerin avlu kısmında misafir ağırlanırmış bizim Osmanlı tipi sofa yani.

Sıradaki işte bu tip bir evdi. Casa Del Fauno 1830 yılında ortaya çıkarılmış. Çok güzel bir bahçesi ile ikinci avluda bir de heykeli var. Fauno Villası adını da bu heykelden almış. Fauno, Roma mitolojisinde yarısı insan diğer yarısı keçi olan tanrı. Sonradan burada gördüğümüz gibi çıplak adam olarak tasvir edilmişler. Buradaki dans eden Faun heykeli kopya, aslı Napoli müzesindeymiş. İkinci fotoğraftaki mozaik Büyük İskender ile Pers Kralı Darius’un savaşını anlatıyor.

Geldiğimiz yollardan geri dönmeye başladık. Ve sonunda Granai del Foro– Forum Tahıl Ambarlarına geldik. Yukarda bahsetmiştim antik çağda tahıl ambarı olmuş şimdilerde antik eşyaların deposu durumunda. Kazılardan çıkan amforalar, çanak çömleklerden ziyade bizim en çok merak edip heyecanla beklediğimiz taşlaşmış insanlardan bir iki tane görebilmekti. İşte onlarda burada. Ve öğrendik ki, insanlar taşlaşmamış, üstlerine akıp onları örten lavlar zamanla taşlaşmış altında kalan insanlar sadece iskelet olarak kalmışlar. Evet soru şu peki neden taş gibiler. Cevabı vermeden önce fotoğraflarını görelim derim. İlk fotoğraf *Granai del Foro* ikincisi bir köpek ve son karede çıkan diğer kalıntılar ile daha sonra uygun yerlerine tekrar taşınmak üzere burada depolanan eşyalar. Onları yerlerinde gezdiğimiz evlerde hayal etmeye çalıştım keşke yerlerine konabilseler dedim.

Evet insanlar neden taş. Önce Pompei’nin nasıl yok olduğuna ondan önce de tarihte böyle bir faciaya yol açan Vezüv’ü biraz tanımamız lazım. Vezüv zamanında da şimdiki gibi etrafı bağlık bahçelik yemyeşil, yamaçlarında kurulu güzel şehirler olan volkanik bir dağ. İşte bu şehirlerden biri olan Pompei zengin insanların köleleriyle yaşadığı zamanın bir şehriydi.

Şu güzelim manzarası ile sessiz ve sakin görünen Vezüv yüzyıllardır püskürmemiş. Kraterine yakın yerlerdeki kayaların haricinde faciayı hatırlatan bir durumu da yok (hala aktif bir volkan). Oysa Vezüv facia öncesinde püskürmüştü ama hiç kimse fark etmemişti. Hatta M.S 62 yılındaki yıkıcı depremin sebebi Jeologlara, Vezüv’ün patlamaya hazırlandığını için için homurdanıp patlamadan ağzını mühürlemiş olduğunu düşündürmüş. Ve elbette ki konu bilgisi olmayan daha önce Vezüv’ün patlamasına şahit olmamış Pompei halkının da bir felaket olacağı aklına gelmemiş zaten yıllardır süre gelen depremleri de artık kanıksamışlardı.

M.S 79 yılının 24 Ağustos’una gelindiğinde Vezüv ilk haberi vermiş dumanını tüttürmeye başlamıştı. İlk defa bir patlama olacağını hisseden akıllı zenginler şehri hemen terkeder. Birçoğu da neme lazımcılıkla olayı önemsemez. 25 Ağustos’ta görgü şahitlerine ve jeolojik incelemelere göre öğlene doğru beyaz kül denen *Piroklastik akıntı*-içeriği volkanik taş, cam ve minerallerden oluşur düşmeye düştüğü yerde patlamaya başlar ve insanları öldürür evlerin çatılarını yıkar şehrin sokakları taşlaşan bir tabakayla kaplar.

Bir süre sonra tahmini 20 dakika diye belirtiliyor Vezüv korkunç bir sesle patlar. Gücü Hiroşima’ya atılan atom bombasından kat ve kat fazladır. Gökyüzüde bulut nedeniyle kapkara olunca insanların çoğu limana kaçmaya başlar ama Vezüv’ün lavları akmaya başlamıştır önlerini göremedikleri için karanlıkta lavlara doğru gidip ölürler. Bir kısım halk da kendini eve kapatıp kapıyı pencereyi kilitleyip kendilerini korumaya çalışırlar. Ama korkunç patlamayla oluşan sıcaklıkla havanın oksijeni karbon gazına dönüşünce boğularak ya da çöken çatılarının altında ezilerek hayatlarını kaybederler. Birkaç saat içinde tahmini 2 bin insan ve diğer canlıların üstü küller tarafında örtülünce de Pompei bir mezarlığa dönüşür.

Vezüv 3 gün daha kızgın küllerini Pompei üzerine yağdırır ve şehir iyice sessizliğe, tarihe gömülür ta ki, 1748 yılına gelene dek. Aslında 1599 yılında Sarno nehrinin akış yönü değiştirmek istendiğinde bulunmuş. Ama çağırılan mimar, fresklerdeki resimleri çok açık hatta erotik bulunca tekrar bulunduğu yere gömmüş. 🤭 Sonraki ilk keşif 1700 lü yıllarda diğer şehir Herculaneum’da başlamış.

Pompei’nin bulunuşu 1748 yılında Napoli ve Sicilya kralı olan III. Carlos de Borbon tarafından gerçekleştirilmiş. Çok ani ve feci ölümü düşünmek bile çok acı ve korkunç. Bu felaket sonucu insanlar o an ne yapıyorlarsa hangi şekilde öldülerse o şekilde bozulmadan taşlaşan lav tabakasının altında kalıyorlar. Aynen alttaki fotoğraftaki gibi. Pompei’de görmedikçe olanlara inanmak çok zor. Özellikle ilk karedeki insan muhtemel sözünü ettiğim evinde kendini korumaya almış biri. Ağzını kaşkol gibi bezle sarmış bir köşeye çömelmiş. Diğer ikisi muhtemelen uyuyorlardı.

Evet nasıl taşlaşmışların cevabını vereyim. İlk buluntularda insanların iskeletleri çeşitli pozisyonda otururken, yatarken bulunmuş. Zira külün altında kalan vücutların yumuşak dokuları çürümüş yok olmuş ama onları kaplayan kül taşlaşmış ve vücudun her detayını görünür kılmış.      Arkeolog Guiseppe Fiorelli kısa zamanda insanların duruş şekillerini bozmadan çıkarmak için açılan deliklerden içeri alçı doldurması gerektiğini keşfetmiş. Ve sonuç; İnsanlar cezalandırıldıkları için taşlaşmamış onları taş yapan Arkeologlarmış. 👍

Tüm bu olayların oluş şekli de bulunan materyallerden ve zamanın görgü tanığı olan genç Pliny’in arkadaşına yazdığı mektuplardan öğreniliyor. Genç Pliny’in amcası olan yaşlı Plinius Roma donanmasının komutanıydı ve o sıralarda gemileri ile Herculaneum’un yakınında demirliymiş. Amcası ile birlikte kalan genç Pliny Vezüv’ün patlamasını ve amcasının gemileri ile insanların yardıma koşması sırasında ölümüne de şahit olmuş hatta kayıt altına almış.

Öyle ki, bu tip volkanik patlamaya Pliny’nin anlattığından dolayı *Plinian patlaması* diye atıfta bulunulmuş. Geldiğimiz yoldan geri otobüsümüze biniyorken biz de elveda Pompeii yaşadıkların hiçbir şehrin başına gelmesin diyoruz.

Rotamız İtalya’nın fiyortları Amalfi kıyılarının batı sahilindeki en renkli köşesi Sorrento’ya doğru. Pompei ile Sorrento arası 30 km toplamda 1 saati buldu. Napoli körfezininin sunduğu harika manzaralar eşliğinde Sorrento gözüktü.

İtalya- Napoli körfezi
İtalya- Napoli Körfezi

Sorrento’ya geldik, merkeze doğru yürüyoruz. Renkli bir ortam var henüz deniz gözükmüyor.

Napoli- Sorrento Şehri
Napoli- Sorrento Şehri

İtalya’nın Campania bölgesindeki en nadide şehirlerinden biridir diyen Enis rehberimiz; Size Amalfi kıyılarının unutulmaz güzelliklerini sunan bir yere götüreceğim sonra zaten bir avuç olan şehri keyfinizce gezin. Ve haydi Falezlere gidiyoruz ama denize yakın olmak istiyorum diyorsanız ücretli asansöre bineceksiniz ya da epey bir basamağı göze alıp yürüyeceksiniz dedi. Alttaki fotoğrafta görülen La Piezzetta buluşma yerimiz oldu hemen sağındaki yoldan Via Luigi de Maio’dan yürüyoruz ve seyir terası olan halk bahçesine geliyoruz.

Napoli- Sorrento Şehri

Amalfi kıyıları 40 km uzunluğunda ve Salerno’dan Sorrento’ya kadar uzanan sahil yoludur. Kıyıların falezleri mimarı efsaneye göre Herkül’müş. Herkül Yörenin en güzel kızı Amalfi’ye aşık olur. 💘 Ama vuslata eremeden Amalfi genç yaşta hayatını kaybeder. Aşkının yokluğuna çok üzülen Herkül Amalfi için and içer ve ey Amalfi seni senin kadar güzel bir yere gömeceğim diyerek bu muhteşem falezli kıyıları oluşturur. Aşk bu her şeyi yaptırır. Alttaki ilk fotoğrafta falezlerden muhteşem manzara ve görünen liman Marina Piccola. İkinci fotoğrafta yürüyerek gidilen yol görünüyor. Son kare de evlerin kayalardaki konumu çok güzel. Bu kayalar suların erozyonu ile oyulmuş tüf denen volkanik kayalıklardır.

Şehri gezmek daha cazip geldi. Haydi dedik buluşma saatine kadar dolaşalım. Aynı yoldan geri döndük. Küçük bir park vardı Piazza Sant’ Antonino meydanı. Buradaki bankta bir süre oturduk. Ben arkadaki heykeli çektim. Şehrin koruyucu azizi Sant’Antonino’nun heykeli. Hemen karşısında bazilikası ara sokakta da Bazilika isimli restoran vardı malum yemek için değil el yıkamak için gerekti. 😉

Via Luigi de Maio’dan devam ediyoruz. Küçük ve dar sokaklar yani klasik İtalyan şehir planlaması, dar balkonlu mimari yapılar ve renkler yöreye uygun. Sorrento limon bahçeleri ve limondan yapılan likör diyeyim *Limonçello* ile meşhur. Bizim Aydın’ımızda olduğu gibi sokaklar Turunçtan geçilmiyor ama madem limonları meşhur sokakta çok Limon ağacı olabilirdi.

Şu sokaklardan geçince köşede gördüğümüz Santuario del Carmine Barok tarzı Katolik kilisesiymiş. Yarısı nerde dedik yanındaki bina ile yapışık yapılmış binada da bar işletiliyor ve adı Bar del Carmine. 😁 Hemen yanındaki Corso İtalya Caddesi. Marka satan lüks mağazaların olduğu cadde. Eğer limon bahçelerine ve aşağıdaki plajlara gitmek isterseniz her yere işleyen tren şeklinde yerel araçlar ile hop on hop off otobüsler de var.

Alış veriş yapmadığımız için Piazza Sant’ Antonino’ya dönerken geçtiğimiz güzel sokaklar.

Bu kez Sant’Antonino’nun heykeli solundaki sokaklara girdik. Karşımıza önce S. Antonino Pizza çıktı ambiyansı çok beğendim. Az ötesinde harika tablolar var. Tabelasında ahşap boyama workshopları düzenlenir yazıyor.

Sokağın az ilerisinde restoranın bitişiğinde harika bir market, inanılmaz renkli ve hepsi el yapımı makarnaları var. İtalya’yı severdik biraz daha sevdik. Sokağın adını da öğrendim Via Santa Maria delle Grazie. Zaten bu güzelim sokaklar bana karşılıklı sohbet eden samimi arkadaşların varlığını hatırlatıyor. İçim sevecenlikle doluyor zaten yapım gereği gülümseyerek gezince yanımdan geçen herkes de otomatikman bana gülümser. 😊

Yine el yapımı sandaletleri meşhurmuş. Sorrento’da denize girmeyecekseniz, limon bahçelerini gezmeyecekseniz şehir içinde gezi bu kadar bir de tarihi Katedralleri varmış görülebilirmiş. Ah elbette Pizza yemeden dönülmez burası İtalya. 🍕🍕Bunca geziyi bile yerel rehberler 2 saatte bitiriyorlarmış. Evet yani biz de ufaktan buluşma yerimize dönebiliriz.

Buluşma yerine geldik çevrede görülen ünlü pizzacı ve barlar ile son bakışlarla hoşçakal Sorrento diyoruz.

Yolumuz Napoli günlük rotamız henüz bitmedi. Geldiğimiz gibi gideceğiz yolumuz malum 1 saat.

       Napoli,Benim için Sophia Loren‘in şehridir. İtalyan sinemasının hatta bizim artistlerimizin bile film çektiği muhteşem şehir. Evet Campania bölgesinin başkenti olan Napoli tarihi dokusu ile ihtişamlı M. Ö 4. yüzyılda Romalı’lar tarafından fethedilince Neapolis adını almış çok eski bir şehirdir. Her ne kadar yoğun nüfusu ve suç oranı çokluğu ile tanınsa bile her şehir güzeldir. ☺️

Ve en muhteşem yanı da Napoli’nin arka planındaki büyüleyici duruşu ile Vezüv yanardağının varlığıdır. Sırasıyla; Normanlar, Aragonlular, Bourbonlar ve Fransızlar tarafından yönetilmiş. 1997 yılında Unesco Dünya Mirası listesinde de yerini almıştır.

Gemiden ilk çıktığımızda dikkatimiz sağlam duruşu ile Castel dell’Ovo kalesi çekmişti. Sorrento dönüşü otobüsten limana yakın Piazza Trieste e Terento meydanında indik. Aman dedi rehberimiz çarpılmayın çantalara dikkat dedi. Gündüzleri pek sorun yok ama yine de ara sokaklar Napoli’nin mafyası Camorra’nın mekanıdır girmezseniz iyi olur dedi… Biz de aklımızda dedik 😁 ve fazla ara sokaklara girmeyiz zaten yorgunuz. Benim aklım kalede zaten tüm şehir tamirata alınmış binaların hepsinde iskele kurulu. Evet Fontana Del Carciofo Çeşmesi’nin etrafı kafe ve barlarla dolu, gezi için faytonların durağı da burasıymış. Bu arada Carciofo -Enginar demekmiş.

Napoli- Carciofo Çeşmesi
Napoli- Carciofo Çeşmesi
Napoli-  Trieste e Trento meydanı
Napoli-Trieste e Trento meydanı
Napoli- Via Vittorio Emanuele III
Napoli- Via Vittorio Emanuele III

Vakit çok dar kaleyi de görmeliyim çeşmenin fotoğrafını çekip hemen Vittorio Emanuele III. caddeden yürüyerek kaleye gittik. 1279 yılında yapılan tipik bir Orta Çağ kalesi. Denizin üzerine inşa edilen kale Kraliyet sarayı olarak kullanılmış. Kral I. Charles merkezi Palermo’dan Napoliye aldığında adını yeni kale anlamında Castel dell Nuovo koymuş.

Napoli- Castel Del Nuovo
Napoli- Castel Dell Nuovo

Görüntüsü çok heybetli Castel Dell’Ovo’nun içinde pek bir şey bulamadık. Ama kale girişi harika. Ve kapıdan bir detay.

Vakit de dar üstelik kale yolunda siyahi çanta vs. satanların yoldan insanları çevirmelerinden etkilenmeden gemiye doğru gidiyoruz. Artık Napoli’ye ve dolayısıyla Vezüv’e de elveda diyoruz.

Napoli' de Önder Kaplan

Son Vezüv karesiyle,

Napoli Limandan VEZÜV manzarası

Yeni bir limanda buluşuncaya dek sağlık ve sevgiyle kalınız.💞💞💞

GEMİ ile AKDENİZ ESİNTİSİ 4.Gün * Sicilya*

Nerede kalmıştık diyeyim zira koca bir günü denizde geçirdik fena olmadı. Sabah gözümüzü Palermo’da açtık tarih 29 Eylül 2014 ve saat 07:00. Evet aslında 5. günde ve Tunus derken Sicilya’dayız. Güvenlik nedeniyle seyri uygun görmeyen Pullman Tur rotayı Sicilya’ya çevirmiş anons ettiler ve Palermo Limanındayız. Çok heyecanlandık doğrusu Sicilya aklımızdan geçen bir yer değildi. Bize de büyük sürpriz oldu. Aklımıza hemen *The Godfather- Baba* filmi ile tiyatro binası ve bildik mafya klişeleri geldi. 🤷‍♀️

Böyle güzel bir manzaradayız ve adayı gezerken her yere yürüyerek gideceğiz. Kıymetli rehberimiz Enis Aslan’ın mesajı ile 4. katta buluşup birlikte adaya indik.

Sicilya- Palermo Limanı

       Gerekli işlemlerden sonra devam ederek hemen karşı caddeden yürüyeceğiz. Caddenin adı Via Emorico Amari.

Sicilya bir ada ve ana kara İtalya’ya Messina Boğazı ile bağlantılıdır. Dini ve kültürel değerleriyle 12 bin yıllık geçmişi olan 5 milyon nüfuslu çok özel bir ada. Bir dönem Helenistik uygarlığın en önemli duraklarından, limanlarından ve yerleşim yerlerinden biri olmuştur. Şekli üçgen vari olduğundan Trinacria da denir.

Avrupa’nın en büyük ve aktif yanardağı Etna buradadır. Aslında küçük küçük birçok aktif veya uyuyan volkanik dağlar var. Tiren Denizi’ndeki Stromboli sıklıkla patladığı için Akdeniz’in doğal Deniz Feneri denir.

Palermo;

İtalya’nın özerk bölgesi olan Sicilya’nın başkentidir. İtalya deyince hemen aklımıza Roma, Venedik, Floransa ve Milano gelir. Oysa Sicilya’da çok daha turistik yerler varmış. Evet Palermo adı az duyulan bir başkent. Vakti zamanında Mafya’nın doğduğu şehir dense de rehberimiz doğru olmadığını Corleone ailesinin doğum yeri, adını aldığı başka bir bölge olan Corleone bölgesidir dedi.

Mafya olayına da açıklık getirelim. 19. yüzyılın başlarında Sicilya Arap’ların kısa süreli işgaline uğrar, ardından Fransızlar derken İspanyolların hâkimiyetine girer. Toprak sahipleri ve işçiler, kendilerini korumak için mafya tipi örgütlenmek zorunda kalırlar. Başlangıçta iyi niyet her zaman olduğu gibi tersine işler yönetim boşluğundan faydalanan bazı gruplar koruma amaçlı haraç istemeye başlar. Yerli halk da zaman içinde devlete güvensizlikten baş edemedikleri her işleri için Mafya’ya başvurur.

Yine de günümüzdeki anlamda bir Mafya örgütlenmesinin tarihi 1861 yıllarına rastlar. Bu da İspanyol Burbon hanedanın adadan kovulması ve İtalya ile birleşme dönemi başladığı yıllardaki yönetim boşluğundandır. Böylece Sicilya adı Mafya ile özdeşleşir. Kısaca yazarsam Mafya ile mücadele eden Palermo’lu Savcı Giovanni Falcone ve arkadaşı Hukukçu Paolo Borsellini olayların ardından 1992 yılında suikaste kurban giderler. Hemen ardından Roma’da başlatılan Temiz Eller operasyonu ile Mafya ile birlikte sırtlarını dayadıkları siyasi kişiler de tespit edilip çökertilmiştir.

       Neyse Palermo, Fenikeliler tarafından M.Ö 730’lu yıllarda kurulmuş. Ama adını *Panormus* olarak eski çağlarda Yunanlılar koymuş. Limanların anası anlamına gelir daha sonra Palermo olmuştur. Romalılar ve Bizanslılar tarafından sömürülmüş, Arapların işgaline uğramış en son Sicilya Krallığı kurulunca kendine gelmiş. Yine de kültürel miraslarını bu sömürgecilere borçlu sayılırlar. Zira tarihi eserlerde açıkça görülüyor.

       Palermo, 850 bin nüfusa sahip, Roma Katoliklik dinini kabul etmişler ve resmi dilleri İtalyanca’dır ama İtalyanca’nın Sicilya lehçesiyle konuşurlar. Çok fazla da göçe uğramış. Aldığımız bu ön bilgiler ışığında gezelim derim. 

       Via Emorico Amari caddesinden devam ediyoruz faytoncu amca buyrun diyor ama biz çok kalabalığız. Oysa burada faytonla gezmek çok da zevkli olabilirdi. Faytonu ve atları arabalar yüzünden tam çekemedim trafik yavaşladığında kenara çıkıp çektim. Hop on Hop off otobüsü boştu sabahın çok da erken bir saati değil.

       Amari’de yukarı doğru devam ediyoruz hemen solumuzda tarihi dokulu güzel bir bina var *Teatro Nazionale Biondo*. Avrupa’ya çok sık giden zengin aristokrat bir aile olan Biondo kardeşlerin 1903 yılında yaptırdığı özel tiyatro. 

       Sağımızda geniş bir meydan *Piazza Politeama* ve çatısında atlı figürler bulunan görkemli bir bina *Teatro Politeama Garibaldi*. Palermo’nun hem şehircilik anlamında hem de kültür ve sanat anlamında büyümeye başladığı 1800’lü yıllarda sirkten tiyatroya kadar her türlü etkinliğin yapıldığı bir meydan. Tarih boyunca çok fazla depreme maruz kaldığından insanların açık alanda toplanmalarına da yardımcı olan meydanlardan en bilineni diyeyim. O yıllarda Palermo Prenslerin ve yerel yöneticilerin rağbet ettiği ayrıcalıklı bir şehirdi.

       1859 yılında Palermo belediyesi şehir için prestijli bir tiyatronun ihtiyaç olduğuna karar verir. Ancak vatansever Garibaldi’nin (İtalya Krallığının kurulmasına yol açan) binler girişimi ve o dönem Burbonlar’ın çöküşü ile tiyatronun yapımı uzar ve 1874 yılına gelindiğinde henüz bitmemiş üstelik çatısız olarak açılışı yapılır. Bu şekliyle 20 yıl Palermo Operasının ana tiyatrosu olur ve Teatro Municipale Politeama adıyla hizmet verir. Garibaldi’nin 1882 yılında ölümünden sonra da anısına Garibaldi ismi verilir.

       Çatısında Olimpiyat oyunlarını temsil eden bir çift at ile Apollo ed Euterpe’nin zaferi tasvir edilmiş. Euterpe Yunan mitolojisinde Müzik ve lirik şiirin ilham perisi, Apollon da müzik ve şifa tanrısıdır. Tiyatronun resmi olarak açılış tarihi Kral Umberto ve Kraliçe Margerita huzurunda ünlü tenor Francesco Tamagno’nun Verdi’nin Othello’sunu icrası ile yapılır.

       Tiyatro’nun hemen solundan döndük cadde Settimo’dan devam ediyoruz Banco Sicilia’yı geçtik. Cadde tanınmış markaların mağazalarıyla doluydu Zara YSL gibi.

       Çok değil 3-4 sokak geçtik geldiğimiz kavşağın olduğu yer ağaçlıklı çok geniş bir alan ve karşımızda önem bir tarihi yapı var. Palermo’nun en bilineni Massimo Tiyatrosu *Teatro Massimo*.

Palermo-Teatro Massimo
Palermo-Teatro Massimo

       Rehberimiz Enis, bakın bakalım tanıyacak mısınız? Hadi sizi üzmeyeyim The Godfather desem hemen hatırlarsınız. Evet The Godfather III’te Michael bu tiyatro Massimo’nun merdivenlerinde vuruldu dedi. Evet ama üzerinden yıllar geçti artık eve dönünce hatırlamak için izlemek farz oldu. 😁 Ben de öyle bir görüntü yakalamışım ki inanılmaz. Alttaki fotoğrafı büyütmelisiniz. İki arkadaş vurulma sahnesini canlandırıyor arkadaşları da çekim yapıyor. İnanılmaz.

       Tiyatro Massimo’nun resmi adı *Teatro Massimo Vittorio Emanuele*dir. İtalya’nın en büyük tiyatrosu. Avrupa’nın da büyüklerinden sayılır ama mimari ihtişam yönünden Avrupa’nın üçüncüsüdür.

       1864 yılında açılan yarışmada Mimar Giovan Battista Filippo Basile’nin projesi onay alır. Ancak tiyatronun inşasına 1875 yılında başlanır, 20 yıl sürer ve 1897 yılında da biter. Mimar Filippo’nun ömrü vefa etmeyip 1891 yılında ölünce tiyatronun inşaatını oğlu Ernesto Basile tamamlamıştır.

       1974 yılında başlanan restorasyon çok uzun sürmüş tiyatro ancak 1997 yılında tekrar açılmıştır. İşte bu arada da Ford Coppola’nın Al Pacino’yla oynadığı The Godfather – Part III filminin bazı çekimlerine ev sahipliği yapmış. Şöyle bir sağına soluna bakıyoruz.

Palermo-Teatro Massimo
Palermo-Teatro Massimo

       Tiyatronun önünden dümdüz devam ediyoruz. Sıcak memleket olduğundan herhalde küçük de olsa apartmanlarda balkon çok ve hepsi ferforje yani dökme demir. Çok dar sokaklar da var bir çift fotoğraf çekiyor diğerinde inşaat ustası yukarı kovayla harç taşıyor.

       Şöyle bir gidelim bakalım bu cadde de neler var, adı Via Maqueda. Hemen sağ ve sol sokaklar eski pazar diye geçiyor biz daha başka bir pazara gideceğiz burası giysi pazarı. Ana cadde olan Via Maqueda Sicilya’lı filmlerde gördüğümüz evlerin aynısı ile dolu ne harika. 

       Bu güzel bulvarın ara sokakları ne yazık ki çok bakımsız. Aslında yapılara eski tarihi bozmamışlar diye de bakabiliriz. Yaşam bu işte kimi gelir, kimi gider. İkinci fotoğraf pek benzemese de birden aklıma çocukluk anılarımı getirdi. Bakkal amcadan 5 kuruşluk ay çekirdeği almak, kocaman küpeli Arap kızlı mabel sakızları, rengarenk fasulye şekerleri. Ne güzeldi çocukluk günlerim.

       Yürüyelim arkadaşlar bu güzel yolun yani Via Maqueda’nın (alttaki ikinci fotoğraf) sonunda kısa bir mesafe sonra yolumuz yuvarlak ön cepheli evlerle çevrili bir yere çıktı (ilk fotoğraf). Artık kavşak ya da dört yol ağzı vs ne derseniz bilinen adı Quattro Canti. Muhteşem heykellerle süslü ve her binanın altında çeşme var. Ve sonra işte size tipik Sicilya’lı bir karı-koca çok hoşuma gittiler nasıl uyumlular bakınız. 

       Resmi adı Piazza Vigliena olan bu kavşağın tanınmış adı Piazza Quattro Canti *Dört Köşe Meydan* Canti -köşe demek ama iki binanın köşelerinin bir sokak kenarında birleşmesi anlamındaymış. Burada da 4 yapının meydana açılan sokaklara olan köşeleri yuvarlatılmış böylece kavşak yani meydan da daire şeklinde olmuş. Binalar malum Barok tarzında saray ve 3 katlılar. Zemin katlarda çeşme diğer katlarda önemli heykeller var vaktiyle bronzdan yapılmışlar sonra mermere dönüştürülmüş. Önce fotoğraf ekleyip sonra anlatayım.

       Evet 1500 ve 1600 yıllarında Palermo dört ana bölgeye ayrılmıştı ve bu bölge merkez sayılıyordu. İspanyolların şehri ele geçirdikleri dönemde İspanyol valiler güç gösterisi yaparak varlıklarını kabul ettirme çabasına girerler ve Palermo genelinde göz boyayan Barok tarzı birçok saray ve malikane yaptırırlar. 

       İşte bu saraylardan 4 tanesi de bu merkezi bölgede yapılır. Bu anıtsal binaların cephe yapımı 1621 yılında bitmiş. Alt katlarda çeşme var demiştim ve çeşmeler geçmiş zamanda şehrin içinden akan 4 nehri, çeşme üzerindeki kadınlar dört mevsimi temsil eder. Bir üst katlarında dört İspanyol kral ve en üsttede şehrin koruyucu azizleri yer alıyor.

       Binaların en büyük özelliği bir köşelerinin günün her saatinde mutlaka güneşi alıyor olmaları, bu yüzden de *Güneş Tiyatrosu* da denirmiş. Netice de genel anlamda teması, yeryüzünden cennete uzanan yolu betimliyor olmaları. Tarihi doku gerçekten çok güzel.

       Hemen sağımızdaki antik eserleriyle değerli bir sokak olan Via Vittorio Emanuele’ye dönüyoruz. Burada iç süslemesi çok muhteşem bir kilisedir mutlaka bakın diyen rehberimize uyuyoruz. Gerçekten müthiş bir süslemesi olan San Giuseppe dei Teatini Kilisesi.

       Palermo’yu keşfe devam. Aslında yürüyerek gezilebilen güzel bir şehir. Üç beş adımlık merdivenle çıkılan 14. yy’dan beri varolan Belediye binasının önünde heykelleri bol bir çeşmeye denk geldik. Enteresan bir şekilde tüm heykeller çıplaktı genel bir görüntü alıp geçtim. Ama rehberimizin anlatımıyla öğrendim ki, Piazza Pretoria ve Çeşmesi özellikli bir çeşme. Her şeyden önce halk arasındaki adı*fountain of shame* türkçesi utanç çeşmesi. 

       Geçmişi 16. yüzyıla dayanan çeşmenin adının utanç olmasının iki sebebi var. Birincisi heykellerin çıplak oluşu dindar çevre halkı görüntüden hoşlanmaz. Ama esas konu bence daha önemli yabana atıldığı düşünülen halkın parası. Nasıl mı? Önce çeşmeye bakalım.

Palermo-Pretoria Fountain
Palermo-Pretoria Fountain *Utanç Çeşmesi*

       Floransa’da yaşayan zengin ve asil bir aile çeşmeyi malikanelerinin bahçesini süslesin diye Toskanada yaşayan bir heykeltraşa ısmarlamış. Bir zaman sonra ailenin parası biter çeşmeyi tamamlamaya gücü yetmez ve çeşmeyi 1573 yılında Palermo Senatosuna çok büyük paraya satar. İyi hoş ancak evdeki hesap çarşıya uymaz çeşme Toskana’dan Palermo’ya gelene kadar başına gelmeyen kalmaz. Heykellerin kolu bacağı kırılır, havuzun çeşmeleri kaybolur. Sorun olmaz çünkü Toskanalı heykeltraşın oğlu montajı yapmak için beraber gelmiştir. 

       Bitmedi montaj için ayrılan alan küçük gelince bu kez birkaç bina da yıkılmak zorunda kalınca çeşmenin de astarı yüzünden pahalıya gelir. Halk zaten kıtlık döneminden geçmektedir fakirlik diz boyu iken çeşmeye ödenen onca parayı düşündükçe binadan çıkan Senatörlere her seferinde *utanç-utanç* diye bağırırlar. Çeşmenin adını da öğrenmiş olduk. 

       Artık rehberimizin önderliğinde Palermo’nun özü, antik olduğu kadar otantik de olan pazarı Ballaro’ya gidebiliriz. Enis bey harika peynirleri var her geldiğimde alırım deyince iyice sevindik. Önce yine Maqueda caddesinden Mercado Ballaro yazılı tabeladan sağa döndük caddenin adı Via del Poticello oldu. Buralar hep eski şehir kısmı o nedenle de evler de eski demiştim en güzeli birkaç ev ve sokak görerek gidelim. Hemen bir sokak sonra bayan kuaföre denk geldik, 💇‍♀️ postiş tarıyordu.

       Bir geniş alana geldiğimizde sokak adı da değişti burası Piazza Casa Professa. Çamaşır asılı balkonlar, renkli dükkanlar, kapı önü ve balkonu çiçek dolu evler, arada duyulan müzik sesleri ile yürüyoruz.

       Ve genelde düğünlerin yapıldığı katolik Casa Professa İsa Kilisesi’nin önünden geçiyoruz hemen sağımızda Kraliçe Margherita Yüksek Lisans Okulu var, duvarındaki grafiti hoş olmuş ve çevresi gerçekten bakımsızdı. Artık pazara geliyoruz burada da karşıma bir grafiti çıktı çok değişik.

       Ballaro Pazarı, bin yıllık tarihi ile günümüze kadar özünü değiştirmeden gelmiş. Özellikle Arapların işgal döneminden süre gelen bağırarak satış yapmaları. Gerçi bizde de öyledir ya. Et ve balığı ve özellikle de peynirleri çok güzelmiş. Enis rehberimize uyup biz de peynir aldık gerçekten çok lezzetli. Ballara adı, pazarda satılacak her türlü sebze ve meyvenin temin edildiği yakınlardaki Bahlara köyünden geldiği şeklinde. Ayrıca Deccan’dan trenle gelen baharatların (Hindistan’ın meşhur bölgesi ve bir demiryolu taşımacılığına da adını vermiştir) burada satılması nedeniyle Hind-Sind bölgesinin bir simgesi olan Ag-Vallaraja’dan türediğidir. Bir de sadece pazar günleri ikinci el eşya satışlarıyla da bit pazarına dönüşüyormuş.

       Pazarın rengarenk ortamını hep sevmişimdir. Önder zaten pazar bir market iki dolaşmayı pazarlık ederek alışveriş etmeyi keyifle yapar. Burada ayrıca sokak yemekleri yapan yerler de var ve kokularla mest olduk üstelik öğlen saati oldu gemiye dönüş başlıyor gibi hayli de acıktık. Yürüyüş Via Porta di Castro’dan devam ediyor. Burada Plazzo Conte Federico Müzesi’nin önünden geçiyorken dikkatimi duvarındaki Mural çekiyor benim vizör de görüyor ilk fotoğraf’daki. Yazılar sağdaki Perdenti -kaybedenler ve solda Vincenti  kazananlar eh tabii ki adamları tanımayınca bilemedik.

       Diğer fotoğraflar önce sola sonra sağa döndük başımız da döndü yani neyse bir daha ne tarafa döndüysek ikinci fotoğraf gerçekten daracık bir sokağa giriyoruz. Özellikle adını videoya aldım Via del Protonotara, adı güzel ama sokak için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ve son fotoğraf Via Maquera’dan sonra en özel ikinci cadde olan Via Vittorio Emanuele’deyiz son fotoğraf. Evet ikinci özel cadde demiştim zira her ikisi de buram buram tarih kokan caddeler ve ikisi de Quattro Canti’de buluşuyorlar.

       Palermo Katedrali, bu tarihi mekanlardan biri olarak Vittorio Emanuele’de yerini alıyor. Ama başına gelmeyen kalmıyor. Palermo’nun tarihinde adı geçen ne kadar millet varsa yapısı da o kadar çok mimari değişikliğe uğruyor. Bu sebeple onu Palermo’nun tarih kitabı sayıyorlar. Yapım tarihi 1187’li yıllara kadar uzanıyor. Önce İtalyan Bazilikası olmuş ardından Araplar geldiğinde Cami olmuş zaten kubbesinden belli oluyor ve ardından da Kiliseye dönüştürülmüş. Oldukça geniş bir alanda yer alan Katedral kadrajıma bile sığmadı.  

       İçini gezmedik Via Vittorio Emanuele’den bu kez limana doğru yürümeye başladık. Hemen sağımızda bir anıt ve güzel bir kafesi olan meydan çıktı; Piazza Bologna. Dinlenmeye vakit yok yani anıt ile ilgili bilgileri alp yolumuza devam ettik. Alttaki fotoğraftaki anıt kutsal Roma İmparatoru ve Habsburg Hanedanından V. Charles’in anıtı. 1535 yılında V. Charles Tunus zaferinden döner ve Palermo’ya gelir. Yıllar sonra 1631 yılında şerefine de bu anıt Piazza Bologna’ya dikilir. Kaidede Yunan mitolojisinden tanrı Herkül, İmparatorluğun çift başlı kartalı ve efsanevi 7 yılan başlı Hydra var. Hani Herkül’ün her kestiği yılan başının tekrar çıktığı, zehiri öldürücü olan yaratık.

Palermo- V. Charles Anıtı
Palermo- V. Charles Anıtı

       Asıl hikaye V. Charles’in duruşunda gizli anlatayım. Sol elinde bir asa varken sağ eli 5 parmağıda açık şekilde ileri uzatılarak betimlenmiş. Zaman içinde bu açık el için efsaneler üretilmiş. Adaletli oluşuyla bilinen Charles’in açık eli *beş sadakatsiz yargıcı* ifade ediyor. Ne yapmış bu yargıçlar bakalım.

       Olay elbette 16. yüzyılda geçer. Zengin bir ailenin yaşı küçük çocuğu yetim kalınca akrabalarından biri vasi olarak atanır. Yetişkin olduğunda miras kalan varlıklarını geri ister. Ama bakar ki vasileri paraları bitirmişler. Hemen Palermo’nun beş yargıcından yardım ister. Yasa tanımaz üstelik hayli yüklü paralarla iş yapan yargıçların beşide olayı önemsemez. Genç çocuk adaletiyle bilinen V. Charles’in Palermo’ya geldiğini duyunca bir şekilde İmparatora ulaşır ve derdini anlatıp yardım ister.

       Adaletli İmparator bir plan yapar ve rahip kılığına girerek mahkemeyi takip eder. Yargıçların beşi de vasiyi haklı bulduğu sırada V. Charles yerinden kalkar esas haksızlık yapan sizlersiniz verin çocuğun hakkını diyerek vasilere de kızar. Ardından 5 yargıcında derilerini yüzdürüp Palermo Mahkemesinin 5 sandalyesini kaplatır. 😱😱😱😱😱

       Başka bir versiyonunda; Genç çocuğun vasisi Başrahiptir ve mirası vermek istemez. V. Charles bu defa yasa tanımaz yargıçları atlı araba arkasına bağlatıp bugün *Discesa dei giudici* türkçeye yargıçların inişi adı verilen bir yol varmış orada sürükletip öldürmüş. Evet devam edelim.

       Serbest zaman verilince Önder ile Via Vittorio Emanuele’den devam edelim dedik. Cadde marka ürünlerin satıldığı son derece lüks mağazalarla dolu. Arada ücretli binilen gezi treni hoş bir hava vermiş. Ama genelde faytona biniyorlar. Faytonla gezmek çok daha güzel bence.

       Başka sokaklara sapmadan dümdüz yürüyoruz. Bu arada gözlemlediğim çok fazla lüks araba yok çoğu arabalar eski ve çarpık hatta kapısı bile kapanmayan arabaları kullanıyorlar. Güvenlik sorunu yaşamadan güzelce dolaştık. Şu iki güzel binayı geçince sonunda deniz göründü marinaya çıkmışız.

       La Cala Palermo marinadan keyifle yürüyerek sadece filmlerden tanıdığımız Sicilya’yı, tarih kokan Palermo’da az da olsa görmek çok güzeldi. Tunus nerede Sicilya nerede değil mi? Boşuna demiyorlar *kısmetten öte yol yok*. Sokaklarında, caddelerinde dolaştık kısa ama öz vakit geçirdik diyerek sana elveda Palermo diyoruz. Yeni bir limanda buluncaya dek sizler de sağlık ve sevgiyle kalınız. 💞💞💞

 

 

 

 

 

 

 

GEMİ ile AKDENİZ ESİNTİSİ— 3.Gün * Barselona *

       Yeni bir güne uyandığımız liman İspanya’nın en sevilen şehri Barselona ve tarih 27 Eylül 2014. Bir gece önce rehberimiz Enis Bey’in yazdığı nota göre yine 4. katta buluşuyoruz. 3 saatlik bir yürüyüş sonrası serbest zaman ama en geç 17.00 de gemide olmalısınız dedi. Hep birlikte limana indik. 15 dakikalık bir mesafe sonrası Port Well denilen yerdeyiz. Buralara da ikinci gelişimiz geçen yazımdan hatırlayınız 19 yıl önce tam 2004 yılında yine buradaydık. Emekli olalı 2 sene olmuştu. Bakın o zamandan bir fotoğraf, 1902 yılında yapılmış Liman başkanlığı binası. Kulelerinde kanatlı sfenks heykelleri var.

İspanya- Barselona Liman Başkanlığı
İspanya- Barselona Liman Başkanlığı

       Sola denize doğru yürürseniz eski liman ama hala en işlek olan Port Vell’e ulaşırsınız. Rıhtımın en hareketli bölümü Mall d’Espanya’dır, oraya gitmek için de fotoğrafta gördüğünüz üstü eğri gibi olan köprü *Rambla del Mar*ı geçmelisiniz. Mall d’Espanya’da bir de güzel akvaryum var gezilesi. Her iki fotoğraf da 2004 yılından kalmadır. Köprüyü bu kez geçemedik. 🤷‍♀️

Barselona- Port Vell
Barselona- Port Vell

       İspanya’nın 17 özerk bölgesi vardır bunlardan en iyi bildiğimiz Katalonya’dır ve Barselona’da onun başkentidir. Yoğunluk olarak da İspanya’nın ikinci büyük şehri, 3000 yıllık da liman kentidir. Kozmopolit yapıda çok renkli ve hareketli bir şehirdir. Barselona’nın tanınmasındaki en büyük etken 1992 olimpiyatlarıdır. Bir de ünlü sanatçıları; Picasso, Salvador Dali ile mimar Gaudi’nin sıra dışı eserleri özellikle Sagrada Familia’dır.

       Hemen arkamızı dönünce Barselona ile özdeşleşmiş Kristof Kolomb anıtı * Mirador de Colon* ve devamında yukarı doğru çıkan cadde meşhur La Rambla. Anıt, Kâşif Kristof Kolomb anısına 1888 yılında yapılmış. Anıtın altındaki kaidede turizm bürosu var. Üstündeki 40 metrelik sütun dökme demir. Onun üstüne oturtulmuş gözlem evi ve en tepede de 7 metre yüksekliğinde bronz Kolomb heykeli ile toplam 60 küsur metre yüksekliği var.

       Kolomb, bir eliyle Amerika kıtasını gösteriyor diğer elinde de buralardan göremediğimiz bir tomar kâğıt varmış. Kolomb’u görmek için bir zahmet fotoğraflara yine tıklayınız. Gözlemevi’ne asansörle çıkılıyor. 360 derece dönen gözlemeviyle Barselona’nın panoramik görüntüsünün keyfini çıkarabilirmişiz.

       La Rambla’da yürüyerek meşhur St. Josep La Boqueria pazarına geldik. Balıklar canlı, sebzelerle şekerler rengarenk. Pazar gezmeyi zaten çok severiz ama alacak bir şey yok. Gemide envai çeşit yiyecek varken. 🤩 Üstelik dışardan aldığın yiyecek- içeceklerin gemiye girişi yasak. Gruptan da alan yok gezip çıkıyoruz. Tamam bir iki fotoğraf ekliyorum. Balıkçı kadın ustaca bıçak kullanıyor… 🐟🐠🐟

       Yürümeye devamla St. Joseph kilisesine gelince sağa dönüp devam ettik. Çok güzel mağazaların olduğu dar sokaklardan geçtik ama epey uzunca bir yol. Bu arada Barselona Belediye Binası önünde katalanların bağımsızlık istekleri için protesto gösterileri var televizyona alıyorlar. Elbette hızlıca geçtik sonunda Gothic Quarter’ın en değerli yapısı olan Barselona Katedraline ulaştık. Gothic Quarter *Katalanca Barri Gòtic* barların kafelerin olduğu bu tipik Orta Çağ sokakları ile az önce gezdiğimiz La Boqueria Pazarı gibi önemli yapıların olduğu aşağı yukarı dikdörtgen vari hayli geniş bir alan Gothic Quarter diye adlandırılıyor.

       Barselona Katedrali önceki yıllarda Herkül’e adanmış bir tapınağın kalıntıları üzerine inşa edilmiş tarih 1298. Ama yapımı neredeyse 20. yüzyıla kadar sürmüş. Katedrale giriş parayla ama öğlen saati ücretsizmiş. Öyle olunca biraz bekledik içeri daha sonra girebildik. Katedralde ayin vardı enteresandır iki bölmeli. İlk bölmedeki ibadet yerinde papazlar daha yüksekte oturuyorlar halktan daha yükseğiz imajı içinmiş. Dışarda da biz turistleri oturttular rahatça izlensinler diye de iki taraflı ekran koymuşlar. Fotoğraf çekimi yasak ama ben bu kez çekebilmişim flaşım yok ya.

       Bu çok değerli Katedralin resmi adı aslında Aziz Eulalia ama halk Barselona Katedrali diyor. Aziz Eulalia Barselona’nın koruyucu azizlerinden biridir ve evet efsanesi diyemeyiz gerçekmiş hikayesi olsun. Ben de sevdim aktarıyorum. Aslında bir kadın Aziz Eulalia, biz de olsa Azize deriz. Neyse Aziz Eulalia kendini İsa’ya ve dine adamış. Dini inancı nedeniyle yakılmasına karar verildiğinde çıplak olarak haç şeklinde bir ağaca bağlanır ve ağaç yakılır.

       Ateşe verildiğinde hiç mevsimi değilken kar yağarak Eulalia’nın vücudunu giysi varmışcasına örter ve ağzından bir güvercinin uçtuğu görülür. Biz göremedik ama Aziz Eulalia’nın mezarı buradaymış ve katedralin orta bahçesinde 13 tane kaz varmış. 🦢 Bu kazlar niye 13 tane derseniz; Rivayetlere göre Eulalia’ya uygulanan 13 cezayı ve Aziz Eulalia’nın yaşadığı her yıla (13 yaşında öldüğü sanılıyormuş) karşılık olsun diye imiş.

       Bir saatlik serbest zaman verilince Önder ile iyice yukarılara doğru yürüdük güzel bir meydan olan Plaça de Catalunya’yı da geçtik. Amacım Gaudi’nin evini görebilmekti. Ayrıca Barselona’ya gelip de Katalan mimar Antoni Gaudi’nin şaheserlerini görmeden olur mu? Gemi ile gelince zamansızlıktan artık umduğumuzu değil bulduğumuzu fotoğraflayacağız. 😁 Eski yıllardan da dişe dokunur bir fotoğrafım yok. O zamanlar blog yazma durumum da yoktu. Neyse bakalım ne durumda… Bu kez de olmadı. 😔Onca senede ağaçlar hayli büyümüş yapıyı kapatmış karşı kaldırımdan bile görüp çekemedim. Kısmetten öte yol yok derler. 🤷‍♀️

       Casa Batila; Önce hikayesini yazayım sonra bulduğum kadarın fotoğrafını ekleyeyim. Unesco Dünya mirasında olan bu güzel yapı 1806 yılından beri bölgenin kalbur üstü tabir edilen ailelerinin oturduğu bir semt. Bina önce Gaudin’in profesörlerinden biri tarafından inşa edilmiş. Sonra 1903 yılında binayı zengin bir tüccar olan Josep Batilo satın almış. Josep Batilo Gaudi’yi binayı tamamen yıkıp yeniden yapmasını gerektirecek projeyle görevlendirse de Gaudi yıkmadan yaparım diyor ve çok işlevsel harika sanatsal bir binaya dönüştürüyor.

       1950 yılından sonra bina birçok kez el değiştirir ve en son 1990 yılından itibaren Bernat isimli aileye aittir. Bernat’lar 1995 yılında restore ettirdikleri evi halka açıyorlar. Ve bina 2005 yılında Unesco Dünya Mirası listesine girmiş.

       Gaudi dedim madem ikinci önemli yapıtı La Sagrada Familia’da yazımda yerini alsın. Casa Batila’nın ardından zengin tüccarlarla anlaşamadığı için onlara iş yapmaktan vazgeçen Gaudi modernist tarzına da 1912 yılında Casa Mila’yı yaparak son verir. Tüm çalışmalarını bitiren Gaudi 1912 yılından itibaren tüm enerjisi ile 30 yıldır üstünde çalıştığı projesi Sagra Familia’ya yönelir.

       Dile kolay 30 yıldır proje hazırlıyor ama nasıl? Münzevi bir hayat yaşayarak. Tam bir katolik olan Gaudi bu nedenle * Tanrının Mimarı* olarak da tanımlanmıştır. Yazık ki, ömrü bu inanılmaz yapıtının bittiğini görmeye yetmemiş 1926 yılında hayata veda etmiştir. Sagra Familia sanırım 2026 yılında bitebilirmiş. Ben size 2014 gezimizdeki durumunu değil ama 19 yıl önceki halini gösterebilirim.

       Evet Barselona yaşanılası bir şehir. La Rambla başlı başına gezilesi bir bulvar zaten Katalanca da La Rambla *gezinti yeri* demektir. İspanyolcada da bulvar demektir. La Rambla altı farklı ramblas ile 1.5 km. kadar zaten. Ve evet Barselona Franco devrildikten sonra kültürel bir enerji patlaması yaşamış ve bugün de çok aktif ve yaratıcı insanlarıyla kendini göstermeye devam ediyor.

       Biz Barselona’yı hep sevdik. Gönlüm daha çok fotoğraf paylaşmak isterdi. 🤷‍♀️ Gemiye dönme zamanı geldi bu gece ve yarın gecemiz denizde geçecekmiş. Aslında yolumuz çok uzun tur programında Tunus vardı ancak bazı nedenlerden Tunus yerine daha başka bir yere gidiyoruz. Devam yazıma kadar bekleteyim hem de sürpriz olur. Ben yine eski fotoğrafımızı mevcut torunlarım Kuzey&Derin ve gelecekteki muhtemel torunlarım için ekliyorum. 😉

       Umarım hoşunuza gitmiştir, tekrar görüşünceye kadar sağlık ve sevgiyle kalınız. 💞💞💞

GEMİ ile AKDENİZ ESİNTİSİ— 2.Gün * Villefranche*

Pisa’dan geldikten sonra gemimiz İtalya’nın La Spezia limanından saat 20:00’de ayrıldı. Gemideki birbirinden güzel şovlarla eğlendik sabah gözümüzü açtığımızda masmavi bir denizin ortasındaydık.

Tarih 26 Eylül 2014 saat sabah 07:00 liman büyük tonajlı gemilere uygun değil sanırım ki açıkta demirlemişiz. Bu eşsiz manzarada görünen sahil Fransa topraklarına ait. Fransa’nın Rivierası’nın Cote d’ Azur bölgesinin şirin bir sahil beldesi olan *Villefranche Sur Mer*. Şu renklere manzaraya bakınız rüya gibi. Ah nede olsa Akdeniz.💙💙

Fransa-Villefranche-sur-Mer
Fransa-Villefranche-sur-Mer

Bizi, istersek belirlenen saatte karaya botlar çıkaracak. Grup Monaco’ya gidecek biz daha önce 2004 yılında gezdiğimiz için tekrar gitmeyip bu güzel beldeyi tanıyalım istedik. Yazının sonunda slayt olarak ekleyeceğim hem 20 yıl önceki halimizi de kayıt etmiş olurum. Şu an geminin terasında 12. kattayız. Gemi gazetesinde yazılanlara bir göz attım. Fransız Rivierası’nın incisi olan tarihi 1500’lü yıllara dayanan kalesiyle, Monaco ile Nice arasında küçük güzel ve sakin bir balıkçı kasabasıdır diye bahsediyor.

Grupla gitmeyenleri saat 09:45’ten önce sahile götürmüyorlar biz de kahvaltımızı yapıp bekledik. Botlarla küçük limana giderken ki, limandan ziyade marina görünümünde güzel bir koy ve manzara o kadar renkli ki gezmek için sabırsızlanıyorum. İndiğimiz küçük liman *Port Royal de la Darse* Kraliyet Limanı.

Gemiden bize verilen fotoğraflı kartlarımızla polisten geçtiğimizde karşımıza güzel bir yapı çıktı. Önce ilk 2 fotoğraf kıyıya yanaşırken karşı dağlara doğru uzanan bir belde. Görenler bilir Monaco’da aynen böyle bir yapıda. Daha adımımızı yeni atmıştık ki renkli bir yapıyla karşılaştık hemen çektim tabii Saint Piere Şapel’i olduğunu öğrendik.

Saint Piere Şapel’i 1750 yıllarında 14. yüzyıldan kalma eski bir tapınağın üstüne inşa edilmiş balıkçıların koruyucu azizi Aziz Petrus’a adanmış. 16. yüzyıla kadar balıkçıların ağlarına depo olmuş. Fotoğrafa bakınca binanın Mural’ında (duvar resmi) en üstte dikkat çekici bize bakan bir çift göz var. Araştırmalarımdan öğrendiğim, çok yönlü bir sanatçı olan *Jean Cocteau* tarafından boyanmış olduğu için çok da ünlü bir yapıymış.

 

       Bu küçük kasaba diyeyim artık köye pek benzetemedim ama yine de 5 bin nüfusu varmış ve yerli halk *Villefranchois* veya *Villefranchoises* olarak adlandırılıyorlar. Vakti zamanında Yunan ve Romalı askerler tarafından üs olarak kullanılınca yerli halk bu eski şehri bırakıp dağlara çekilmiş. Bulunduğumuz bölge eski şehir kısmı. Villefranche-sur-Mer, zamanın Provence Kontu II. Charles tarafından 1200’lü yıllarda kurulmuş. Arada Savoy Dükleri egemen olmuş. Fransızlara geçmesi 1860 yıllarına denk geliyor ve o zamana kadar da İtalyan’ların egemenliğinde kalmış.

       Saat 10:00 olduğu halde sıcaklık hayli fazla kıyı boyunca yürüyelim dedik. Henüz kalabalık yok ortam sessiz göz alıcı renklerle kayalıklara yapılan evler ile manzara çok daha muhteşem olmuş. Ve son fotoğraftaki evin çiçekli merdivenine de bayıldım.

       Üstteki ilk fotoğrafta gördüğünüz Begonvilli duvarın arasındaki tabela da Tren İstasyonu yazıyordu bir bakalım dedim hani Nice ile Monaco’ya yakın ya. Beraber bakalım mı? 1. Peron Monaco’ya 2. Peron Marsilya’ya gidiyormuş. Biraz daha tepeye çıktım ama Önder aşağıda kaldığı için geri döndüm. Gemi bugün 14:30’da kalkacağı için trene binip gidip gelmek gözümüzde büyüdü sıcaklık had safhada. Az ilerden halk plajı başlıyor insanlar denizde.

       Hadi daha ileri gidiyoruz. Aşina olduğumuz Akdeniz kıyıları… Ve manken gibi bir güzel ile açıkta demirli gemimiz. Fotoğrafları büyüterek bakmayı unutmayınız. 😉 Denize girmeyeceğimize göre dönüp sokakları keşfedelim dedik. 

       Güzellikler detaylarda gizlidir demişler ben de şehrin ara sokaklarında gizlidir derim. Villefranche’in yer yer hala eski arnavut kaldırımlı sokaklarını arşınlamaya başladığımızda çocukluğumun İstanbul Fatih semti aklıma geldi. Neyse rengarenk panjurlu evler çiçeklerle süslü kapı önleri bayıldım. Daracık bir sokak ve masaları dışarda öğlen yemeği hazırlayan çalışkan bir kadın. Ve magnet arayan Önder’im bir şey bulmuş olmalı bakayım .

       Biraz daha yukarılara çıktığımızda karşımıza yine bir dini yapının saat kulesi çıktı. Kiliseyi engel yapan yapılar nedeniyle çekemedim. 18. yüzyılda barok tarzı yapılmış Saint Michel Kilisesiymiş. Bahçesindeki ağacın altında biraz dinlendik sonra içine kimseyi rahatsız etmemek için şöyle bir baktık.

       Etraf sessiz tam bir tatil beldesi sevdim. Sol yanımızdan dönüp inmeye başladık. Kafamı nereye çevirsem samimi ortam yaratan iç içe evler, daracık sokaklarda olabilecek pencere, kapı sohbetlerini düşlüyorum. Özlediklerimi yani…

       Daha fazla çıkmayalım saat 12’de gemiye giden motora binmemiz gerek acıktık ve gerçekten güneş tam tepemizde. Son köşeye geldik limana çıkacağız. Önder yine en sevdiği iş olan market seyrinde. Sahildeki masalar da öğlen yemeğine hazırlanmış. Fransızlarda da öğlen yemeği adeti varmış. Sanırım 12- 14 arası sonra etraf toparlayıp masalar akşam için hazırlanırmış.

       Hızlıca motora yetiştik ve gemideyiz. Açık büfe öğlen yemeğimizi yedik kahvelerimizi içtik. Villefranche Sur Mer’e bir daha bakalım dedik. Karşıda görünen Darse Limanında şimdilerde Belediye binası ve müze olan kale Saint-Elme Kalesi’ni gezemediğimize üzüldük. Kendimizi kıymetli rehberimizin şu sözüyle avuttuk. *Gemi gezileri keşif gezisidir* fazla şey beklemeyin 🤷‍♀️

       Şöyle güzel bir manzara ve gezemediğimiz Kalesi Saint- Elme’ye el sallayıp çok beğendiğimiz Villefranche Sur Mer’e de elveda diyoruz.

IMG_9093

       Evet söz verdiğim *2004 yılında Monaco’dayız* slaytını ekliyorum görmeden geçmeyiniz. Dile kolay 20 yıl öncesinin Alev&Önder’ini de bu yazımla kayda geçmiş oldum. 🤩 💞

       Prenses Grace Kelly ve Prens Rainier’ın yaşadığı mütevazı Kraliyet sarayını gezememiştik onun yerine iyice aşağı inerek ünlü kaptan Cousteau’nun müdürlüğünü yaptığı için Cousteau müzesi olarak bilinen Oşinografi binasını gezmiştik. Çok çeşitli deniz canlısı ile fosilleri de vardı. Boylu boyunca asılı balina iskeleti görülmeye değerdi ekledim. Monaco’ya tepeden bakmıştık diyor slaytı ekleyip kaçıyorum.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

       Gecemiz açık denizde geçecek sabah ola hayrola diyorum. Yeni bir limanda buluncaya dek sağlık ve sevgiyle kalınız. 💞💞💞

 

 

 

GEMİ ile AKDENİZ ESİNTİSİ— 1.Gün *Floransa** Pisa*

       Gemi ile seyahat bavul aç-kapa derdi olmadığı için her zaman ilgimizi çeksede açık büfenin cazibesine kapılırız gelsin kilolar olmasın diye hep ötelemişizdir. Yine nereye gitsek muhabbeti başlatan Önder’imin önerisiyle; Programında Afrika-Tunus ziyareti de olan Tura Turizmin Pullmantur Sovereign *Akdeniz Esintisi* ismiyle de cazip gelen turuna katılmaya karar verdik.

       Vize vs işleri ile ilgili dökümanları tur şirketi bize yolladı. Biz gerekli diğer evrakları da ekleyip yolladık, zaten yeşil pasaportumuz olduğu için vize falan yok sadece pasaport sürenizin turunuzun bitiş tarihi dahil en az 6 ay geçerliliği kalmış olmalı.

       24 Eylül 2014 tarihinde rehberimiz Enis Aslan ile Atatürk Havalimanı’nda buluştuk. THY ile İstanbul’dan 08:15 non stop 2 saat 45 dakika uçuş sonrası İtalya’nın başkenti Roma’nın Fiumicino Havalimanı’na indik. Rehberimiz eşliğinde bindiğimiz minibüs ile 1 saat 15 dakika ilave bir yolculukla aşağı yukarı 35 km sonra bizi misafir edecek M/V Pullmantur Sovereign gemimizin demirlediği Civitavecchia (Civitavetti diye okunuyor) limanına geldik. Tüm bu uğraşlar sonunda saat 17:45 olmuştu bile. O dönem çektiğim fotoğraflarda hayli acemilik yapmışım. 🤷‍♀️

       Neyse gemiye geldik biniş prosedürlerini yerine getirdik ama tatbikattan bir şekilde kurtulduk. 🤭 Odamız balkonlu değil ama dış kabin. Ve geminin limandan demir alma zamanı gelmişti. Üst güverteye çıktık Günbatımı Civitavecchia şehrini kırmızıya boyamış harika görünüyor ve gemimiz limandan demir alıyor saat 19:12.

Limandan çıkışını seyrettik ardından akşam yemeği için geçtiğimiz salonda bize ayrılan masada arkadaşlarımızla tanıştık. Kahve içerken rehberimizin bilgilendirmesi ile katılacağımız ekstraları belirledik. Mecburiyet yok isterseniz indiğiniz limanda bireysel olarak da gezebilirsiniz. Liman ile ilgili bilgi de verdi ve her gün için bilgilendirici gemi gazetesi ile benim buluşmamız ile ilgili notum odanızda olacaktır dedi.

Antik kent’in bu güzel limanı Civitavecchia’yı; Roma İmparatorluğu’nun Orta Avrupa’daki fetihlerinin mimarı 5 büyük komutandan biri olan Traian (M.Ö 108) kendi villasının yakınında inşa ettirmiş. İlk adı o zamanlar *Centum Cellae* yani yerli halk dilinde *doğal küçük koy* anlamındadır. Komutan Trajan, Civitavecchia limanını Etrüsk’lerin Tiber ırmağı kıyısındaki limanı nedeniyle tehlikede olduğunu düşündüğü Roma Limanına alternatif olarak inşa ettirmiş ve zamanla burası gerçekten de Roma’nın ana limanı olmuş.

Civitavecchia Liman şehrini dönüşümüzde gezecekmişiz o zaman daha detaylı anlatırım. Şimdi yolcu yolunda gerek. Bu gece denizde yol alacağız. Biraz gemimizi dolaşalım. Çok güzel dekore edilmiş ışıl ışıl koridorlar. Biz 4. kattayız, inerken saksafon çalan müzisyenle karşılaştık. Ambiyans gerçekten de çok güzel görünüyor bakınız.

       Gemide her çeşit aktivasyon mevcut. Kokteyl alabileceğiniz bar, sosyalleşebileceğiniz ortamlar, canlı müzik ve uzun yol gemilerinin olmazsa olmazı gazino. 🎰 🃏 Yemek sonrası şöyle bir tur daha attık ve ertesi güne iyi başlamak üzere odamıza döndük.

       Tarih 25 Eylül 2014 oldu. Sarsmayan güzel bir seyir ile sabah 07:00 de İtalya’nın Ligurya bölgesinde 1800’lü yıllardan kalma limanı ile güzel bir kent olan La Spezia’daydık. Kahvaltı sonrası Enis rehberimizle buluşup minibüsümüze bindik. Yolumuz ikinci kez göreceğimiz Floransa’ya. Yemyeşil harika manzaralar eşliğinde yol alıyoruz. 

       Kıymetli rehberimiz Enis Aslan’ın anlattığı hikayeleriyle de keyifleniyoruz. Çoğumuz okumuşuzdur Da Vinci Şifresi’nin yazarı Dan Brown Floransa’da gezeceğimiz yerlerin çoğunu *Cehennem* adlı kitabında anlatır. Hikayesi Floransa’da başlar Venedik’e geçer oradan da İstanbul’a gelir. İstanbul ve Yerebatan Sarnıcı’nın tüm detaylarıyla konu edildiği hikaye de İstanbul’da biter. 

       Floransa’nın La Spezia ile arası 160 km ve böyle güzellikleri seyrederek iki saatte Floransa sokaklarındayız. San Marko meydanında inip yürümeye başladık. Burası eski şehir bölümü. Daracık sokaklar üstelik çok kalabalık yürümekte bile zorluk çekiyoruz.

       Floransa’yı İmparator Julius Caesar MÖ 59 yılında askeri bir kamp olarak kurup adını da Florentia koyar. Roma için Arno nehri üzerinde olması askeri önem taşıyordu. 13. yüzyıla kadar önce loncaların elinde olan şehir bir dönem Cumhuriyetle idare edilmiş ardından şehrin idari gücü soylu bir aile olan Medici’lerin yönetimine geçmiştir. Bankacı olan bu aile tam 300 yıl hüküm sürmüş. Gezdikçe anlatacağım yürümeye devam.

       Ve karşımızda Floransanın kalbi hatta ikonu olan yerel dildeki adıyla II Duomo di Firenze yani Floransa Katedrali‘dir. Veya Santa Maria del Fiore Bazilikası nam-ı diğer Duomo *Çiçeklerin Aziz Meyemi* anlamında.

       İtalyanın birçok şehrinde mutlaka bir Duomo vardır diye başladı Enis rehberimiz; Duomo bizim merkez camilerimiz anlamındadır, şehrin ana ibadet yeri. Avrupa’nın en büyük Bazilikası. 1296 yılında yapımına gotik tarzda yapılarak başlanmış. Gotik tarz bilindiği gibi tanrıdan korkutmak mantığı ile yapılan bir mimari tarzdır… Orta çağ döneminde Floransa paralı askerler tarafından korunan nüfus 15 bin civarı küçük ama çok zengin bir Cumhuriyettir. Zenginliği de *Agnus Dei* (Tanrının koyunu) ticareti ile sağlamışlar ve Papa’yı takan yoktur.

       Dolayısıyla böyle büyük Katedrallar yapmışlar. Kocaman gül pencereler, aşırı yüksek görünüm, sivri kuleler eklemişler. Duomo gibi renkleri de muhteşemdir. Renk olayı da ortamı biraz yumuşatıp insanları ibadetten çok da uzak tutmamak amaçlıdır. Daha sonra 1436 yılında Filippo Brunelleschi’nin baş yapıtı olan kubbe (ki tuğladan yapılmıştır) ile Duomo daha da görkemli bir hale gelmiştir. 

       Bazilikanın hemen yanında Giotto’nun 1334 yılında inşasına başladığı ancak bitirmeye ömrü yetmediği çan kulesinin inşaatı Andrea Pisano tarafından yürütülmüştür. Daha sonra 1359 yılında da üst katların çok özel büyük pencerelerin yaratıcısı Francesco Talenti tarafından da tamamlanmıştır.

       Tamirat ve restorasyon nedeniyle girmedik. Aslında 85 metre yüksekliğindeki kuleden manzara muhteşemmiş ama grup olunca bölünmeyelim diye hem de 400 basamak çıkmak vakit alacak gemiyi kaçırmamak gerek dedik. 😉 Siz de bizim gibi sadece bakınız. 😁

       Duomo’nun hemen önünde çok benzer yapıda Aziz Giovanni vaftizhanesi (Battistero di San Giovanni) var. Vaftizhanenin önünden görüntülerle devam edelim. Küçük fotoğraftaki yere yaydığı resimleri satanlar aynı bizdeki gibi polisi görünce (gerçi bizde zabıtadır) çil yavrusu gibi kaçıştılar. 😁

       Vaftizhanenin solundaki sokaktan yürüdük ara sokaklara bu kez rehberimiz eşliğinde saptık zira yollar çok kalabalık. Ara sokak görüntüleri biliyorsunuz artık benim vazgeçilmezimdir. Burada şansıma çıkan ilk fotoğraf, İtalya’nın en büyük şairi Floransa doğumlu Dante sevgilisi ile kaldığı fotoğrafta görülen pencereli oda oldu. Ev sonradan müzeye dönüştürülmüş. İkinci fotoğraf, genelde tüm önemli kişilere ait bilgi tabelaları böyle bir heykelcikle birlikte yapılırmış. Buradaki Başpiskopos Antonius’un heykelciğiymiş. Son karede sanat galerisi vardı. Tahmin yürüttük reklam amaçlı mankenleri düz duvara tırmandırmışlar. Ama arka karşı binada da aynıları var. 🤭 Neyse…

        Yolumuz Lordlar Meydanı anlamına gelen *Piazza della Signoria * meydanına çıktı. Kalabalığı görüyorsunuz. Soldaki atlı heykel Medicilerin Dük’ü Cosimo de Medici paranoyak bir kişiliği olan I. Cosimo bu yüzden karısı dahil şüphelendiği çok kişiyi öldürtmüş. Sağdaki Neptün Çeşmesinde Neptün Heykeli.

Floransa-Piazza della Signoria 
Floransa-Piazza della Signoria

       Burada yaşayan rehberimizin arkadaşı da bize katılıp meydanın tarihini heykelleri ve Medici ailesini anlattı. Mediciler sanata düşkün olunca sanatçıya da hami olmuşlar, saraylarında ağırlamışlar. Sonra bankacılık yapıp iyice zengin olmuşlar. Papayı kaale almayan aile zenginlikleri ile yönetimi ele geçirmişler. En önemlisi de Rönesansın doğmasına öncülük etmişler diyebiliriz. Aileden 2 tane kraliçe birçok kral 3 tanede papa çıkmış. 

       Önce sokak arasından giriş ve Medicilerin saat kuleli hükümet merkezleri şimdilerde Belediye binası olarak görev yapan sarayı* Pallazo Vecchio*yu görelim. Sonra hemen önünde Ammanati’nin eseri olan *Fontana del Nettuno* Neptün çeşmesi var.  

       İlk fotoğraf Ammanati’nin yapmış olduğu Neptün Çeşmesinin ortasındaki heykel Deniz tanrısı Poseidon yani Neptün’dür. Etrafındaki deniz kızları ile vahşi atlar var. Neptün hepsinin ortasından yükselmiş yani Floransa’nın denizlerdeki hakimiyetini kazandığı zaferleri anlatıyor. Neptün çeşmesini Michelangelo bile beğenmemiş Ammanati’e mermere yazık ettin demiş. 😁 Üstteki saatli çan kulesi sonradan yapılmış. Çalındığında halk bu meydana toplanır dönemin yöneticisi hangi Medici ise çıkar alınan kararları bildirirmiş.

       Hemen yanındaki sokakta (alttaki fotoğraf) Pallazo Vecchio’nun önünde Rönesansın dahi sanatçısı-ressam-heykeltraş-şair ve mimar’ı Michelangelo’nun ünlü yapıtı *Davut* heykelinin kopyası var. Gücü temsil eden Davut’un gür sesi vardır ve hayvanlara hükmeder onları uysallaştırırmış. Hatta bizde gür sesli erkeklere *davudi*sesli deriz. Floransa için Davut kötü dev Golyat’ı öldürmesi ile düşmanları dize getiren güçlü peygamberdir ve Floransa kendini Davut ile özdeşleştirmiş yüzyıllardır da özgürlüğün sembolü olarak görmüşlerdir.

       Michelangelo Davut heykelini başladığında 26, tamamladığında ise 29 yaşındaymış. Davut heykeli dini bir eser olması gerekirken çıplak tasviri Michelangelo’nun kendi tasviriymiş. O Davut’u ilahi gücün yarattığı yaradılışı tasvir etmiş. Saraydan atılan bir eşya ile Davut’un orijinalinin kolu kopunca bu şaheser eser korunmak için özel yapılan Galleria Accademia’da sergilenmeye başlanmış. Halk da Davut’suz mahzun kalmasın diye kopyası yapılıp buraya konmuş. Diyorum ve artık bir hikaye yazalım değil mi? Ama önce fotoğrafını ekleyeyim.

Floransa- Davut- Herkül ile cacuc heykelleri
Floransa- Davut ile Herkül heykelleri

       Hikaye; Kuran, Tevrat ve İncil’de de bahsi geçen Davut ve Golyat’ın İsrailoğulları ile Filistinlilerin savaşı esnasında gerçekleşen hikayesidir. Heykele baktığımızda pek görülmesede Davut’un fotoğrafa göre sağ elinde hikayemizde geçecek olan sapan, sol elinde de taş vardır. İsrail’in en büyük kralıdır ve kendisine 4 kitaptan biri olan *Zebur* indirilmiştir. Davut peygamber Kudüs’te doğmuştur, Süleyman peygamberin de babasıdır.

       Hikayenin geçtiği dönemde Davut cepheye ekmek taşıyan ergen bir çoban, Golyat ise kimilerine göre 3 metre boyunda korkunç kötü bir dev kimilerine göre de dev yapılı filistinli bir savaşçıdır. İsrail’in ilk kralı olan Saul Golyat’ı öldürene -hem kızımı vereceğim hem de altına boğacağım diye vaatte bulunur.

       Davut krala, ben öldürebilirim dese de kral henüz çok gençsin olmaz deyince Davut, çobanlık yaparken ayı ile karşılaştığında çenesinden tutarak yere nasıl vurup öldürdüğünü anlatır. Kral peki der ve kendi zırhını Davut’a verir başına da tunçtan bir miğfer giydirir. Davut çok genç tabii miğfer dahil her şey ona ağır gelir ve hepsini çıkarıp tamamen çıplak kalır. Bir eline sapanla diğerine taş alarak Golyat’la savaşmak için ileri atılır.

       Golyat’la karşılaştığında başında kalın bir miğfer olduğunu görür. Düşmanı olan Golyat’ın en hassas ölümcül noktasının alnın ortası olduğunu bilen Davut hemen askerlerden birinin kalkanını alır ve güneşi Golyat’ın miğferine yansıtır. Demir miğfer ısınınca Golyat onu çıkarıp attığı anda Davut sapanıyla hedefleyip onu alnının ortasından vurur. Yere düşen Golyat’ın elinden koşarak kılıcını alıp başını kestiği gibi Kral Saul’un önüne bırakır.

       Kıssa’dan hisse deriz ya işte o da ilahi güçle her şeyin yapılabilir olduğudur. Ve Michelangelo’nun da işte bu ilahi gücü yansıttığı için Davut heykelini çıplak yapmıştır denir. 

       Hemen yanındaki heykel Bandinelli’nin eseri Herkül ile Casus. Casus da Roma mitolojisinde üç ağızlı, üçünden de ateş çıkaran devdir. Herkül hayvanlarını çaldığı için Casus’u öldürür. Fiziksel güç temsil edilmiş.

       Devam edelim, Mediciler halkla içine yaşayan bir aile olduğu halde paranoyak olan Cosimo, Arno Nehri’nin karşı tarafında ikinci bir saray daha yaptırır. Yer üstünden koridor gibi geçişle ki adına Giorgio Vasari yaptığı için Vasari koridoru deniyor karşıdaki *Plazzo Pitti* sarayına kadar bu koridoru kullanarak gider gelirler. Bir yandan da zamanın tehlikesi olan Vebadan korunmak amaçlanmış. Ama günlerce güneş görmeden yaşadıkları için de ciddi hastalıklar yaşamışlardır.

       Vasari koridoru kısaca 1 km kadar varmış. Buradan Arno nehrinin öte yakasındaki Pitti Sarayı’na kadar içinde 1000 küsür tablo, heykel ve tarihi eser varmış. Burayı idari merkez binası olarak kullanmaya başlayınca da Pallaza Vecchio’ya eski saray demişler. Koridorun ilk bölümü Pallazo Vecchio’da başlıyor ilk fotoğrafta iki penceresi görünen Vasari koridoru hemen yanındaki Uffizi Galeriye bağlanıyor. 1973 yılında restore edilip halka açılmış, randevu alınarak geçit kullanılabiliyormuş ve manzara muhteşemmiş. 🤷‍♀️

       İkinci fotoğraftaki *Plazzo Degli Uffizi* yapım tarihi 16.yy’a kadar uzanan sanat sarayı, bir müzedir. Cosimo Medici burayı hem kendine ofis hem de adalet sarayı olarak kullanmış. Zaten Uffizi ofisler anlamına geliyor. Müzeyi gezmek için önceden bilet almak gerekiyormuş haliyle gezemedik ama alt girişin fotoğrafını ekliyorum. Girişin her köşesinde zamanın sanatçılarının ve tanınmış ünlülerinin heykelleri var. Soldaki ünlüler; F.Guicciardini (Tarihçi ve Siyasetçi devlet adamı) ve Amerigo Vespucci (Amerika teriminin türetildiği ünlü kaşif) Sağdaki ünlüler; Galileo Galilei (Astronm ve Fizik Mühendisi) ve Pier Antonio Micheli (İtalyan Botanik profesörü). 

       Üçüncü fotoğraftaki espriye dikkat. Evet ressam ve otoportresi benden kaçmazdı. 🤩

       Medicilerin yine 14. yy’da yaptırdıkları *Loggia Dei Lanzi* Lanzi locası. Meydanı açıkhava müzesi gibi süsleyen adı üstünde loca, Medicilerin en büyüğü heykeldeki Cosimo’nun korumalarına aitmiş. Mediciler tarihten silinince de sanat eserlerine müze olmuş. Ayrıca biz turistlere soluklanacak gölgelik arka tarafı da işportacılara yer olmuş… 😁

       Neyse tarihten sanattan ayrılmayalım bakalım oradaki ünlü sanatsal heykeller neler. İlk fotoğraf Pio Fedi’nin eseri Polyxena ve Aşil heykeli. Polyxena’nın annesinin elinden Aşil tarafından zorla kaçırılması anlatılmış.

       İkinci fotoğraf, Cellini’nin Perseus heykeli. Burada Perseus Medusa’yı başındaki görünmezlik miğferi ve elindeki sihirli kılıcı ile başını gövdesinden ayırmış olarak tasarlanmış. Medusa bidiğimiz Yunan mitolojisindeki bakışı ile her şeyi taşa çeviren yılan saçlı kadın. 

       Üçüncü fotoğraf Giambologna’nın Sabine kadınlar heykeli. Burada da anlatılmak istenen yine Yunan mitolojisinde Romus ve Romulus kardeşler öldürülünce soylarını yürütmek için çare arayan Romalılar Sabine kabilesinin kadınlarını bir törene davet ederler sonra da kaçırırlar. Fotoğrafları görelim.

       Ardından Uffizi’nin galeri kısmından geçtik sağa dönüp Arno nehri üzerindeki Floransa’nın en dikkat çekici ve en eski köprüsü olan Ponte Vecchio’ya doğru nehir boyunca iniyoruz. İtalyanca Ponte- köprü, Vecchio- eski demektirYani evet kendi de eski adı da eski. Roma döneminden beri var olan ve o dönemde ahşap olan köprü sel sularıyla yıkılıyor sonra Giotto’nun öğrencisi Taddeo Gaddi tarafından tasarlanıp 1345 yılında bu kez betondan inşa ediliyor.

        Ponte Vecchio II. Dünya savaşından yıkılmadan çıkan yegane köprü iken kör talihi onu 1966 yılında yine sel sularının baskınına uğratıyor. Neyse bu kez sadece kuyumcu dükkanları ile içindeki altınların kaybı ile sermaye büyük zarar görüyor. Köprü göründü manzara müthiş güzel bakınız. İkinci fotoğrafta yine küçük pencereler ile üçüncü fotoğrafta görülen kemerli yapının demirli küçük pencereleri meşhur Vasari Koridorudur ve hemen nehir kenarında da insanlar güneşleniyorlar. Köprü 3 kemerli ortadaki 30 metre açıklığı ile en geniş olanı.

       Evet köprüye girdik hemen sağımızdaki açıklıkta ünlü İtalyan kuyumcu, sanatçı, yazar, heykeltraş Benvenuto Cellini’nin büstü var. Cellini yukarlarda bahsi geçen Perseus heykelini yapan sanatçı. Hani elinde Medusa’nın kesik başını tutan yeşil heykel. Etraf yine çok kalabalık ama sebebi Cellini’nin büstünün demir parmaklıkla çevrilmiş parmaklıkların da aşıkların kilitleri ile dolmuş olması elbette bir de selfi çekenler. 😁 İki sevgili kilidi birlikte kitleyip anahtarını Arno nehrine atıyorlar. Aşkları ebedi olsun diye. 🔒🔑 💘

       Kuyumcu dedik evet Ponte Vecchio’daki dükkanlar kuyumcu. Ama bir zamanlar burada demirciler, kasaplar deri dabakhaneleri varmış ve Arno nehrini çöplük olarak olarak kullanmışlar. O kadar çok koku ve ses yapmışlar ki, bunlardan rahatsız olan Dük Fernandino hepsini kovmuş yerlerine daha fazla kira veren kuyumcuları yerleştirmiş. O günden beri kuyumcular çarşısı olarak devam ediyor. 

       Arno nehrini karşı yakasıyla bağlantısını sağlayan Ponte Vecchio’dan başka sayısız köprüler var ama sağında ve solunda da olanları, Cellini büstünün arkasından görünen köprü büyük fotoğraf 16.yüzyıldan kalma St. Trinity köprüsü. Tam karşısına bakarsak ilk fotoğraf 1953 yılında yapılmış olan Ponte Alle Grazie’dir. Nehirde kano ile spor yapanlar var. İkinci fotoğrafta da Ponte Vecchio’nun arka tarafı hayli eski olduğunun ispatı gibi.

       Floransa’ya gelinir de şahane dondurmasının tadına bakılmaz mı? 🍦🍨🍦🍨 Eksik kalmadık şükür. Ortam çok samimi geldi bize hiç yabancılık çekmedik nedense. İtalyanlarla genetik yapımız uyuşuyor muydu ne! 😁🥰 İlgi alanınız her ne ise, sanat ve tarih Floransa’da hepsi var. Çevreden bir iki fotoğraf ekleyeyim sonra da Cumhuriyet Meydanına Plazzo Rebpulic’e doğru buluşma yerimize.

       Plazzo Rebupulic Floransa’nın merkezi sayılır. Hemen girişinde ünlü marka satış mağazaları, lüks lokantalar var. Gezmekten yorulanların uğrak yeri kafeler çok renkli ve güzel. Otobüsümüze doğru gidiyoruz gözüme takılıp kalan kareleri ekleyip doğru Pisa’ya…

       Bir saat 15 dk sonra Pisa’dayız. Dedik ve işte hepimizin bildiği modern fizikçi, matematikçi, astronom ve filozof olan Galileo Galilei’nin doğduğu ve yaşadığı İtalya’nın güzel bir başka şehrinde Pisa’dayız. Milyonlarca insan fotoğraflarda da olsa perspektif sayesinde eğik kuleyi ayakta tutmaya çalıştığı kule. İşte Pisa kulesi karşınızda diyen Enis rehberimizin peşinden *Mucizeler Meydanı*na doğru yürüyoruz. 

       Turistik eşya satan stanların önünden geçerken şaşkına dönüyoruz. Satıcı çocuk buyrun diye bizi davet ediyor. Şaşkınlığımızın sebebi fotoğrafta gizli. Enis rehberimiz Önder’e-Abi bu şapka güzel hem pazarlıkta yapabilirsin diyor. Benim için Pisa demek *Pinokyo* demektir. Hikayenin yazarı Carlo Collodi Floransa doğumludur ve Pinokyo hikayesini Pisa’dayken yazdığı söylenir. Ben de çocuklarıma kısa özetini çok anlatmışımdır. 🤥 👍 Mekandan ilk aldığım kuklaları oldu sonra da magnet. Satıcı çocuk anlaşıldığı üzere Türk. 🇹🇷

       Çok büyük yemyeşil çim kaplı bir alan, 1987 yılından beri Unesco Dünya Mirası listesinde olan Pisa Kulesini barındıran Piazza dei Miracoli meydanındayız. Çok önemli yapıları üzerinde barındıran Etrüskler dönemine kadar uzanan 1000 yıllık bir tarihe sahip Pisa. 

       Buradaki en tanınmış yapı elbette Pisa Kulesi. Pisa Katedrali *Duomo di Pisa*yapılmış ardından Vaftizhane *Baptisterio* Pisa Kulesi en son Anıt Mezar *Camposanto* ile Piazza Dei Miracoli’yi çevrelemişler. Piazza Dei Miracoli *Mucizeler Çayırı* adı bu güzel yeşillik alanı görüp hayran kalan şair Gabriele D’Annunzio tarafından ortaya atılmış ve öyle kalmış. İlk fotoğrafta biz başaramadık bari gençlerden kopya çekeyim dedim o bile olmadı. Gerçekten de perspektifi kullanıp kuleyi tutmak çok zor. 

       İkinci kare Vaftizhane *Baptisterio*Galilei Galileo burada vaftiz edilmiş deniyor. İtalya’nın en büyük vaftizhanesi yapımı diğerleri gibi 100 yılı bulmuş. Vaftizci Yahya’ya adanmış. Yahya da tanınmış bir yahudi ailenin münzevi üyesidir. Son kare Mucizeler Çayırı ve Duomo Di Pisa ile eğik çan kulesi Pisa’nın genel görünümü.

       Pisa Katedrali *Duomo Di Pisa*; 1064 yılında mimar Buscheto tarafından haç şeklinde iki aşamalı olarak inşa edilmiş. Aynı yıl kazanılan Palermo zaferinden elde edilen ganimetlerle yapıldığı söylenir ve o zafere adanmıştır. Sonra eklenen kubbe İstanbul’daki Aya Sofya’dan esinlenerek yapılmış. 1118 yılında Papa II. Gelasius tarafında kutsanmış. 1500’lü yıllarda büyük bir yangın sonrası mimar Rainaldo’nun yaptığı cephe ile yapım süreci bitmiş.

       Sırada Piza Kulesi; İtalyanca adı *Torre Pendente di Pisa* olan Mimar Giovani Di Simone’nin yapımına başlattığı 6 tanesi sütunlu toplam 8 kattan oluşan bu eğik kule 56 metre yüksekliğinde ve 264 basamaklı bağımsız bir *Campanile* çan kulesidir. Yapımı 1200’lü yıllara rastlarsa da bitişi İtalya’daki iç savaşlar nedeniyle çok uzun 200 yıla yakın sürer ve 1399 yılında tamamlanır. 8. katta çeşitli ağırlıklara sahip 7 tane çan vardır. Ağırlıkları, 7 notaya göre ses çıkarmaları nedeniyle farklıdır. Ama artık çanlar kimse için çalmıyor 😁 yıkılmaya sebebiyet vermesin diye 20. yüzyıla gelindiğinde susturulmuşlar.

       Eğikliğinin hikayesi; Zeminin alüvyon oluşu ve yapılırken ki hesap hatası nedeniyle kısaca kusurlu bir tasarım hatasıdır. Toprak güney kısmında daha yumuşak olduğundan eğim de güneye doğrudur. İlk önce üç kat yapıldığında dikkati çekmiş. Ama eğimi dengelemek için mimarın kuzeye doğru sütun yerleştirip düzeltmeye çalıştığı düşünülmüş. Dördüncü kat yapılırken iç savaşlar başlayınca inşaat yine yarım bırakılmış.

       100 yıl kadar sonra yeniden inşasına başlandığında bu kez güneye doğru daha çok eğildiği görülür.İnşaatı 7. kata kadar getirdiklerinde eğim artınca yine yapımdan vazgeçerler. 14.yüzyıla gelindiğinde inşaat tamamlanır, yıkılmayan kulenin eğimi de 100 yılda 7 cm olmuş. Yıkılmamasının sebebi ağırlık merkezinin izdüşümü kulenin temel dairesinin içinde kalmasındanmış. 1990 yılında yapılan restorasyonlarla eğim 5,5° e düşürülmüş, bir 200 yıl daha yıkılmaz deniyor. Fotoğraftan görelim.

Pisa-Pisa Çan Kulesi
Pisa-Pisa Çan Kulesi

       Artık demir almak saati gelmiştir limana gitmek üzere otobüse biniyor, güzel bir fotoğraf ile Pisa’ya da veda ediyoruz.

İtalya- Pisa
İtalya- Pisa

       Gezimize yeni başladık dostlar yarın bakalım hangi limanda demirlemiş olacağız. İpucu mu? Güzel bir liman olacağı kesin. Görüşünceye kadar sağlık, sevgi ve yazılarımla kalınız. 💞💞💞

 

 

 

ÇİN HALK CUMHURİYETİ *Şanghay*

       Guilin’den 19 Haziran 2014 yerel havayolu ile saat 14:30 uçağı ile başlayan yolculuğumuz 1 saat 35 dakika sonra Şanghay Pudong havalimanında son buldu. Otobüslere bindik şehre gitmek için tekrar yoldayız.

       Rehberimiz Sami Avigdor‘dan ön bilgiler alıyoruz. Son durağımız Şanghay’dayız. İki kelimedir. Şang- üzerinde Hay-Deniz demek olunca da Şanghay deniz üzerinde anlamındadır. Çoğu zaman da *Hu* deniyor. Şehir 40 km kadar içerdeymiş. Çin’in değil ama Dünya’nın en büyük ticaret limanıdır. Hong Kong ve Singapur’la yarışır. Aynı İstanbul gibi ikiye ayrılır ancak burada ayıran deniz değil nehirdir. 26 milyon nüfusu ile tam bir metropoldür ama yine de Çin’in en kalabalık şehri değildir. Bilgi olsun Çin’in en kalabalık şehri 35 milyon nüfusu ile Güneybatıdaki Chongqing şehridir. Şanghay, Huangpu Nehri (Sarı su anlamına gelir) tarafından Pudong ve Puxi olarak adlandırılan iki ana bölüme ayrılır. Biz şimdi Pudong bölgesinde yani yeni Şanghay’dayız. Otelin açılmayan penceresinden zor da olsa çektiğim Şanghay manzarası.

       Şehir tam 16 bölgesiyle çok büyük mega bir kent. Şanghay’ın ilk yerleşimi burası. Vaktiyle balıkçı kasabasıymış yerleşik halk kendi toprağını da ekip biçermiş. Zamanla topraklarından çıkarılmışlar ve Pudong bölgesi 1900’lü yıllarda gökdelenlerle tanışmış. Öyle böyle değil tam 6000 gökdelen peş peşe yapılırken Asya’da iş makinası sıkıntısı bile yaşanmış. 2008 yılında başlayan ve inşaatı halen devam eden Şanghay Tower bittiği zaman (2015 tahmini bitişi) Dünyanın sayılı yüksek binalarından biri olacak. Şanghaylılar kendilerini hep diğer şehirdekilerden üstün görürler öyle ki, Mandarin dilini bilir ama konuşmazlar, Şanghayca dili geliştirmişler kendi aralarında Şanghayca konuşurlar.

       Kıymetli rehberimiz Sami Bey birkaç hoşumuza giden Şanghaylıların aile içi yaşamlarından bahsetti. Aktarayım; Ailede genelde Şanghaylı erkekler çalışır kazandıkları paradan bir miktar ayırır kalanını evin hanımına verirler. Evin hanımı isterse çalışır. 🥳 Evin tüm harcamaları, ödemeleri alışveriş evin hanımına aittir. Mesela bizim yerel rehberimiz Sisi bir fabrikada müdürlük yapıyor ama annesi çalışmıyor… Neyse ev hanımları arkadaş toplantısı yapıp bir çeşit kağıt oyunu oynarlar. 💃 İyiymiş derken amaaa dedi çamaşır, bulaşık, yemek yapmak vs hepsi erkeğin görevidir. Tabii hepimiz kahkahaya boğulduk. 🤣🤣🤣

       Bir diğeri, 25 yaşına gelen kız evlenmemişse aileyi özellikle de anneyi bir telaş alırmış. Eyvah kızımız evde kaldı diye… Hemen arabulucu sitelere girer uygun eş ararlarmış. Belli bir ücret ödeniyor tabii. Ancak görüşmeye gidenler anneler. 😁 İki anne çocukların anlaşabileceğine inanırlarsa tabii (kendileri de 😁) ondan sonra randevu alınıp bu kez gençler bir kafede falan görüşürlermiş. Zira çok çalıştıkları için vakitleri yokmuş gençlerin. ☺️

       En sonunda merkeze ulaştık. Önce yerel bir restoranda yemek yedik saat 20:00 oldu. Ardından müthiş güzel gece manzarasında Şanghay’ı seyretmek için Bund bölgesine geldik. Tüm bu güzellikleri izlemek için de Huangpu Nehri Bot Gezisi yapmamız gerekti. Önce gezinti teknesine binilen yerin Shiliupu İskelesinin ihtişamına bakalım.

Çin H. C- Şanghay
Çin H. C- Şanghay- Bund Bölgesi

       Huangpu Nehri şehri ikiye böldüğü gibi Pasifik Okyanusu’na ulaşan önemli bir su yolu ve geziler için de cazibe merkezidir. Rüya gibi manzaraya inanamadım. Bu manzaranın benzerini müzik eşliğinde ışık oyunlarıyla süslenmiş Hong Kong körfezinde seyreylemiştik.

       Karşı kıyı (alttaki fotoğraf) Lujiazui yarımadası yani Huangpu nehrinin doğu yakası. Aynı zamanda Şanghay iş ve ticaret merkezi Pudong bölgesi. Hemen karşımızda görülen gökdelen bitmesine az kalmış olan Şanghay Tower. Diğerlerini ekledikçe anlatırım. Şanghay’ın simgesi olduğu için gökdelen de Şanghay adını almış. Dünyanın Dubai’deki Burj Khalifa’dan sonra ikinci, 128 kat ve 632 metre yüksekliği ile de Çin’in en yüksek binasıdır. Çok özellikli bir yapı. Her şeyden önce doğa dostuymuş. Bittiği zaman da tepesinden 360 derece Şanghay manzarası muhteşem olacağı kesin. Hoş şimdi bile sisli hiçbir şey görülmez. Gezi için gidildiğinde şansınıza. Gezi botu yavaş yavaş ilerliyor ben gözlerimi manzaradan pardon vizörden ayırmadan sürekli fotoğraf çekiyorum. Şuraya bakınız.

       Şu güzelliğe bakınız. İlk fotoğraf İnci televizyon kulesi anlatımı sonra sola doğru sarı kubbeli bina devlet güvenlik bakanlığıymış. Diğerleri mavi renklinin yanındaki finansal bilgi merkezi diyor borsa olmalı diğerleri çeşitli oteller ve bankalar.

       Aşağıdaki ilk fotoğraf evet Pearl Tv Tower- inci Tv Kulesi. İncilerle oynayan ikiz ejderhaları betimliyormuş. Çin’in mimari tasarım harikası Tv- Radyo kulesi 468 metre yüksekliğinde. Dünya’nın altıncı Çin’in de ikinci en yüksek Tv kulesi. Ziyaret etme ihtimalimiz varmış. Hemen solunda ilk gökdelen Jinmao Tower 420 metre yüksekliğinde çok amaçlı bir gökdelen. Ofisler, otel vs gibi. Tipi gibi adı da herkesin dilinde gazoz açacağı olan mavi ışıklı bina da 101 katlı 492 metre yüksekliğindeki Şanghay Dünya Finans Merkezi. Binanın kare olan açacak kısmı aslında yuvarlak olacakmış. İnşaatı yapan firma Japon olunca Çinliler ‘ne o öyle bayraklarındaki güneşi mi koyuyorlar olmaz’ demişler bu şekilde yapılmış. İkinci yine Şanghay Uluslararası Kongre Merkezi, önündeki eğri çatılı yer de çok lüks bir restoranmış. Son kare üç büyükler sisler içinde. O bölgeye de Lujiazui Ticaret ve Finans bölgesi deniyor.

       Kısa bir tur oldu ama manzara çok güzel ilk fotoğrafta tam görülmese de kırmızı ışıklı yer bir demir köprü ve dönüşe geçtik son fotoğraflarla bottan inip otele geçeceğiz.

       Bütün bu güzelliklerin ardında Şanghay kötü bir koloni dönemi ve afyon (Opium) savaşları yaşamıştır. Nedir bu afyon savaşları? Kimler koloni oluşturmuştur. Şanghay’da yerleşip koloniler oluşturanlar; İngiliz, Fransız, Amerikalı ve sonra da Japonlardır.

       Çinliler batı ile ticaret yaparken genelde almayı değil de satmayı çok severler. Çinliler İngilizlere o dönem çok kıymetli olan hatta para yerine bile geçen ipek, porselen ve çay satarlarmış. İngilizlerin meşhur early grey çayları hep buradanmış. Bu satış karşılığında da sadece gümüş alırlar. O yıllarda para olarak sadece İspanyol gümüşü geçerliymiş. Bu alışverişten İngilizler hiç hoşnut değilken Çinliler çok memnundur. Zira İngilizler kendi pazarlarının aşırı talebi olan çay, ipek ve porseleni karşılayacak büyüklükte bir satış yapamıyorlardı.

       Dedik ya Çinliler satıyor ama almıyorlardı. İngilizler ne yapsak da Çinlilere satsak diye kafa yormuşlar. 700 kişilik bir İngiliz heyeti Çin’e geliyor. Zamanın en yeni icadı neyse imparatora çıkıp sunmaları gerekli. Ama imparatorun karşısında el etek öpmek gerek. Heyet biz öyle şey yapmayız deyince aylarca İngiliz heyetini Çinde kötü şartlarda misafir ederler. Öyle ki beslenme yetersizliğinden heyetteki kişilerden ölenler bile olur. Neyse sonunda bir orta yol bulunup imparatorun karşısına çıkıyorlar. Getirdikleri malzemeye imparator şöyle bir bakıyor; bunlar bize yaramaz hiçbirini istemem diyerek geri çeviriyor. İngilizler yine hüsranla geri dönüyorlar.

       En sonunda Çin’i nasıl ele geçireceklerini bulurlar. Hindistan’da yetiştirdikleri afyonu yavaş yavaş Çin’e sokup insanları afyona alıştırmaya başlıyorlar. Zaman içinde nakit para olarak alınan gümüşün yerini afyon alıyor. Afyon, Çin’e Kanton’daki Guangzhou limanından Çinli mürettebat kullanan yabancı tüccarlar tarafından sokuluyordu. Aslında kaliteli olmasa da afyon Çin’de yetiştiriliyordu ve ilaç olarak kullanılan hayati bir maddeydi.

       Zamanın İmparatoru Daoguang engellemeye çalışsa da afyon alışına engel olamıyordu. Yasak şehirdeki Cennet Tapınağı’na giderek tanrılardan neyi yanlış yaptığını soruyor, adaklar kesip güç alarak afyonla savaş kararı alıyor. Neticede Kanton’a sert bir vali atıyor. Vali asıyor kesiyor, afyon taşıyan geminin içindeki malları yaktırıyor denize döküyor. Bu arada da çatışmak için İngilizler bahane ararken İngilizler aradıkları bahaneyi bulurlar. Çin’in içlerinde sarhoş bir İngiliz Çinli köylüyü öldürür. İngiliz’in İngiltere’de yargılanması için kendilerine verilmesini isterler. Yasa gereği almayınca da gerilimi arttıran İngilizler Çinlilere savaş açar ve I. Afyon savaşı böylece başlamış oluyor. 1839 yılında başlayan savaş 3 yıl sürerek 1942 yılında Nanjing anlaşmasıyla bitmiş. Çin savaş tazminatı ödemiş, 5 liman İngilizlere açılmış. Aslında savaş bitmemiş zira İngilizlere göre afyon serbestçe satılmalı ki savaş yaptıklarına değsin değil mi? Bir aradan sonra II. Afyon savaşını anlatalım. Yorulduk oteldeyiz.

       Tarih 20 Haziran 2014 oldu... Sabah kahvaltı sonrası otobüse bindik ve yine yağmur başladı. Jade (Yeşim) Budha Tapınağına gidiyoruz. 35-40 dakikalık bir yolumuz var. Budha’lar altındandır ama bu kez yeşim taşından yapılmış olan 2 tanesini göreceğiz. Yolu çabuklaştırmak adına ben de kısaca II. Afyon Savaşından bahsedeyim. Sonra tekrar Sami rehberimi dinleriz. Evet kolayca 5 limanı açtıran İngilizler ağızları kulaklarında daha fazla imtiyaz kazanalım afyon satışını kolaylaştıralım diyerek ortamı kaşıyorlar. Şanslılar 1856 yılında bazı Çinli görevlilerin limandaki Arrow adlı geminin İngiliz bayrağını indirmesiyle aranan bahane de bulunmuş olur. Buna şans denebilir bu arada bir de Fransız misyoner Çinliler tarafından öldürülür. Bu kez İngilizlerle birlik olan Fransızlar Çin’e II. Afyon diğer adı gemiden dolayı Arrow savaşıdır başlatırlar. 1860 yılında elde edilen kapitülasyonlar ve artık afyon da yasal olarak ithal edilebilir olmasıyla II. Afyon Savaşı son bulur. Savaşın acı bilançosuna Yazlık Saray da dahil olmuş. Yağmacı İngilizlerin o göremediğimiz sadece enkazı kalan Yazlık Sarayı yıkmaları, ardından Fransızların yakması sarayın olağanüstü ihtişamı yok edilmiş diyor. Yeşim Budha tapınağında otobüsten iniyoruz.

       Yeşim Budha Tapınağı; Yağmur yağmaya devam ediyor. Islanmamak için koşturduk bir saçak altındayız. Şanghay modernleşme yolunda hızla ilerlese, finansal alanda sayılı şehirlerden de olsa bir köşesinde kökenlerinden bir yerleri klasik yapısını hala koruyor. Yeşim Budha Tapınağı ve çevre yapısı işte buna en güzel örnek. Hemen ilk bahçeye bakalım. Harika bir tütsü kokusu ve meşhur Çin Tütsü kabı Ding  dumanları eşliğinde karşımızda. Hani Yasak Şehirde bolca gördüğümüz (maviye tıklarsanız Pekin’de bahsetmiştim).

Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı
Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı

       İnsanlar yağmura aldırmadan tütsü çubukları alıp yakıyor huşu içinde; önce ilk fotoğrafta görülen kırmızı mindere diz çöküp karşılarında duran bir heykele saygılarını sunuyorlar ardından Budha’ya tapınma ve diğer seremoniler içerde. Girişte para almıyorlar .Budha girişinde çok cüzi bir bağış alınıyormuş. Yerel rehber halletmiş olmalı ki, Sami rehberimiz yardımlarla geçinen bir tapınaktır gönlünüzden geçerse bağış kutularına para atabilirsiniz dedi.

       1800’lü yılların sonuna doğru Qing İmparatorluğu döneminde Putuo Dağındaki bir manastırda Huigen adında bir keşiş yaşar. Bu keşiş Burma’ya hacca gider. Dönerken yanında 5 adet yeşim taşından yapılma Sakyamuni-Budha heykelini de ait oldukları bu yere getirir. Putuo Dağı’ndaki kendi manastırına giderken de Budha heykellerinden ikisini burada bırakır. Korunmaları için hemen bir tapınak inşa edilir. Bu tapınak Quing hanedanlığının yıkılma döneminden nasibini alır o da yakılır. Neyse ki yeşim taşı kıymetli, Budha zaten kıymetli neticede heykeller bir şekilde sağlam kalırlar. Gerekli olan yeni bir tapınaktır, o da ancak 1918 yılında eski yeri korunaklı olmayınca bu alanda inşa edilir ve adı da Yeşim Budha Tapınağı olur. 30 yıl kadar kapalı kalmış 1980 yılında yeniden halkın ibadetine açılmış. İçerde iki Budha’nın da ayrı özel odaları var. Uzanmış Budha alt katta diğeri oturan Budha herhalde çok daha kıymetli ki üst kattaymış.

       Girişte kırmızı minderlere diz çöküp ibadet edenlerin karşısında ne var? diye baktığımda gördüklerim. Şehir tanrıları diyebileceğimiz Çinlilerin tapındığı göksel cennet tanrıları-krallar. Görevleri Budha’yı korumakmış.

       Hızlıca bu harika kırmızı Çin fenerleriyle süslenmiş koridoru geçip üst kata çıkıyoruz. Önce görmemiz gereken oturan Budha ama rehberim bin bir tembihle fotoğraf makinanı bile çıkarma dedi. Fenerli koridorun arkası fotoğrafta görülen Büyük Salonmuş ve Uzanmış Budha tam karşıdaki odada indiğimizde görecekmişiz.

       Oturan Budha’nın yanına giderken üst kattaki uzunca koridorda camekanlar içinde sergilenen sayısı binleri bulan Budizm ve Taoizm’in kutsal metinleri demek olan el yazması edebi Sutra’lar vardı. Sessizce Budha’nın önünden geçerken dayanamayıp çıkardığım kameramı gören kadın söylenerek koşar adım geldi ben yürüdüm gittim sinirlendim. Şansıma Önder’in kadının arkasını döndüğü bir anda yakalamış olduğu iki kareden birini paylaşayım (teşekkürler hayatım 💞) Oturan Budha’nın her yanı değerli akik, zümrüt taşlarla süslü hepsi gerçekmiş ve Budist inançlı kişilerin bağışlarıymış. Sükûnet içinde meditasyon yapar şekilde tasvir edilmiş. 

       Hayli büyük ve tek parça işlenmiş 1,92 m boyunda ve 1,34 m genişliğinde Dünya’daki en büyük yeşim taşından yapılma Budha heykelidir. Yeşim taşı yumuşak kolay işlenebilen bir taş olduğu için Budha’nın görüntüsü canlı gibi ve rengi beyaz olunca da Budha’ya kutsallık kattığına inanılıyor. Bu nedenle Budizm’in değerli bir kalıntısı sayılınca da tapınak haliyle popüler oluyor.

Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı
Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı Oturan Budha

       Kırmızı koridorun diğer ucundaki merdivenlerden indik büyük salonun hemen solundaki kapıdan girdik karşımda Uzanmış Budha, bakıyorum ve aklıma Tayland Wat Pho tapınağındaki devasa boyutlu altından yapılmış olanı geldi. Bu Budha’da ölüm döşeğindeki Sakyamuni (Sakya kabilesinden gelen anlamında ve ilk adı) veya Nirvana’ya giren Budha olarak betimlenmiş. Oturan Budha kadar değerli olmasa da Yeşim Budha Tapınağına değerli bir katkısı varmış. Dedim ya alt katta. 🤭

Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı Uzanan Budha
Çin H. C- Şanghay- Yeşim Budha Tapınağı Uzanan Budha

       Altından derken, Yeşim Taşından yapılmış Budha’da gördük artık gidebiliriz. 😉 Dışarda yağmur devam, tapınmaya da devam. Beyefendi önce tütsü çubuklarını aldı ateşe tutup yaktı sonra da Yeşim Budha Tapınağına dört yönlü saygılarını sundu diyeyim. Yağmura rağmen görsel bir şölen oldu. Arkadaki kızlar da çiçeklerden yapılmış mumları yaktılar. Evlilik diliyor olabilirler. 👰‍♀️💍 Diyerek buraya da veda ediyoruz. Son kareler.

       Otobüsümüze bindik bu kez Pearl Tv Tower- inci Tv Kulesine geldik. İncilerle oynayan ikiz ejderhaları betimliyor, Çin’in de mimari tasarım harikası Tv- Radyo kulesidir demiştim. Dünya’nın altıncı Çin’in de ikinci en yüksek Tv kulesi. Beklerken ben de bilgi aktarayım. Yapımına 1991 yılında başlanmış 1995 yılında bitmiş. 468 metre yüksekliğindeki kule süpersonik asansöre sahip. Asansöre binmek için biraz bekledik zira gruplar çok. 

       Bugün şanssız gündeyiz sisten kule görünmüyorsa da içi hayli güzel zaten eğlence bölümü ve tarih müzesi buradaymış. Kule inci görünümlü 3 küreden oluşuyor. En üstte görünmeyen küçük bir küre var uzay modülü deniyor. İkinci küresinin içinde döner bir restoran var. Kuleye girişte dış kapıdan girerken tüm çakmakları topladılar. Çıkışta alınırmış. Elbette çıkışta seç seç al oluyor Yasak Şehir’deki gibi. Neyse asansöre binme sıramız geldi kapıda hostesler kırmızı giyinmişler çevreyle uyumlu. Fotoğraflara tıklarsanız daha güzel görülüyor. Birincide yer kalmadı ikinciye yönlendirildik kapasite 50 kişi. Saniyede 7 metre 1/4 eğimle çıkıyormuş.

       Asansör çıkmaya başladı. Görevliler Çince ve İngilizce bilgiler veriyorlar, öncelikle 263’cü metredeki Gökyüzü Galerisine çıktık. Tam bir fiyasko. Cam kenarlarında tam karşınızda Çin Ziraat Bankası var diye yazan bir bilgi yazısı var ama heyhat sisten sadece beyaz üstelik kirli bir cam görüyoruz. Aslında açık bir günde Yangze nehrine kadar görünüyormuş.

       Camlarda dikkatimizi çeken yazılar vardı mesela 1080 km yanında Beijing yazıyordu. Pekin bu yönde ve bu kadar km uzakta demek istiyorlardı. Tüm çevrede normal zamanda ne görülüyorsa o binaların bilgileri hemen önünüzde oluyor. Adamlar ince düşünceli dürbünle bakarken bile neresi demiyorsunuz. Hediyelik eşya reyonları ile ufak tefek içecek alınacak yer var. Wc’ler burada hiç anlatmayayım şu karelere bakınız. Manzara biz…☺️

       Yine en azından biraz dinlendik diyor aşağıda uzay yürüyüşü yapacağımız 259 metreye iniyoruz. 263 teki görüntüden sonra bu kattan da umudumuz yok. Belki sis biraz açılır diye bizi teselli eden Sinan rehberimizin peşindeyiz. Hüsran yine hüsran bu aşkın sonu. Çamur gibi fotoğraf ama yine de paylaşacağım. Çok az bir görüntü var hayal meyal derler ya işte öyle bir şey. Bu kadar bir görüntüde bile cama basmayıp çığlık atan yere yapışan insanlar var. Cam kenarındaki metal şerit de korkuluk insanlar tutunsun diye. Sis olmasa demek ki hiçbirimiz camda yürüyemeyecekmişiz. 😁

       Sis olmadığı zaman yürüyemeyeceğimiz görüntünün sisli hali de işte bu. Cam kırık mı? Yok canııım. Yürüdük elbette. 💃💃💃 Çıkışa gidiyoruz. Kulenin görüntüsünü ancak bu kadar görünür kılabildim. 😔

Çin H. C- Şanghay-İnci Tv Tower- 259. metre
Çin H. C- Şanghay-İnci Tv Tower- 259. metre

       Alt kata indik her yer hediyelik eşya satan ama kaliteli dükkanlarla dolu. İnci kule zaten Şanghay eski şehir kısmındaydı bahçesinden çıkacağımız yer de çarşı kısmı. Çıktık ne çare yağmur hala yağıyor. Ay dedik bizi kapıda bekliyormuş artık şemsiyeleri açtık yine yürüyoruz. Bulunduğumuz bölge çok renkli eski Çin çatılı binalarla çevrilmiş. Bölge eski şehir olarak anılıyor. Saçak altlarından yürüdük kalabalık da olunca çok keyfini çıkaramıyoruz.

       Güzel bir yapıya geldik. Çay eviymiş. Sami rehberimiz güzel bir seremoni eşliğinde çay da satın alabileceğiniz yerdeyiz dedi. Bir üst kata çıktık. Her taraf tik ağacı kaplı, her masada çaydanlık ve bardaklar var. Demlendikçe açan çay çiçeklerine bayıldım. 

       Biraz fotoğraf çekip çevreye baktım çatılar beni benden aldı. Bu eski yapıların tarihi 1860’lara dayanırmış. Çay seremonisi bitti sırada Yu- Yuyuan Bahçesi var.

       Yu- Yuan Bahçesi; Bahçeye içinde kırmızı balıkların yüzdüğü yapay bir göl ve üzerinde zikzaklar çizen dar ama uzunca bir köprüden geçerek gidiyoruz. Karşımıza önce tarihi bir çay evi çıkıyor fotoğraf çekmem imkansız. Yağmur yağdığı için şemsiye kazaları oluyor. Köşeli olmasının sebebi; Çin inanışına göre kötü ruhlar köşelerden hoşlanmaz buralara uğramazmış.

       Yaklaşık 5 bin dönümlük bir alanı kaplayan bu güzel bahçenin tarihi hayli eski diye başlayalım. İnşası 1500’lü yıllarda Ming Hanedanlığı dönemine kadar giden kültürel zenginliğe sahip çok değerli klasik bir Çin bahçesi. Ve zamanın devlet memuru ya da valisi olan bir oğulun babası için huzurlu ve rahat yaşasın diye yaptırdığı bahçedir. Zaten adındaki Yu, Çince huzur anlamındadır. Yapımı 20 yıl sürdüğü için ne yazık ki babasının ömrü bahçenin bittiğini görmeye yetmemiş. Kırmızı balıklarıyla manzara harika.

       Yu bahçesinden çıkınca hemen arkasında da yu yuan çarşısı var. Çin malı her türlü eşya satan yerler var. Biraz da orada gezdik ama esas serbest zamanda Çin evlerini görmek ve yaşamlarını izlemek için ara sokaklara daldık. Her yazımda söylediğim gibi ara sokaklar cevherdir. Haydi birlikte gezelim. Güzel Türkiye’mde böylesi manzara göremezsiniz.

       İlk fotoğraf Yu-yuan çarşısından. Bu bölgeye moda caddesi de deniyor. Starbucks, mücevher, antika dükkanları, yeşim taşları ve el sanatları hep burada zaten 500 metrelik bir cadde yani daha kalite bir cadde. İkinci kare artık arka alış veriş bölgesine gidiyoruz kumaş ve tekstil malların satıldığı çarşı. Son kare yerel tatlara bakmak isteyenlere, fast food ya da atıştırmalık sokağı deniyor.

       Yavaş yavaş Çin’deki hayatın gerçekleriyle karşılaşıyoruz. Şimdi dolaştığımız yer Çin Mahallesiymiş. 🤭 Çin’de Çin mahallesi olur mu? olmuş. Yan yana tek odalık evler. İçerde gördüğümüz kadarıyla bazılarında sadece yatak, bazılarında da mutfak var. Yakın zamana kadar birçok şeyden mahrum kalmışlarsa da bazılarının kapı önünde çamaşır makinası bile var. İlk fotoğraftaki ütü yapıyordu. 🧺 Bu hamarat ev adamı değil muhtemelen ütücü. 😁 Manavda da bir kedi var. 🐈

       Alttaki fotoğraflarda bambu kalaslardan iskele yapmışlar bir kısım tamirat var. Son karede kıyıda eski Hoover cinsi çamaşır makinesi var. Sağlı sollu küçük dükkanlarda kadın ve erkek berberleri ile terziler çoktu ama fotoğraf çektirmediler.

       Her taraf elektrik telleriyle dolu. Önder’in peşine saat satmak isteyen bir Çinli takıldı. Ne marka diye sordu Serkisof’muş neyse fazla yapışkan değildi. Amcam tek göz oda evinde yer olmayınca ne yapsın. 🤷‍♀️ Biraz daha dolaşıp kaybolmadan geri buluşma yerine döndük. Akşam yemeğinin ardından oteldeyiz. Yarın hem Şanghay’da hem de Çin Halk Cumhuriyetinde son günümüz.

       Tarih 21 Haziran 2014 sabah kahvaltısının ardından valizlerimizi toplayıp otelden ayrılıyoruz. Artık sadece Şanghay’a değil tümüyle Çin Halk Cumhuriyeti’ne veda edeceğiz. Uçak saati 22:45 yani tüm gün buradayız. Ama önce Şanghay’ın ünlü Nanjing Road’da gezeceğiz. Son günümüzde bile peşimizi bırakmayan yağmurun eşliğinde ne kadar gezebilirsek. 🤷‍♀️ 

       Çin’in modern tarihi boyunca Nanjing Yolu, ülkenin ve Şanghay’ın en hareketli alışveriş caddeleri arasında sayılır. İlk fotoğraf, en önemli noktadır ve Nanjing Road’un şehir merkezindeki yaya yolu, Çinlilerin toplu etkinlik yaptıkları bir bölümü araç trafiğine kapalıdır. Bulunduğumuz yerde sinemalar, tiyatrolar, oteller, restoranlar ve az ötede Zara var. Ve ikinci fotoğraf belli bir ücret karşılığı cadde boyunca çalışan renkli küçük üç vagonlu mini trenler var. Birkaç mağaza dolaştık hiç de ucuz değildi. Üstelik bakınız şu yağmura 🌧️ ve aynı bizim memleket gibi anında şemsiye satanlar piyasaya çıktı. ☔️ Rehberimiz üzülmeyin sizi çok ünlü sahte mal satan fake markete götüreceğim oradan bakarsınız akşam yemeğimizi de oralarda yiyeceğiz dedi.

       Fake market tipik bir avm ama katlardaki dükkanlar nedeniyle de kendimizi İzmir Kemeraltı’nda ya da İstanbul’da Eminönü’nde gibi hissettik. Yakın bir yerde son olarak döner tepside Çin yemeklerimizi de yedik. Böyle bir yağmurla bize güle güle diyen belki de tekrar gelin diye yolumuza su döken Şanghay’ı iyi ki görmüşüz dediklerimizin içine kattık. Hayal gibi geçen bir gezi ile koca bir ülkeyi bir ÇİN’i Sami Avigdor rehberimizle çok güzel gezdik. 

       Sadece Şanghay’a değil Çin Halk Cumhuriyeti’ne de saat 22:45’te  THY ile elveda diyecek güzel ülkemin güzel şehri İstanbul’a uçacağız. Bir gezinin daha sonuna geldik. Birlikte gezmiş olduk sayıyor, tekrar görüşme umuduyla sağlık ve sevgiyle hoşça kalınız diyorum.💞💞💞

 

ÇİN HALK CUMHURİYETİ * Guilin*

       Xi’an dan yerel havayolları ile 18:40’ta kalkan uçak 2 saat 15 dk’lık yolculukla bizi Guilin’e yağmurlu bir havada indirdi. Tarih değişmeden aynı gün gelmiş olduk. Yani tarih hala 17 Haziran 2014. Otele geç saatte varış, bavul aç vs derken yine sabah 🤭 ve tarih 18 Haziran 2014 oldu. Hava çok bulutlu üstelik yağmurlu ☔️ şans işte. Yine de havanın sıcak oluşu yağmuru göz ardı etmemizi sağlıyor …

       Guilin; Zümrüt yeşili *Li Nehri* ile Guangxi Zhuang özerk bölgesinin Kuzeydoğusunda Çin’in de güneyinde yer alır. Milyonlarca yıldır rüzgar ve yağmurların çeşitli şekillerde oyarak oluşturduğu, bir efsaneye göre de denizin aniden çekilmesiyle oluşan karstik manzarasıyla da Çin Halk Cumhuriyeti’nin incisi sayılır. Çinlilerce gökyüzünün altında en güzel dağlara ve nehirlere sahip şehirdir. Hayli eski tarihi olan Guilin, Song Hanedanlığı döneminden beri Guangxi’nin kültürel merkezi olmuştur. Ming ve Qing hanedanlığı dönemine kadar da genişlemeye devam etmiş siyasi, ekonomik ve kültürel merkez olma özelliğini korumuştur. Çin’in en büyük azınlığı olan Zhuang halkının yoğun olarak yaşadığı dağlık bölgeler de buradadır.

       Guilin’de gezilebilir en güzel rotanın muhteşem manzaralar eşliğinde Li nehri üzerinden Yangshuo’ya gitmek olduğunu anlatan rehberimiz Sami Avigdor Bey’i takiple kahvaltı sonrası otobüslere bindik. Alttaki ilk fotoğraf Guilin. Guilin’den 40 dakika mesafede küçük bir rıhtıma gelip bizi gezdirecek tekneye bindik, ikinci ve diğer fotoğraf. Yağmur hala bardaktan boşalırcasına yağıyor. 🌧️🌧️🌧️ Son fotoğraf rıhtım arkada kaldı yola revan. Bende moral sıfır bakalım fotoğraf çekebilecek miyim? Bilmiyorum.

       Li veya Lijiang Çince’de uzun nehir anlamındadır. Hayli uzun olan nehir toplam 437 km, Guilin’den geçen ve bizim gezeceğimiz kısmı ise 83 km. Tekne ile gezimiz su seviyesine bağlık olarak 4 veya 5 saat sürebilirmiş. Yağmur çok yağıyor bizimki bakalım kaç saat sürecek. Bitişinde de çok güzel bir ilçe olan Yangshuo var. Bu güzellikler elbette değerlendirilmeliydi. Öyle de olmuş ve Lijiang Nehri bu yıl (2014 yılında) Unesco tarafından Dünya doğa mirasları listesine alınmış

       Çılgınca yağan yağmura bir de rüzgar eklenince fotoğraf makinamı elde tutmakta bile zorlanıyorum. Islanmak da cabası. Yağmur az olsaydı manzaraya doyum olmayacaktı. Kenarda kıyıda balıkçı tekneleri, yüzer evler çok renkli. Ah, ah Güneş 🌞 nerdesin? Son resimdeki bambu motora binip, bireysel gezmek kim bilir ne kadar zevkli olurdu.

       Anın tadını çıkarmak gerek diye düşünerek tekneyi teftişe çıktım. Öğlen yemeğini burada yiyeceğiz. Yabancı turist az, biz de çok kalabalık değiliz. Önce kaptan köşküne bakalım. Önümüzde giden diğer tekneler görünüyor. Teknenin arkasında hareket görünce bakayım derken bunca yağmura rağmen bambudan yapılmış salda durmaya çalışan birini zar zor çektim. Rehberimiz, onlar meyve satıcıları az sonra bize de yanaşıp satarlar dedi. Arkaya doğru devam ettim kadınlar bulaşık yıkıyordu. 😳 Kimsenin günahına girmeyeyim ama kuvvetle muhtemel nehir suyu ile… 🤭

       Yağma yağmur, esme rüzgar ardında şahane manzara var, diye şarkı söyleyerek dolanırken vizörüme takılanlar. Çin’in en büyük azınlığı olan Zhuang halkının yoğun olarak yaşadığı dağlık bölgeler de buradaymış. Ve arada yine bir sürü küçük köyler zaten dağlar arasına serpilmişler. Her taraf bambu ağaçları dolu. Yapraklarını da dökmeyince mevsim nedeniyle her taraf yemyeşil. İlk fotoğraftaki dönemeci dönünce bakalım neler göreceğiz.

       Bu tip karstik bölgelerde mağaralar da vardır. Evet, bir ve ikinci fotoğraftaki mağaraya özel olarak gidiliyor bizim tura dahil değilmiş. Manzara aktıkça hoşuma da gitmeye başladı, edinilmiş çaresizlik misali sisli ve kısmen karanlık sayılabilecek havanın da ayrı bir zevki var demeye başladım. 😉 Nasıl desem evet biraz mistik çok da masalsı.

       Kıvrıla, kıvrıla giden yolumuza çıkan dağdan duvarlar sanki özenle yapılmış gibi şekiller barındırmaya başladı. Zaten rehberimiz anonsları takip edin özel yerleri bildiriyorlar demişti. Tabi İngilizce ama rehberimiz bu havada zaten pek bir şey göremeyeceğiz dediği için ben de pek oralı olmadım. Yine de çok özel bir yer var oraya gelmek üzereyiz deyince dikkat kesildim.

       Evet o çok özel yere geldik. Tam bir tablo misali tabiat ananın yontarak oluşturduğu şekillerle dolu dik bir dağ. Özel oluşu muhteşem görüntüsü haricinde güzel bir de rivayeti oluşu. Hatırlayınız duvar tablolarına Mural deniyordu, işte bu dağa da Mural Hill deniyor. Önce siz bakınız bakalım şekilleri benzetme yoluyla kaç tane at kafası veya şekli göreceksiniz sonra ben de rivayeti anlatacağım. Neyse yağmur biraz yavaşladı.

Çin H. C- Guilin- Li Nehri
Çin H. C- Guilin- Li Nehri- Mural Hill

       Ben bir tane at gördüm, bir tane aslana bir tane de papağana benzettiğim şekiller oldu. Efsaneye göre Nine-Horse Fresco Hill 😳 hem de 9 tane olmalıymış inanmıyorum. Neyse *yedi at tanırsanız İmparatorun yapacağı sınavın ikinci basamağını, tümünü bulursanız sınavın en başarılısı olursunuz* inanışı egemen. İmparator saraya adam alacağı zaman yetenek sınavı yapardı. Yasak şehri yazarken anlatmıştım. Galiba beni hiçbir şekilde almazdı. 🤭 

       Burayıda geçtik mi ineceğimiz Yangshuo ilçesine geliyoruz. Yağmur çiseler gibi idare eder, son görüntüler. Ama bu görüntüler de çok önemli zira Sami rehberimize başka efsane yok mu diye sorduğumda ilk fotoğraftaki bölgeyi gösterdi bakınız lotus çiçeğinin tomurcuğuna benzeyen dağ görüyorsanız işte onun adı Yeşil Lotus Zirvesi (Bilian Zirvesi) dir ve çok da güzel bir efsanesi vardır dedi. Önce fotoğraflara bakınız, ben ilk fotoğraftaki yeşilliklerin ardında duran dağı benzettim.

       Efsaneye gelince; Çin’de gördüğümüz pembe ve beyaz Nilüfer çiçeğinden başka orijinal adı Jian (ayna) Shan olan bir de yeşil renkli lotus çiçeği vardır. Bu zirveye adını veren dağ da iyi bakarsanız gerçekten de tomurcuklanan bir nilüfer çiçeğini andırıyor. Bu yeşil Nilüfer çiçeğinin cennette yaşayan bir de perisi var.

       Bu güzel peri kızı cennette de olsa kendini kafeste gibi hissedip sıkılırmış. Birgün tesadüfen ayda yaşayan Çinli peri Chang ile tanışır ve ona çok sıkılıyorum beni burdan çıkar diye yalvarır. Chang, Yeşil Nilüfer Perisine; Üzülme sana yardım edebilirim der. Ve onu bir kağıt parçasına çevirip göksel cennet sarayından Li nehrine uçurur. Li Nehrinde keyfince gezinen Yeşil Nilüfer Perisi aynalı bir sazanla tanışır. 💘 Anında aşık olur. 

       Efsane bu ya göksel uzun ömür tanrısı Nanji Xianweng de Li nehrinde gezintiye çıkar. Ve o da Nilüfer Perisine ilk görüşte aşık olur. Devlerin aşkı büyük olur. Ay bu şarkıydı neyse Uzun ömür tanrısı Yeşil Nilüfer Perisini kendi cennet havuzuna götürmeyi planlarken Perinin sazana olan aşkının farkına varır. 💔 Uzun ömür tanrısının aşkını fark edemeyen Yeşil Nilüfer Çiçeği o sırada aynalı sazana birlikte bir ömür geçirmemiz için Li nehrinin suyunu temizlemelisin diyor. Bunu duyan uzun ömür tanrısını Nanji çok sinirlenir 😤 Yeri göğü inletip Yeşil Nilüfer Çiçeğini de böyle bir taş tepeye dönüştürür. Aşıkları burada da ayırdılar. 😔 Yangshuo’ya yakın bu kasabanın adı da Xingping. Bu kez ben de çok sevdiğim için manzarayı siyah-beyaz olarak çektim. Umarım beğenirsiniz.

     Yangshuo; MS 590 yılında Sui hanedanlığı döneminde ilçe olmuş. Çeşitli etnik grupların yerleşimi ile kozmopolit bir halkı varmış göreceğiz. Güzel küçük bir rıhtımda indik, karabatakları sopasına bağlamış yaşlı bir adamla karşılaştık.

       Rehberimiz anlatmıştı. Buradaki yerli halkın geleneksel balık avlama şekli bu.🐟 Anlatayım; Hayvana eziyet ama maalesef elden gelen bir şey yok. Karabatakların boyunlarını tuttukları balıkları yutamayacak seviyeye kadar iple bağlıyorlar. Ayağından da kaçmasın diye bağlanan hayvan yeterince balık tuttuktan sonra ayağından çekiyor sandala alınca da kusturup balıkları boşalttırıyorlar.

       Artık öyle bir hale gelmiş ki, ücret karşılığı özel balık avlama seansı yapıyorlarmış. Ama balık hemen tutulmayacağı için de karabataklar nehire attıkları ölü balıklarları ağızlarına dolduruyorlarmış. Etrafı fotoğraf çektirmek isteyenlerle doluydu istediğim gibi çekemedim ben yukarı çıktım etraf boşaldı. Ah vakit darlığı fotoğraf olayına hep ket vuruyor. Neyse görelim mi? Kız torunum olsaydı alırdım dediğim şemsiyeler. 😍 (Şimdi çoook tatlı Derin’im var.)

       Bu renkli ortamda yürüdük, Yangshuo’nun meşhur *Xi Jie* Batı caddesine geçtik derken yine yağmur karşıladı bizi. Bu güzel kapıda Yangshuo Kültürel Değerleri Geliştirme Merkezi yazıyor. Xi Jie yani Batı Caddesinin tarihi çok eskidir. Neredeyse 1400 yıllık bir geçmiş. Ama ilgiyi çekmesi popüler olması 1980 yılına rastlar. O yılda doğu ve batı kültürünü yaşatan ilçe yabancı dil merkezi gibi olmuş. Her yıl binlerce insan ileri düzey eğitime katılmak için buraya gelirmiş. O kadar ki, çoğu zaman bu caddeye yabancılar caddesi de denirmiş.

       Arkada harika bir park bahçe varmış yazık ki, vakit yok. Guilin’e dönüp gezmemiz gereken birkaç yer daha var. Hızlıca yağmura rağmen çarşıdan geçiyoruz. Ah yağmur ah. Yine de harika renkli bir ortam var. Yağmur fotoğraftan bile belli. Kozmopolit bir halkı var diye bilgi veren rehberimiz Sami beyi haklı çıkaran bir görüntü ilk fotoğrafta karşımıza çıktı, German Hot Dog. 🌭 Bir ara gözüme Kung Fu akademisi yazan tabela bile çarptı. Gerçekten çok renkli bir ilçe. Keşke Guilin’de ki ikinci gecemizi burada geçirseydik.

       Bence burası gerçekten de Guilin’den daha güzel. Her ne kadar Guilin harikadır dense de manzara yönünden Yangshuo’nun yanında lafı bile olmazmış. Fazla gezemedik elbette ama motordan çıktığımız giriş bile bize güzel bir ilçe olduğunu hissettirmişti. Yangshuo’da hava güzel olmasa bile bisiklet ile gezmek çok zevkli olmalı dedirten gençler ve güzel meyveleri ile satıcı kız.

       Son kare enteresandır. Aaa dedim adam hem güvenlikçi hem de uyukluyor ne yeri ne de zamanı. Önder tabelaya bak ne yazıyor dedi. Wax mum demek evet mumya müzesi. Derken iki genç kız geldiler ardından bir kahkaha. Onlar da anlamamışlar. Öğrendiğimiz kadarı ile bir seri fotoğraf çekerek sizi birçok ünlü ile gerçekmiş gibi fotoğraflıyorlarmış. Zaten mumyalar da çok gerçekçi.

       Artık Yangshuo’ya veda etme vakti geldi Guilin’de göreceğimiz birkaç yer daha var. Hızlıca otobüslerimize bindik. Guilin’de okyanus incileri ile inci yetiştiriciliği hakkında bilgi alacağımız güzel bir galeriye gittik. Fiyatlar da uygun olunca tüm kadınlar küpe ve kolye aldık. Ama öncesinde bize incileri teşhir için defile düzenlediler. Ardından Li nehrinin batı kıyısında Fil vadisi turumuzu yapmaya gittik. Nehirden su içen fil görünümlü karstik kaya muhteşem. Hava muhteşem. Evet güzel bir hikaye de burada var. Sami Rehberime kulak verdim elbette. Bu güzel fili görelim.

Çin H. C- Guilin- Li Nehri- Yangshuo
Çin H. C- Guilin- Li Nehri- Guilin-Fil Hortumu tepesi.

       Bu güzel filin hikayesine gelince; Cennet tanrısı İmparatorunun bineği olan fil yeryüzüne indikleri bir zamanda İmparatordan ayrı kalır. Susadığı zaman Guilin’deki Şeftali çiçeği nehri (Taohua Nehri) ile Li nehirinin birleştiği yere gelir ve buradan hortumu ile su içer. Manzara ve oradaki hayat o kadar hoşuna gider ki, adeta aşık olur ve cennetteki saraya geri dönmeme kararı alır. İmparator komutanını fili geri getirmesi için görevlendirir. Komutan da fili cennete geri dönmeye ikna edemez. İmparator tepede görülen Puxian adı ile bilinen pagodayı insanları kötülüklerden koruması için bahşedince fil de buradan hiç ayrılmaz. Ve zaman içinde böyle karstik bir tepeye dönüşür. * Fil Hortumu Tepesi* adını alır. Alttaki fotoğrafta görülen tuğladan yapılmış küp şeklindeki yapı Puxian Pagodasıdır.

       Filin hortum kısmı ile gövdesi arasında görülen yuvarlak kısım aslında bir mağara (üstteki üçüncü fotoğraf) Water Moon Cave- Su ay’ı mağarası. Geceleri ayın şavkının vurmasıyla mağara yuvarlağının sudaki yansıması nehirde ay gibi göründüğünden bu adı almış. Nehir üzerinde bir çok mağara var ama böyle içinden nehir geçen yok. Duvarlarında 50 den fazla 1200’lü yıllardaki Song hanedanlığından kalma yazıtlar varmış. Üstteki son fotoğrafta gördüğünüz gibi bambu kayıklarla gezenler görebiliyor. Ardından grupça yürüyerek otelimize gitmeden önce Sami rehberimiz sizi biraz yürüteyim çok güzel bir parka götüreceğim dedi.

       Gerçekten yemyeşil bir park ama bir de suni gölü var. Bu harika iki Budist Pagodayı gördük; Ay ve Güneş Pagodası her ikisi de Mahayana Budist pagodası. Rehberimiz Sami bey; bunlar hem tapınak hem de öğrenci yetiştirilen dini yapılar diye anlatmaya başladı. Gün ışığı yansımasıyla parlayıp gümüş ve altın pagoda diye de adlandırılıyorlar. Tapınak yapı olarak yeni ama tarihi çok eskilere dayanıyor. 9 kat oluşu göğün katlarını ikiz oluşları da yin ve yan’ı temsil ediyor zira biri su içinde diğeri karadadır. ☯️

Çin H. C- Guilin-Güneş ve Ay Pagodası
Çin H. C- Guilin-Güneş ve Ay Pagodası

       Shanghu gölü üzerindeki bu ikiz pagodalardan öndeki Güneş Pagodası 9 katlı yaklaşık 41 metre yüksekliğinde bronz bir yapı. Dünyada en yüksek ve içinde asansör olan tek pagoda. Arkadaki Ay pagodası 7 katlı, 35 metre yüksekliğinde sırlı çinilerle kaplı. Ay pagodası ada üstünde yapılmış. Güneş pagodası ise göl üzerinde. Ve her ikisi de suyun altında cam bir köprü ile birbirine bağlılar. Gidip geçebilseydik akvaryum gibiymiş. Hele tepesinden Guilin’i seyretmeye doyamazsınız dediler. 🤷‍♀️

       Yerel bir restorandaki akşam yemeğimizden sonra otele yerleştik. Hava da güzel olunca gece yürüyüşe çıktık. Otelimizin adı Şelale idi. Adına uygun bir gösteri yaptılar. 12 katlı otelin arka yüzünden en üstten başlayarak müzik eşiliğinde sular akmaya başladı çoğalıp şelale görüntüsünü aldı. Işıklar altında çok keyifliydi. Sonra pagodaya kadar tekrar yürüdük. Amacımız ışıklar altında görmekti çok da iyi yapmışız gerçekten de ışıklarla tam bir güneş ve ay gibiydiler. Haksız değilim. 😍

Çin H. C- Guilin-Güneş ve Ay Pagodası
in H. C- Guilin-Güneş ve Ay Pagodası

       Hava çok güzel Pagodaya çıkamadık madem ben de kafeden manzara çekerim dedim. 😁 Buyrun Guilin’den gece manzaraları.

       Sonra istikamet otel. Sabah kahvaltısının ardından serbest zamanımız var. Sonra yerel havayolunun 14:30’da kalkacak uçağı ile Şangay’a uçacağız. Biraz da gündüz Guilin’i fotoğraflayayım dedim ama yağmur başladı bile. 🌧️☔️🌧️

       Elveda Guilin. Yine de aklımız kalmasın diye son anda yağmuru başlattın ya. Harikasın. 👍😁

Çin Halk Cumhuriyeti- GUİLİN

       Siz değerli okur dostlarım umarım beğenmişsinizdir. Yakında Şanghay’da görüşmek üzere sağlık ve sevgiyle kalınız.💞💞💞

ÇİN HALK CUMHURİYETİ * Xİ’AN -2 *

       Bugün yine Xi’an (Şian) dayız. Tarih 17 Haziran 2014 sabah kahvaltısının ardından otobüse bindik 2000 yıl önce zamanın İmparatoru Qin Shihuang’ı kötü ruhlardan koruması için yapılmış 6000 Terra Cotta savaşçısı ve atlarının birebir boyuttaki figürlerinin kalıntılarını göreceğimiz ören yerine, kalıntıların sergilendiği müzeye gidiyoruz. Terra Cotta tarihi kalıntıları Şian merkezden 40 km uzakta Lintong kasabasında bulunuyor. Bir saatlik yolumuz var ama önce Terra Cotta’ların replikasının yapıldığı bir yere uğrayacağız.   

       Her türlü Çin işi yapılan bir atölye burası. Hemen kapı girişinde Çinli Komutan ve diğer üst rütbelilerin hanedanlık dönemindeki görünümlerinin kilden yapılmış başsız yarım heykelleri var. Bunlar neden böyle dememe kalmadı herkes bir tanesine kafasını koydu fotoğraf çektirmeye başladı. İnanılmaz. Ay Önder sen de geçsen dedim ve sonuç aşağıda. Hemen yan tarafta da yaptıkları heykeller ve pişirdikleri fırınlar görülüyor.

       Gerçek bir sanat atölyesi Çin işi dediğimiz işlemeler, ahşap lake boyamalar, tablolar, ahşap oyma paravanlar ne ararsanız var. Aşağıdaki fotoğraflarda görüldüğü gibi, kızıl toprağı beyaz kalıplara koyup şekil veriyor çıkarıp rötuşluyor sonra da fırında pişiriyorlar. Nasıl pratik zeka… Çin işi 😉

Terra Cotta savaşçıların replikaları da harika.

En sevdiğim salon süs eşyası Dünya küresi, Çin’nin klasik oda içi bölme olarak kullandıkları paravanları görelim ve sanatçılar iş başında.

       Buradan çıktık kısa bir süre sonra yemyeşil bir ortamda otobüsten indik. Karşımıza Terra Cotta Savaşçıları’nın yaratıcısı İmparator Qin Shi Huang’ın heykeli çıktı. Etrafta turistik eşya standları ile savaşçılarının replika heykelleri var. Fotoğrafı görelim sonra baş aktörden de bahsedelim.

Çin H. C- Xi'an-İmparator Qin Shihuang Heykeli
Çin H. C- Xi’an-İmparator Qin Shi Huang Heykeli

İmparator Qin Shi Huang;

       İmparator Ying Zheng olarak da bilinir. 13 yaşında tahta çıktı. M.Ö 259-210 yılları arasında hüküm sürdü. 22 yaşında Çin devletinin tek hakimi oldu. 39 yaşına geldiğinde savaşan diğer 6 beyliği de bünyesine katıp kendisini de İmparator ilan etti. İleri görüşlü düşünmüş, hükümranlık babadan oğula geçsin diye de ben I. Çin İmparatoru Qui Shi Huang’ım demiş.

       Sevilmeyen bu İmparator Çin tarihi hariç bütün kitapları yaktırdığı gibi Konfüçyüs alimlerini de diri diri gömdürmüş. 😱 Tarihte ne kadar çok cellat adamlar varmış. Neyse tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak kendine ihtişamlı olduğu kadar rahat da olacağı büyüklükte saray şeklinde bir anıt mezar yaptırmaya karar verir. Mozolenin yeri olarak Lishan dağının etekleri seçilir. (heykelin sağına doğru görülen yerler) İnşası tam 37 yıl süren mozolenin yüksekliği zamana yenik düşerek 2000 yılda 120 metreden 46 metreye iner. Toplam genişliği 15 km’yi bulduğu söylenen ören yeri araştırmaları hala devam ediyor.

       Çin inanışı *Ölümü bir doğum gibi görün* der. İmparator Qui Shi Huang’da bakmış ki ölüme çare yok, öbür dünyada tekrar yaşayacağıma göre ölürsem bütün orduyu da benimle birlikte gömün ki, beni orada da düşmanlarımdan korusunlar demiş. Canını aldığı binlerce insanın intikam için peşinde olacağına inanmıştır. Aklı selim biri de aman efendim ordusuz kalırsak Çin İmparatorluğu diye de bir şey kalmaz, biz ordunuzu topraktan yapıp öyle gömelim diyerek ikna eder. İşte sadık Terra Cotta savaşçıları da İmparatorlarını korumak üzere bu görevi üstlensinler diye imal edilmişler. 

       Ve Qui Shi Huang İmparatorluğu’nu ilan ettikten tam 11 yıl sonra ölür. Ama yaptırdığı saray tamamen bitmemiştir. Çin tarihçilerinden Sima Qian; İmparatorun tabutunun ⚰️ döküm bakırdan yapıldığını mezarın aynı bir saray gibi kuleleri olduğunu ve hatta mezarı soygundan korumak için tatar yayı denilen okların dahi otomatik atsın diye sabitlendiğini detaylı olarak yazar ve cıva denizinden bahseder. 1982 yılında mezarı araştıran uzmanlar İmparatorun mezarının yerin 36 metre derinliğinde olduğunu bulmuşlar ve gerçekten de etrafında yoğun cıva varlığını tespit etmişler. Bu nedenle mezar odasına dahi girilemediğini söylemişler. Son teknoloji ile belki de açılır deniyor. Ama halk dahi bizim gibi girilmediğine inanmıyormuş. 🤭 Toplamda 600 çukur ve mezar varmış. 

       Evet yine ilginç bir durum var. Her ne kadar Terra Cotta savaşçıları diri diri gömülmekten kurtulduysa da bu kaderden kaçamayanlar da olmuş. İmparatorun mezarını yapan güvenlikten sorumlu işçilerin çok şey bildiklerini düşünen saray ileri gelenleri imparatorun oğluna etki edip mezarın kapısını kapattırmış, çalışanların diri diri gömülmesine sebep olmuşlar. Sonra da mezar görülmesin diye üstüne ağaçlar dikilmiş doğal bir tepe süsü verilmiş. 🤔 Minareyi çalan kılıfını da hazırlamış. Kalıntılarda bulunan insan iskeletleri mozolenin olduğu taraftaymış. 

       Evet artık gidebiliriz. Hava korkunç sıcak gölge bir yer aramaktan vazgeçip doğruca müzeye gitmeye karar verdik. Rehberimiz yolumuz kısa ama Çin gelenekleri bizi saat yönünde döndürdüğü için yolumuz uzuyor. Şimdi bulunduğumuz yer saat 4, müze ve ören yeri saat 2 de ama bizi 5-6-7-8-9 vs. diye yolladıkları için yürümek zorundayız. Ama yok ben golf arabalarıyla giderim derseniz de paraya kıyacak 200 yuan vereceksiniz dedi. Haliyle espriydi kendi ödedi biz de 😁 imparatorun arkasından dolanıp golf arabalarına bindik. Alttaki fotoğrafta golf arabası ve gittiğimiz müze girişi. Çinli polis ya da güvenlikçilerin arkasındaki kubbeli binada Terra Cotta savaşçılarını göreceğimiz yermiş.

       Müze 1 Ekim 1979 yılında yani Çin’in ulusal gününde açılmış. Bilindiği gibi 1 Ekim 1949 yılında Mao Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmişti. Çin için önemi büyük 10 tarihi mekandan biri olan müze 1987 yılında da Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Rehberimiz Sami Bey, müzede çok bir şey yok zaten sadece 2 araba göreceğiz dedi. Ama inanın iki araba için muazzam geniş ve güzel bir bina yapmışlar. Terra Cotta’ların bulunuşundan çalışmaların nasıl yapıldığına kadar her şeyi fotoğraflarla da belgelemişler.
       1980 yılındaki kazıda ortaya çıkarılan iki adet bronz araba ve atlar alttaki fotoğrafta görülüyor kazıda toplanan binlerce parçalar büyük emekle bir araya getirilmiş ve bu hale gelmesi için çalışmalar tam 8 yıl sürmüş. Her birinin açıklaması İngilizce olarak var. Hemen girişte duvar kabartması ve kazıda atlı arabanın ilk bulunuş fotoğrafları var.

       Gerçek hayattaki imparatorluk savaş arabalarından daha küçük, %50 ölçekte yapmışlar ama tam gerçeğe uygun taklitler *Amaç imparatorun korunması ise bu kadar yeter* demiş olmalılar. 😁 Alttaki fotoğraflarda görülen arabanın önde şemsiyeli olan koruyucu arabası ve yaklaşık 1061 kg, arkadaki imparatorun arabası da 1241 kg ağırlığındaymış. Dünya arkeoloji tarihinde bulunan en büyük bronz eşya sayılıyorlar. Koruyucunun güneş şemsiyesinin sapı silah olabilecek düzeneğe sahipmiş.

       Hemen ardından yan taraftaki salona geçtik. Gözlerime inanamadım hani belgesellerde izliyorduk ama gözümüzle gördüğümüz bambaşka bir dünya. Biraz bilgi ve fotoğraf aktarayım ardından birlikte gezelim.

       Terra Cotta Savaşçıları; Ne demiştik bu savaşçılar ve arabaları I. Çin İmparatoru Qui Shi Huang’ı öbür dünyada da koruyacak olan pişmiş topraktan yaptırdığı ordusudur. Gerçek boyutlu bu savaşçılar kilden elle yapılmıştı. Üstelik baştan aşağı silahlı olarak atlarıyla birlikte savaşa hazır bir şekilde donatılmışlardı. Zira kazılardan tahta kısmı çürüyüp gittikten sonra metal kısımları kalmış binlerce ok ve mızrak ucu bulunmuş.

       Nasıl bulunduklarına gelince; 1974 yıllarında Shaanxi’de büyük bir kuraklık olmuştu. Su bulmak üzere yerel halk bir kuyu kazmaya başlar. İlk kazmada bir çömlek parçası bulduklarını zannederler ardından biraz daha kazınca çukurdan bronz metal parçalar, ardından topraktan yapılma bir omuz, baş ve zırhlı bir gövde yarısı çıkınca da tapınak bulduklarını zannetmişler. Kazdıkça çok sayıda çömlek bulununca arkeologlar devreye girer ve M:Ö 210 yılında yapılmış olan bu terra Cotta ordusu ve kayıp dünyaları modern bilim sayesinde gün yüzüne çıkarılmış olur. Yapılan kazılar sonucu insan yapımı, çatılı 3 çukur ortaya çıkar. Önce 1100 savaşçı bulunan parçalarla restore edilip 1 nolu çukurda sergilenmeye başlar ki, bu en büyükleridir. Salona girmeden önce yine belge niteliğinde panodaki fotoğraflar. Buluntular önce renkliymiş zaman içinde hava ve nem soldurmuş. 

       Çukur ya da Pit’leri anlatmadan önce bize verilen bilet üzerinden de göstereyim. M-Müze üstte anlattığım. A-1. çukur B-2. çukur C-3. çukur D-4. çukur ve sağ taraftaki yeşil alan içinde ne olduğu bilinen ama henüz açılmamış çukurlar. 1– İmparator Qin Shi Huang’ın mozolesinin yeri 2– İmparatorun resmi ikametgahı 3-Mezar girişi.

Çin H. C- Xi'an- Lintong- Terra Cotta Çukur Krokisi
Çin H. C- Xi’an- Lintong- Terra Cotta Çukur Krokisi
 

       1-No’lu Pit (Çukur); Kazı yapılan 3 çukurdan en büyük olanı demiştim. Biz salona Doğu ana kapısından giriş yaptık yine sağdan bir tur yapıp kuzey batıdan çıkış yapacağız. Evet hayli geniş ve uzun dikdörtgen şeklinde olan bir çukur. Aşağı fotoğrafta görüldüğü gibi doğu-batı yönünde uzanan koridorun uzunluğu, 230 metre, eni 62 metre ve derinliği de 5 metre. Hemen önündeki tabelada 14.260 metrekarelik bir alanı kapladığı da yazılı. Kazılar ilerlediği zaman ortamı korumak için bu kubbeli yapıyı 1976 yılında yapmış ardından halkın ziyaretine açmışlar. Burada olduğu bilinen 6000 savaşçıdan 1000 tanesi bu gördüklerimiz, atlı savaş arabası, süvari ve okçularmış. Bazıları yüksek rütbeli olmalı ki elbiseleri farklı. Gerçi iyice bakınca birbirine hiç benzemedikleri görülüyor. Saç ve göz şekilleri bile farklı. Savaş düzeninde yerleştirilmiş olan askerlerin bir kısmı Kuzeyde (2. fotoğraf) yüzleri dışa dönük muhtemelen koruma olmalı ve yine bir kısmı da silahsız. Nerden anlıyoruz; ellerinin konumlarından. 😉 😁 Boy ortalamaları 1.80- 2.00 metre arasında günümüz çinli boylarından hayli uzunlarmış. 3. fotoğrafta No:8 yazan yerde savaş arabalarının kalıntıları ile bir önceki çukurda da atlar görülüyor. 

       Ayrıca 1 numaralı bu çukur okçu, süvari, piyade gibi savaşçı çeşidi ile gözde ve sayıca en çok Terra Cotta savaşçısı da burada konuşlanmış. Alttaki fotoğrafta görülen en ön sıranın hepsi ayaktaki okçu askerler. İkinci fotoğrafta daha iyi görülüyor derinlemesine doğru tam 9 çukur, çukurları ayıran 10 adet tuğla duvar ve içinde dörtlü olarak yan yana sıralanan piyadelerle 38 uzun sıra var. Ayrıca arka arkaya dizilişin sayısı da 68. Duvar her 3 metrede bir yapılmış, üstlerine ahşap kalaslar konduktan sonra hasırla kaplanmış üstünü de toprakla örtüp sıkıştırmışlar.. Bu işlem birkaç kat, yüzeyle aynı hizaya gelene kadar tekrarlanmış. Alttaki Terra Cotta’lar çökme olursa zarar görmesin diye yapılmış.

       Atlı arabalar 6 adet önde, 2 tane de arkada olmak üzere toplam 8 tane. Üçüncü fotoğrafta güney kısımda 2 adet görülüyor. Aynısı kuzey kenarda var. İki tane de bir üst fotoğrafta en önde görülüyor. Yine 3. fotoğrafta önde görülen savaşçılar zırhları ile ayırt edilebilen piyadeler.

       Kazıdan çıkarılan 40 bin ok ucunun hepsi de bu 1. Çukurun ortasında bulunmuş. Uzmanların çalışması sonucu bu ok uçlarının çin tatar yaylı okuna ait olduğu saptanmış. Çin tatar yayı da o zamanın mekanik sayılabilen ok çeşidi. Yay kurulu bekliyor tetiği var tüfek gibi tetiğe basınca ok fırlıyor. Menzili kısa olduğu için de oturan okçular kullanırmış.

       Aşağı doğru inerken yani Batı yönünde ilerledikçe kazılmamış, kazılmaya hazır veya kazılmış ama kırık çıkmış kalıntılar da var. İlk fotoğrafımda görülen siyahlıkların kömür kalıntısı olduğunu tespit eden arkeologlar yağmalanıp yakıldığı dönemden izler olarak tespit etmişler.

       Alttaki fotoğraflarda arka sırada olan arabalı savaşçıların atları görülüyor. Ve sondaki fotoğrafta bölmeden çıkan ve restorasyonu bitmiş olan Terra Cotta’lar. Savaşçılar içleri boş olarak imal edilmişler buna rağmen her biri aşağı yukarı 200 kg geliyormuş.

       Şimdi en sona geldik sayılır. İlk fotoğrafla Terrea Cotta’lara biraz daha yakından bakalım. Daha önce yazmıştım gerçekten de hiç benzer yönleri yok. İkinci fotoğraf 1 numaralı çukura batıdan bakış, tam karşıdan giriş yapmıştık. Diğer fotoğraf restorasyonları henüz bitmemiş Terra Cottalar.

       Ustalar iş başında ve inanılmaz görüntüler. Hani derler ya ilmek ilmek işliyorlar. Ellerinde cetvellerle milim milim ölçüyorlar hepsi numaralı. Biz de artık 2 numaralı çukura geçeceğiz. İnsanoğlunun inanılmaz becerileri ve ölümsüzlük arayan İmparatorları için yaptıkları toprak orduyu böyle yakından görmek sıcağa ve kalabalığa rağmen değiyor doğrusu. 👍 Fotoğrafların üstüne tıklarsanız daha büyük ve net görebilirsiniz. 😉

       2 NO’lu Pit (Çukur 2); Çukur 1’den Kuzeybatı’dan çıkınca hemen sağdan Çukur 2’ye geçtik. Her ne kadar ilk çukurda gördüğümüz savaşçı Terra Cotta’larla aynı olsalar da burada 6000 metre karelik *L* şeklindeki savaş alanında dizilişleri, konumları farklı ve bulunan asker heykellerinin kolları da daha eksiksiz. Kısaca çıkan kalıntılar olarak en etkileyici olanı deniyor. Bence hepsi çok etkileyici. 

Çin H. C- Xi'an- Lintong- Terra Cotta Savaşçıları Pit 2
Çin H. C- Xi’an- Lintong- Terra Cotta Savaşçıları Pit 2

       Piyadeler, süvariler, özellikle arabalı savaşçılar sayıca çokmuş ve okçular dahil tam tekmil burada konuşlanmışlar. Yine de hepsi değil sadece altıda biri açık o da ahşap sığınakların kalıntılarını belirlemek içinmiş. Arada sondaj delikleri açarak içerde ne var bakmışlar biliyorlar, 80’e yakın savaş arabası, 1300 kadar piyade ve 90’a yakın okçu ve binlerce bronz silah. İlk gerçeğe yakın yeşil yüzlü savaşçı ve diğer renkli savaşçılar bu çukurda keşfedilmiş. Çukur 1976 Mayıs’ta keşfedilmiş ancak 1994 Ekim’inde ziyarete açılmış.

       Çıkan savaşçılar İmparatorun üst düzey komutan grubu. Hemen çıkışa yakın yine mini bir sergi salonu yapmış camekan içinde sergilemişler… İlk fotoğraftaki renkli savaşçılar 1999 yılında keşfedilmiş. 2 ve 3 no’lu fotoğraflar eğerli savaş atı ile süvarisi.